Işık’ın hikâyesi

Nuriye Çakmak

SOĞUK BİR Ramazan gecesi, ablam, eniştem ve minik yeğenimle dışarıdayız. Aklımızdan bir hayır geçmiş. Evim nere, burası nere? Bizi yola düşüren şey ‘nasip’miş..

Bu gece, ilk kez bir süpermarketten hafiflemiş olarak çıkmanın şaşkın sevinci var üzerimizde. Ramazan kolisi dağıtma niyetiyle Deniz Feneri Derneğini arıyor, çevremizde bulunan kayıtlı ailelerden birkaçının adresini istiyoruz. Elimizde adresler yazılı kağıtla dolaştığımız sokaklar, hep buruk sevinçler sunuyor bize. Her adreste bir hayat açıyor kapıyı.

Ama hayat nasiptir ya, kapılardan biri açılmıyor bir türlü. Adı geçen apartmanı defalarca dolaştığımız halde son aileyi bulamıyor ve belki başkasının nasibidir diye düşüyoruz yola.

Ve yol bizi başka bir nasibe taşıyor.

Lüks sitelerin gölgesinde olduğu için sanki daha da kaybolmuş bir gecekondu görüyor, ilginçtir ki, kapısını bulmakta zorlanıyoruz. Dairesini bulamadığımız diğer aile gibi... Bu koli nasibini arıyor diyor, pes etmiyoruz. Sokak içinde birkaç kadın ilişiyor gözümüze ve sohbet başlıyor. Evin kapısını soruyor, ama kapı değil, bir ‘Işık’ buluyoruz gecenin karanlığında.

Aradığımız evin sahibesi kadın kapıyı tarif etmiyor da, “Benim kocam var, çalışıyor. Siz Işık’a yardım edin” diyor. Ve böylece koli nasibini buluyor. Ayaküstü tanışıyoruz ve belge temin etmesini istiyorum Işık’tan. “Yine geleceğim” diyorum.

Gün ışıdığında Işık’ın evinin halini daha iyi keşfetme imkânı buluyorum. Camlarında cam yerine muşamba olan, altında mahallenin çöplerini taşıyan bir bina burası. Bir türlü bulamadığımız diğer kapının yerine, bu kırık kapıdan kaç kez gireceğimi hiç bilmeden ürkekçe giriyorum içeriye. Yıldız gözlü çocuklar bekliyor beni her defasında. Ve yaşlı bir teyze, dili dualı... Çoğu kez sobanın üstünde su kaynıyor oluyor ve çoğu kez akşam ne pişecek bilinmiyor.

Tedirginlik ve huzuru aynı anda yaşıyor ve Işık’ın hikâyesine kulak kesiliyorum bir soba ışıltısında...

Göçlerle geçmiş bir ömürden bahsediyor Işık. Asıl memleketleri Adapazarı olduğu halde iş umuduyla Ankara’ya giden ailesinden... Yaşlı teyzenin işsiz kocası ve iki oğluna bakmak için seyyar satıcılık yapmış olduğunu öğreniyorum. Teyze ilerleyen yaşına ve bozuk sağlığına rağmen hâlâ örgü örüyor, patik yapıp satmak üzere. “Işık” diyor, “öyle boş biri değil kızım, onun adını evliyalar koydu.” Sahi ya, “Neden senin ismin Işık?” diyorum, “pek rastladığım bir isim değil?”

Beni bir hikâye de burada bekliyor.

Teyzenin oturduğu ev bir yatırın bitişiğindeymiş. Teyze etrafını süpürür, eli erdiği gücü yettiği ölçüde hizmetini görürmüş kabrin. İki oğlundan sonra bir kızı olsun diye bu türbede dualar ederken, rüyasında yatırı görmüş. Bir kızının olacağını ve ismini Işık koymasını söylemiş mübarek. Birkaç ay sonra Işık dünyaya gelmiş.

Teyzeden sonra devam ediyor Işık. Ankara’da toplam 9 sene kalan aile, işler iyi gitmeyince bu kez başka bir gurbete, yine iş umuduyla İstanbul yoluna düşmüş. İstanbul sürprizlerle dolu karşılamış onları ve burada siroz hastalığından babasını kaybetmiş Işık. Henüz üçüncü sınıfa gidiyormuş ve bir daha da hiç okula gidememiş. 17 yaşına geldiğinde mahalleden bir delikanlıya vermişler. Nişan olmuş, ama düğün olamamış karşı tarafın düğün yapacak parası olmadığından. Bir başka gurbet çağırırmış Işık’ı, kaçmış sevdiğine ve İzmir yollarına düşmüşler birlikte. İş bulmak için iyi bir fikir gibi görünse de, İzmir çok acı çektirmiş onlara. “Bu günden bile fakirdik” diyor Işık, İzmir'i anarken. Bir ara İstanbul’a eşinin abisinin yanına gelseler de, eşi burada da işten çıkarılınca, yine İzmir yolları görünmüş onlara. Birer yıl arayla 4 çocukları olmuş ve kocası bir gece ansızın kanlı bir tüberküloz nöbeti esnasında vefat ettiğinde, en küçük çocuğu bir yaşındaymış.

Kolu kanadı kırılan Işık, yine düşmüş yollara ve abisine sığınmış İstanbul’da. Ama uzun sürmemiş. Eve gelen yeni misafirleri haber alan ev sahibi kapıya dikilmiş: “Ya bu yeni gelenler gider, ya hepiniz.” Abisi Işık’ı dört çocukla kapıya koymuş, elbet bir kapı bulur diye. Ama bulamamış Işık ve sokakta geçirdikleri geceyi hiç unutmamış çocuklar. Hikâyenin burasında ne kadar duygulandıklarını gözlemliyorum acıyla. Teyze, “O geceden sonra bir daha durmadım oğlumun yanında” diyor.

Sonra mahalleli duymuş sokakta geçen o geceyi. Tanıştığımız sokaktaki kullanılmayan bu eve almışlar Işık’ı. Camsız ve kapısız bir ‘ev.’ Birkaç parça eşya vermişler. Camlara muşamba, kapıya bir oda kapısı uydurmuşlar. Yaşlı anne de katılmış yanlarına, belki ilk kez aile olmuşlar.

Hikâyenin buradan sonrasındaki her ayrıntıyı birlikte yaşadık Işık’la. O gece Allah Deniz Feneri’ni çıkardı karşısına Işık’ın, evine kolilerle gıda geldi, çocuklara giysiler. Hatta kırtasiye seti. Işık ilk kez ışığı görecek mi derken bir haber geldi ev sahibinden. “Evi sattım” dedi, hiç merhamet etmeden. Kıştı, çocuklar okula gidiyordu, kiraya verecek parası yoktu. Bunların tek cevabı, “Yeni bina yapılacak, birkaç günün var” oldu.

Işık için kolları sıvadık. Dernekten kendisine verilen aylık miktar dahilinde bir ev bulmak çok zordu, ama şartları zorladık. Bir yandan Işık’a ev arıyor, bir yandan dördü de okula giden çocukları düşünüyorduk. Ümraniye’de bir ev bulduk. Ve Deniz Feneri yepyeni eşyalar getirdi, gıda kolilerinin yanında. Çocuklar o gün belki hiç olmadıkları kadar mutluydu. “İlk kez” dedi Işık, “ilk kez yeni birşeyimiz oluyor.” Kıyamadılar oturmaya. Sadece ben izinliydim, zaten belki tek misafirleri de bendim.

Herşey yoluna giriyor, ışık göründü diyorduk ki, en küçük kızımız Merve babası gibi kanamalı bir tüberküloz krizi geçirdi bir gece. Işık ellerinde vefat eden eşini hatırladı ve o gün hastane günleri başladı. Merve’nin sürekli gözlem altında tutulması gerekiyordu. Işık’ı bu kez hastaneye yakın bir eve taşıdık. Ucuza ev bulmak imkânsızdı, sobalı bir bodrum katı olan bu ev için dernekten aldığı paranın tamamını ödüyor, hatta yetmiyordu. Kira artmıştı ve artık çocuğun daha iyi beslenmesi gerekiyordu. Bu arada kısa süreli bir işe girmiş, tam sevinirken işyerinin kapandığı haberini almıştı.

Bu süre içinde Deniz Feneri hep onların yanındaydı. Ama Işık, ışıktan hep uzakta kalıyordu. 2005 yılında “Yılın Annesi” olmuştu Işık. Bu durum maddi olarak birşey değiştirmese de hayatında, güzel bir moral olmuştu. Kim bilebilirdi, asıl anneliği gelecek senelerde sergileyecekti...

Bizi kanama geçiren Merve düşündürüyordu. Hastalık genetikti ve kanamanın ne zaman geleceği hiç belli değildi. Hem diğer üç çocuk için iyi bir koruma gerekliydi. Ama korkulan oldu, kısa süre önce evin tek oğlu Ramazan, Merve’yle aynı krizi geçirdi.

Işık tekrar yıkılmıştı. Daha kötüsü, teyze de bir kısmî felç yaşıyordu. Işık nereye yeteceğini şaşırmış durumda, bir yandan diğer evlatlarını düşünüyordu İzmir’deki o geceyi hiç unutmadan.

Doktor “Bunlara iyi bak” diyordu, çocuklar için. “İyi beslenmeleri lâzım. Evin havadar mı?”

Hepsi ciğerlerinden yaralı bu çocuklar, küf kokulu bu bodrumu bulduklarına şükrediyordu oysa. Deniz Fenerine her gün duacılardı, ama dernekten gelen fazlasıyla kiraya gidiyordu. Okula beslenmesiz giden çocuklar, et, süt, yumurta ve bal gibi kelimeleri sadece sağlık dersinde duyuyordu.

Işık’ı tanıyalı tam 5 yıl oldu. Her zaman aynıydı; dilinden düşürmediği şükür ve duası da... En zor zamanlarda, bana teselli veren oydu. Sürekli Deniz Feneri’ne dua eder, bir gün gelen yardım kolisi gözüne çok gelse, “Aman benden fakirin rızkıdır, yanlış gelmiştir, derneğe geri gitsin, ben zaten derneğe yük oluyorum, yüzüm yok” diye beni arardı. Sürekli söylediği “Yalan olmasın” sözü ne kadar hassas olduğunu göstermeye yetse de, beş yıldır bu hikâyede bir tek değişiklik bile olmaması bana her zaman Işık’ın gerçek bir hal ehli olduğunu hatırlattı.

Şimdi yıl 2009. O Ramazan gecesi yolumuzu birleştiren o nasip hâlâ bitmedi. İmtihanlar da. Evinize çok yakın bir yerde, her an aynı hastalığa yakalanabilecek, ikisi kanama geçirmiş 4 çocuğu ve felçli annesiyle yaşayan bir emektar anne var. Zam yapmayı düşünen ev sahibine, dernekten daha fazla para istemeye yüzüm yok diye cevap veremeyen ve elleri başında kara kara düşünen bir Müslüman kardeşiniz var.

Işık hep der ki, “Üzülme Nuriye, Allah rızkımızı kesse canımızı alır. Yaşadığımıza göre, bir yerde rızkımız vardır.”

Işık’ın adının niye ‘Işık’ olduğunu çok düşündüm. O mübarek zât, bu kadar çileye sabreden bir annenin cennetteki durumunu mu kasdetmişti? Yoksa bir gün gerçekten bulacak mıydı umudun ışığını?

Bu hikâyenin sonunu bilmek imkânsız değil. Cevabı yüreğinizin bir köşesinde saklı belki de. Çözümü ise ellerinizde.


Not: Bu yazı ilk olarak Deniz Fener Derneği Yardım Alan Aile Hikayeleri bölümünde yayınlanmıştır.

  28.06.2009

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak




© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut