Huzurum kayboldu, hükümsüzdür

Ali Dedeoğlu

ALLAH’IN İMAN teklif ettiği şeyler insanı mü’minleştirirken onu yaradılış gayesine uygun şekilde yaşamaya teşvik eder. İnsanla Allah arasındaki ilişki sağlam temeller üzerine kurulduğunda onu kurtuluşa götürürken, çürük temellendirilen ilişki onu sonu gelmeyen çıkmazlara götürür. Yıllarca süren aldanış çağında insanlarımız yenilgiyi kabul ederken üzerlerine ölü toprağı serpildi. Bunun yanında iman zaaflarımızdan kaynaklanan boşluklar korkularımızla birleşince, öteki diye tanımladığımız dünyanın zahiri başarılarıyla hayretimiz arttı.

“Neden dünyamız başımıza yıkıldı?” kabilinden sorular insanlarımızı bir arayışa itmiş, bunun sonucu olarak da ülkemizde ehl-i İslam arasında yeni yapılanmalara gidilmiştir. Oluşumları sırasında yılgınlığın verdiği psikoloji ile karizmatik liderler önderliğinde başlatılan bu çalışmalar insanımız için adeta çöl ortasında vaha etkisi yapmıştır. Umudu tükenen insanlara yeniden ümit aşılamayı başaran bu hareketler ilk başlarda kardeşlik ekseninde insanları motive etmiş ve ahirzamanda müminlere yaşam alanları oluşturmayı amaç edinmiştir. Kardeşlik ekseninde yapılan bu çalışmalar, birçok insana kendini ifade etme imkânı sağlamış ve adam yerine konulmanın verdiği mutlulukla, her geçen gün müntesiplerini artırmıştır. Hareketin zayıf olduğu dönemlerde işler istişareyle halledilmiş, herkesin fikrine azami ölçüde değer verilmeye çalışılmıştır. Herhalde olayın en ilginç yanı farkedilme gayesi güdülmeden yapılan işlerin Allah’ın rızasını gözettiği için insanların desteğini celbediyor olmasıdır.

Yaşanan gerçek dünyanın yanında oluşturulan bu steril ortamlarda, daha çocukluğunu bile yaşamamış, dünyayı tanımayan insanlara dava adımlığı aşılanmaya başlandı. Güvenin verdiği rahatlıkla, insanlar hep ne denildiyse yaptılar. Adeta yaşadıkları çevreden koparılan bu insanlar ait olmanın verdiği rahatlıkla hep bu ortamlarda yaşamaya alıştırıldı. Artık eskiye ait ne varsa yok olurken onun yerine birilerinin vaaz ettiği dünya görüşüyle hayatlar yeniden tanzim edildi. Bu ortamlar o kadar kutsandı ki Asr-ı Saadetin günümüzdeki izdüşümü olarak, sohbet konularında mümtaz yerini aldı. Akıllı adamların istenmediği, itaat etmenin yettiği bu vasatta, belki garibanlık belki de yakın çevresinin değer vermezliği insanları tamamen yakın çevrelerinden soyutladı. Artık ait oldukları yeni toplulukta insanlar çizilen sınırlarda ille de kardeşlik ekseninde dünyalarını ahiretleri adına mamur etmeye başladı.

Daha iyi hizmet etmek amacıyla açılan kurumlar ilk başta gerçekten heyecanla çalışan insanların umudunu coştururken, yapılara toplum nezdinde daha çok itibar kazandırdı. Fakat kurumsal kimliğin öncelendiği, kardeşliğin ikinci plana atıldığı zaman dilimleri idrak edildiğinde ihlâs mantalitesinde aşınmalar başgösterdi. İnsana hizmet düşüncesiyle açılan kurumlar zamanla insanı hizmetçi olarak yaftalayan bir tasavvura evrildi.

Kurumsal kimliği ayakta tutabilmek adına hak ve hukukun ikinci plana itildiği bu süreç günümüz de kendilerini bu ortamlarda güvende hissedenler için ciddi problemler oluşturmaya başlamıştır.

Kuruluş aşamasında insanların sigorta ve maaş gibi dünyaya ait meselelerin bile lafını etmesinin davaya ihanet gibi algılandığı günlerde herkes üzerine düşeni fazlasıyla yapmıştır.

Bugün kardeşliğin yerini alan kurumsal kimliğin ilişkilerde oluşturduğu ast ve üst ilişkisi insanları tedirginliğe sevk etmektedir. Başarının tek geçer akçe olduğu, kişiliklerin ya da yaratılıştan gelen farklılıkların ıskalandığı kurumlarda insanlar her geçen gün yalnızlığa itilmektedir. Bugün karşılaşılan problemler çözülmeyip ötelendiğinde yarın gönlü kırılan, inandığı davaya karşı güvenini yitirenlerin yaşayacağı ruhi bunalımlar korkarız ki artacaktır.

Bizce burada cevaplanması gereken bazı sorular vardır. Bunlar;

  1. Hayatının, teferruat olarak değerlendirilebilecek alanlarına bile müdahale edilen biri sonradan yaşadığı derin sorgulamalar neticesinde içinde bulunduğu ruhsal girdaptan kurtulmak için ne yapmalıdır?

  2. Steril bir ortamda, sadece kendisine izin verildiği ölçüde kardeşleriyle yaşamış bu insan fanusun dışına çıkınca nasıl ve niçin yaşayacaktır?

  3. Yıllarca enerjisini son damlasına kadar harcadığı davası adına konuşanlardan gördüğü vefasızlık karşısında kaybettiği enerjisini nasıl toplayıp yılgınlığını ve ümitsizliğini nasıl aşacaktır?

  4. En önemlisi de yıllarca Allah adına koşturulan, davadan ayrılmanın büyük sorun olduğu beyninin tüm hücrelerine kodlanan bu insanın ahireti adına yaşadığı sıkıntıları çözüp zihnindeki ihanet psikolojisini bertaraf edecek ilacımız var mı?

  5. Muktedir olduğu gençlik dönemlerinde kendisinden beklenilen işleri büyük bir özveriyle yapan şahısların, performanslarının gerilediği yaşlılık dönemlerinde maruz kaldıkları dışlanmayı içlerine sindirebilmeleri ne ile mümkün olacaktır?

Artık şunu anlamalıyız Bu ülkede bugün ehl-i hizmetin binbir fedakârlıkla kurduğu kurumlar, hem kendi müntesiplerine hem diğer insanlara huzur vermek için kurulmuştur. Kurulan her sistemin asli unsuru insandır ve insanlara huzur vermeyen her sistem yıkılmaya mahkûmdur.

Bugün, kurumların göreceli başarıları ve geleceği adına ihmal edilen insanları dinleme zamanıdır.

Ötekiyi kendi adına dönüştürmeye çıkanların öteki tarafından dönüştürüldüğünü görmek ise, en büyük ızdırabımızdır. Bu derdin devası adalet düşüncemizdeki mevcut aşınmanın önlenmesidir. Geleneğimizde bu bahsi örneklendireceğimiz misaller oldukça fazladır. Bunlardan birini ifade edelim:

Tarihte Hz. Ali ile bir Yahudi’nin mahkemesi meselesi vardır. Bir gün Hz. Ali devesiyle giderken yularını düşürür ve bunun farkına varmaz. Arkasından gelen bir Yahudi yuları alır ve sonra da onu çarşıda satmaya kalkar. Hz. Ali yuları görünce onun kendi yuları olduğunu söyler, ama Yahudi reddeder. Bunun üzerine Hz. Ali onu tutup zamanın kadısına götürür. Kadı ikisini de dinler ve Hz. Ali’yi kanıt yetersizliğinden dolayı haksız bulur, yuları Yahudi’ye verir.

Bu durumu sessizce izleyen Yahudi şaşırır ve “Evet, bu yular Ali’nindi. Deveden düşünce aldım. Bir kere de benimdir dedim diye yalanımı sürdürdüm. Ama görüyorum ki sizdeki adalet mükemmel. Müslüman olmak istiyorum” der ve olur. Tâ Sifin savaşında şehid oluncaya kadar da Hz. Ali’den ayrılmaz.

İşte adalet bu kadar güçlü bir iksirdir ve en sert kalpleri bile yumuşatır.

Bahsi Bediüzzaman’dan bir alıntı ile bitirelim:

“Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilmez. Bir fert dahi, umumun selâmeti için feda edilmez. Cenâb-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz. Küçük, büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selâmeti için, bir ferdin rızası bulunmadan, hayatı ve hakkı feda edilmez. (…) Adalet-i izafiye ise, küllün selâmeti için cüz'ü feda eder. Cemaat için, ferdin hakkını nazara almaz. Ehvenüşşer diye bir nevi adalet-i izafiyeyi yapmaya çalışır. Fakat adalet-i mahzâ kabil-i tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Gidilse zulümdür" (Mektubat, s. 57)

Bir gün huzurumuz kaybolduğunda, gücümüzün gözümüzü kör etmesi hali geçtiğinde, umarım Üstadın ne dediğine kulak verir ve ıskaladıklarımızı hatırlarız.

  30.11.2007

© 2021 karakalem.net, Ali Dedeoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut