Örneklerle, sûfî sözlerinin anlaşılmasına doğru…

Zeyneb Hafsa

Tasavvufun önerdiği ilke nefsi öldürmek değil de onu akıllıca yönetmektir. Bir diğer ilke ise insanın tedbirine güvenmeyi yani her şeyin kendi eylemine bağlı olduğu düşüncesini terk etmesidir. Örneklerin gösterdiği gibi, tasavvufta derinleşmek için bir bilenin yol göstericiliğine ihtiyaç vardır.


BUGÜN KENDİSİ HAKKINDA NE ANLAŞILDIĞI ya da pratikte nasıl ortaya konduğundan bağımsız olarak tasavvuf yüzyıllardır iman ve amel için önemli bir yol gösterici olagelmiştir. Tarikat ve tekkelerin resmi yapı içerisindeki konumları, tarikatların çok dallanıp budaklanmaları ve başındaki kişilerin nitelikleri, tasavvufun iyi bilinmeyen ellerce popülerleştirilmesi ve benzeri sebepler her ne kadar zaman zaman buna engel olsa dahi tasavvuf bugün için de benzeri bir role namzettir. Fakat tasavvufun bugün benzeri bir rol üstlenmesi hususunda kişilere düşen önemli bir sorumluluk var diye düşünüyorum: tasavvuf metinlerinin bireysel olarak tamamen anlaşılabileceği zannından sıyrılmak. Çünkü aksi takdirde bu durum tasavvufun hiç de arzu etmediği yönlere sapılmasına yol açabilir. Bu sebeple bu yazıda insanın bazı temel tasavvuf kavramlarını, ibarelerini dahi nasıl yanlış anlayabileceğine ve dolayısıyla bunların anlaşılması için üçüncü kişilere/gruplara/eserlere ihtiyaç duyulmasına dair örnekler vermek istiyorum.

I.

Sözleri Şeyh Galib’e ait bir Hüseynî ilahide şu dizeler geçer:

“Tedbirini terk eyle, takdir Hüda’nındır.”

Bir Müslüman için takdirin Hüda’nın yani Allah’ın olduğunda hiç şüphe yoktur. Lakin sözün ilk kısmını nasıl anlamalıyız? Tamamen, hiç bir eylemde bulunmamak anlamında mıdır? Bu gibi soruları düşünürken bir radyo programında bu ilahinin açıklanmasına denk gelip anlamın şu olduğunu öğrendim: “Tedbirini terk eyle, tedbirine olan güveni yani her şeyin senin yapıp etmene bağlı olduğu düşüncesini terk eyle çünkü neticede takdir Hüda’nındır.” Velhasıl, aslında kişinin ilk bakışta yanlış anlayabileceği bu sözler, bilen birilerince açıklanınca yerini bulmaktadır.

II.

Benzeri bir örnek, “mürşidi olmayanların mürşidi şeytan imiş” mısralarına sahip bir ilahi için de geçerli. Bunun anlamına dair detaylı bir açıklama yapan Hasan Kamil Yılmaz hocanın aşağıda paylaştığım linkteki videosunda kısaca şunlar denmektedir: Öncelikle, burada geçen mürşid ya da şeyh kelimesi, pratiğe dökülen herhangi bir iş/eylem için geçerlidir. Yani anlamı yalnızca tasavvufa ait değildir. Zanaatler için de geçerlidir örneğin. İkinci olarak, bundan kasıt herkesin bir tarikata girmesi ya da bir şeyhe/mürşide bağlanması da değildir ki tarihi kayıtlar zaten bunun böyle olmadığını göstermektedir. Bundan kasıt, tasavvufa girmek isteyenlerin bu işi -tıpkı bir zanaatı öğrenmek isteyenlerin bunu ustasından öğrenmesi gerektiği gibi- bir üstada bağlı olarak gerçekleştirmesi gereğidir. Bu aslında bu yazının da anlatmak istediği şeye denk düşmektedir. Tasavvufta derinleşmek -bu hem teorik hem pratik anlamda olabilir- için illa ki bir bilenin yol göstericiliğine ihtiyaç vardır.

III.

Tasavvufta sıkça zikredilen ilkelerden biri “ölmeden önce ölünüz” ilkesidir. Fakat bundan kasıt nefsi öldürmek midir? Tam olarak değil. Zira nefis Osman Nuri Tobaş’ın bazı Mesnevi hikayelerini açıkladığı Mesnevi Bahçesinden Bir Testi Su başlıklı eserinden anladığımız kadarıyla nefsin varlık hikmeti vardır ki o da şudur: “Nefs, ulaşılacak neticenin şeref ve değerini (insan için) artıran muazzam bir engeldir.” O halde olması gereken onu öldürmek değil de onu akıllıca yönetmektir.

IV.

Yine aynı eserde anlatıldığı üzere Şeyh Nuri Hazretleri yangından bir üstadın iki oğlunu kurtarmak için ateşe dalmış, ateş ona Hz. İbrahim esenliği sunmuştur. Fakat “Hazret-i İbrahim’i yakmayan ateşi örnek alarak herkesin kendisi hakkında da aynı neticenin zuhurunu beklemesi haddini bilmemek olur. Bunun sonu ise hüsrandır.” Dolayısıyla buradan naçizane çıkarttığım ders şudur: tasavvuf kavramları, halleri kişiye özeldir. Bu halleri kişi ancak istidadınca yaşayabilir.

Bahsi geçen kavramları, halleri çoğaltmak mümkün: fena hali, eşyanın hakikati, aynileşme, hakkalyakin ilaahir... Ve bu her bir kavramla, tabirle, tanımla yalnızca kendimiz baş başa kalırsak yanlış anlamaların olması çok muhtemeldir çünkü tasavvuf herşeyden önce bir hal ilmidir.

Bu ve benzeri yanlış okumaları, anlamaları düzeltmek ve bunlardan kaçınmak için neler yapılabilir? Acizane aklıma gelenler şunlar: şerhli okuma yapmak, bilen birileriyle okumak ve anladıkları hakkında istişare yapmak.

  09.03.2022

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut