TASAVVUFUN RÜYA metaforu bilinir. “İnsanlar uykudadırlar ölünce uyanırlar” hadisine dayandırılan bu düşünüş tarzı, bu hadise “Öyleyse gördüklerimiz yaşadıklarımız da bir rüyadır” diye cevap verir.
Rüya deyince Yusuf peygamberi nazara getirmemek olmaz, rüyaların anlamına bilgi ona tevdi edilmiştir. Bu meseleyi doğru anlayabilmek için ona bir fatiha okumak gerekir. Burada gündelik dilde kullandığımız gece yattığımızda gördüğümüz rüya kavramını kast etmediğimiz açıktır. Bundan sonra da rüya derken tasavvuftaki manasını kast ederek düşünmeye devam edeceğiz.
Rüya, hayalin bir çeşididir ve ondan farklı addedilemez. Hayalin ve teşbihin ise İslam düşüncesinde ve hassaten tasavvufta yeri büyüktür.
Füsus’ul Hikem’de İlyas fassına dair şerhlerde, İbnül Arabi’nin dünyasında “k” harfi ile ifade edilen “sanki” edatına hassaten önem verdiği belirtilir. Bu edatın merkezi yeri “Allah’a sanki görüyormuş gibi kulluk et” diye çevirebileceğimiz “ihsan” kavramının, bu kavramın tasavvufun neredeyse tümünü inşa edişinin bir sonucudur. Yine İbnül Arabi’de “Attığında sen atmadın fakat Allah attı” ayetine çok vurgu yapılır. Düşünüş tarzı itibariyle dille, onun imkanlarıyla, harflerle, özellikle de edatlarla çok ilgili olan Şeyh-i Ekber bu “k” edatını atlamamıştır. Çünkü onun ihsan sahibi olmak dileyen müminin hayatında büyük bir önemi vardır.
“K” yerine “sanki”, yahut “mış gibi” demek de mümkün. Bunu “tevacüd” kelimesi ile destekleyelim. Vecd Allah’ı bulanların, huzurda olanların hali olduğu gibi, tevacüd ise vecde yönelmek demektir. Bunu Peygamberimizin “Ağla, ağlayamıyorsan ağlar gibi yap” diye bize verdiği öğütte de buluruz. İkiyüzlülük içermeyen, başkası için olmayan “mış gibi” yapma, insanı zamanla olmaya, arama, bulmaya götürür. Zira bu bir duadır. Yönelişler cevapsız kalmaz. Zaten kula düşen sadece yönelmektir, gerisi Allah’ın işidir.
Birine bir şey verirken Allah’a veriyormuş gibi ver. Birinden bir şey alırken Rahman’ın elinden o eli öpüp başına koyarak al. Her neredeysen O seninle beraberdir. Allah yönelenin kıblesindedir. Yolda arkadaşın, geride bıraktığın vekilindir. Allah zikredenle oturur. Namazında “Allah hamdedenin hamdini işitti” diyen sana senin ağzından cevap veren odur. Kuran tilavetinde sana konuşan Odur. Hasta ziyaretinde ziyaretine gittiğin Odur. Açı doyurduğunda doyurduğun Odur. Sadaka fakirin eline düşmeden Rahman’ın eline düşer. Allah günah işlediğinde ve tevbe ettiğinde çölde deveni bulduğun gibi sevinir. Allah nefsinle mücadelende sana tebessüm eder.Nasıl mı? Mahiyetini Allah ve rasülü bilir. SADECE HAYAL ET. Teşbihin muhatabı akıl değil muhayyiledir. Göremiyorsan da görüyormuş gibi yap. Umulur ki ihsana kavuşursun.
Üstelik tüm bunları yaparken muhatabın Allah olduğunu, sanki görüyormuşsun gibi yapmana bir de “Attığında sen atmadın fakat Allah attı” yı da ekle. Çünkü dünya bir rüya olduğundan sana birşeyi yapmışsın gibi göründü, ama hakikatte onu Allah yaptı. Sanki çalıştın, ama seni Allah çalıştırdı. Sanki sevdin, ama sana Allah sevdirdi. Sanki güldün, ama seni Allah güldürdü. Sanki ağladın, ama seni Allah ağlattı. Ellerinden çıkmış gibi görnen her amel, hakikatte Onun elinden çıktı. Sen diledin O yarattı. Ancak O dilemese sen dileyemezdin de. O senin serbestçe dilemeni de kadim olarak diledi. Seçebilmeni seçti senin. Şimdi sen nasıl “Ben yaptım” diye böbürlenebilirsin. Bırak şimdi minicik iradeni Onun sonsuz bir rahmetle kucaklayan ellerine. Bıraktın mı? Bırakınca anlarsın ki zaten Onun ellerindeydin. Bırakınca görürsün…
Sankinin ibadete bakan boyutu insanı ihsana taşımaya çalışırken bilgiye bakan boyutu ise ‘itibar’ kavramı ile anlatılır Füsus’ta. Aklın kuşkulu birşeyi belirti sayıp onun aslına geçmesi ve alameti yorumlaması anlamındaki itibar, rüya tabir etmekteki tabir kelimesi ile aynı kökten gelir. Bu anlamda bizim düşünmek, bilmek dediğimiz şeylerin tümü birer itibardır. Biz bir şey görürüz, beş duyumuzla bir şey algılarız, onu yorumlarız, tabir ederiz, ve anlamı budur deriz. Bu da tıpkı rüya tabiri gibi bir ilimdir. Allah seni Yusuf gibi hak çıkarmadıkça, sana tevil-ül ehadis öğretmedikçe, sen gördüklerini yorumlayamazsın. Birşeyler söylersin, yanlış tabir edersin. Birşeyler sezersin, eksik ifade edersin. Bizim eşya ve hadisatı tabirimiz, ancak vahyin ve sünnetin aktardığıyla ve onları fehmimiz kadar olur.
Bir sohbette dinlemiştim “Efendimiz’in huzurunda bir rüya anlatılır, Hz. Ebu bekir tabir için izin ister rüya görenin rüyasını tabir eder , Rasulullah ‘doğru ama eksik’ buyururlar.” Anlaşılan o ki Hz. Ebu Bekir makamında da olsak biz rüyaları tam tabir edemeyiz, eşya ve hadiseleri tam yorumlayamayız. Bu sebeple bildiğimizden asla emin olamayız. Ancak sahabenin bize öğrettiği edeple “Allah ve rasulü bilir” deriz. Onlar bize izah ederler. Bu sayede bilgiden nasibimiz olur. Kabımız kadar. Bilgimizden her zaman şüphe etmek ama imanımızdan her zaman emin olmak talimidir aslında her “Allah ve rasulü bilir” deyiş.
Yaşantının içine “sanki” kavramını koymak, “Sanki bana öyle geldi, sanki bildim, sanki yaptım, sanki doğrusu bu, sanki bu yanlış” diyerek yola devam etmek, açık nasla belirtilmiş olanın dışında kanaatlerimizden kesin emin olmamak, bazen eksik bilginin yanlış bilgi kadar zararlı olabileceğini fark etmek, her zaman bir üst bilgi düzeyine “Rabbi zıdni ilmen” diye teveccüh etmek bize bir kulluk edebi sunar. Açık naslarda bile “Her bilenin üstünde bir bilen vardır” ayetini nazara alarak, bilgimizin bizim yanlış ve eksik anlamalarımızla yine malul olduğunu anlamak tevazunun gereğidir.
İnsanın hakikati acz, fakr, cehl, ve zulmdür. Biz bir şey yapamayız, Allah bizim elimizle yapar, bizi öne çıkarır ve bize sanki biz yapmışız gibi gösterir. Bu Allah’ın tenüzzülü, bir nevi tevazuudur. Annelerimizin biz gençken güzel kahve yapamadığımız için kahveyi yapıp bizim elimize tutuşturmasına, misafirlere sanki biz yapmışız gibi göstermesine benzer bu durum. Burada dönüp o anneye “ben yaptım” demek ne kadar aptalcaysa, Allah’a karşı amelimize sahiplenmek sanki bir şey becermişiz tavr takınmak o kadar aptalcadır.
İnsan fakirdir, maddi manevi hiç birşeyi kendi kazanmaz, ne eviniz barkınız, ne doldurduğunuz alışveriş sepeti, ne gönlünü kazandım sandığınız arkadaş sizin kazanımınızdır. Her biri sanki siz kazanmışsınız gibi gözüken Allah’ın lütuflarıdır.
İnsan cahildir. Kendi kendine okuyamaz, bilemez, göremez, anlayamaz, yorumlayamaz. Lakin onu bir kudret kucaklar ve sıkar “Oku” der, insan okur, bir rahmet nefes verir “söyle” der, insan ney gibi üfleyenin sesinden nefesinden söyler, Rab ona “anla” der anlar, “öğren” der öğrenir. Bir beyan verir ona ve eşyayı hadisatı yorumlatır. Basir bir görüş verir, gösterir. Himmet elinden tutar hidayet eder, yürütür.
İnsanın hayatı bir sankidir. Sanki kendi için yaşar. Ama ömrünün kendine bakan neticesi bir ise Halik’ına bakan neticesi binlerdir. İhsanla yaşamaktan anladığım budur.
Sanki edatı ile ibnül Arabi bize bunları söyler.