Kurban Bize Ne Söyler?

Metin Karabaşoğlu

KURBAN BAYRAMLARININ, HEPİMİZ İÇİN, AMA özellikle çocuklar için, hüzünlü bir bo­yutu da vardır. Kurban keserken, yüreğimiz burkulur. Hele kurbanlık hayvanı meselâ bir ay önceden almış, o süre zarfında ona bak­mış, yedirmiş, gezdirmiş, onunla birebir dostluk kurmuş isek... O zaman, yüreğimiz kat kat burkulur. Kurban olarak seçilen mahlûklar, bir bakı­ma, insana en yakın, en sevimli, en masum mahlûklardır. Kocaman başından beklenme­yen saf bakışıyla öylece bize bakıp duran da­nalar, sanki hafiften gülüyormuş gibi bir eda taşıyan yüz ifadesiyle insanda hep tebessüm hissi uyandıran develer, en dik yokuşlara bile tırmanıp zıp zıp gezi­nen sevimli keçiler, ve he­le uysallık timsali olmuş masum yüzlü koyunlar...

Hani, insanın bir derece korktuğu, uzak durduğu, çekindiği mah­lûklar kurban edilecek olsa, yüreğimiz belki bu derece burkulmazdı. Meselâ, bir yılanı, leoparı, kurdu, sırtlanı veya tilkiyi hiçbir yürek acısı duymadan kurban edebilirdik herhalde.

Ama Rabb-ı Rahîm zaten ürküyor veya bir şekilde uzak duruyor olduğumuz hayvanları değil; bize en yakın, en sevimli ve en masum yüzlü hayvanları kurban olarak istemektedir.

O yüzden, her Kurban Bayramı, bir yürek sızısı yaşarız. Bu sızı içinde, yaşanan bu 'kur­ban' olayını anlama çabasıyla, çoğu zaman­lar unuttuğumuz gerçekler gündemimize ge­lir. Çokları gibi, benim de ilk dersim, "O koyun senin değil ki"dir. "Yaratan kim ise, söz sahibi de O olacaktır. Mül­kün mâliki O ise, mülkün­de dilediği gibi tasarruf edecektir."

Kurban olarak seçilen mahlûklar, bir bakıma, insana en yakın, en se­vimli, en masum mahlûklardır. Kur­ban da, bir açıdan, şefkatimin O'nun adına mı, kendi adıma mı kullanıldığının sınanmasıdır.

Bu gerçeğe, boynunu bükerek de olsa, razı olur insan. Ama bu 'malikiyet' dersinde, bir hikmet, rahmet ve şefkat boyutu da görmek ister.

İşte o zaman, ölümün bir son olmadığı, mevcudatın şu şehadet âleminden çekilmek­le yok olmadıkları, Alîm-i Mutlak'm daire-i il­minde, Levh-i Mahfuzda, ruhlar âleminde hayatlarının ve tesbihatlarının muhafaza ve devam ettirildiği akla gelir. Ölüm bir son de­ğilse; o masum hayvanların ölümüne âdeta hiçliğe gitmişler gibi üzülmenin yanlışlığını görmeli; ölümün hakikatına ve mahiyetine dair daha yoğun bir talime ihtiyacının oldu­ğunu anlamalıdır insan.

Ama, bir son olmasa da, ölüm kalbimizi incitir. O mahlûka duyulan şefkat duygusu ile onun ölümünün verdiği acı arasında kalbî gelgitler yaşanır. O gelgitler içinde, kurban edilenin Mâlikinin bizim de Mâlikimiz olduğu hatıra gelir. Beni, koyunu ve danayı da yaratan yaratmıştır. Bana şefkat duygusunu ve­ren Zât, koyuna sevimliliği, danaya saflığı ve­ren Zâttır. Ben kendime malik değilsem, ba­na verilmiş şefkatin sahibi de ben değilsem; kendimi Mâlikimin emrine tâbi kılıp, şefkati­mi O'nun emir ve izni dairesinde kullanmam gerekir. Kurban da, bir açıdan, şefkatimin O'nun adına mı, kendi adıma mı kullanıldığı­nın sınanmasıdır.

Bu yönüyle de, kurban, bilhassa şefkat, acıma, merhamet, kerem gibi cemali duygu­ları ağır basan insanlar için, bir celâl-cemal dengesi talimidir. Nasıl Allah'ın affettiğini af­fetmeyen bir celâl hali bir dengesizliğin ifadesiyse, Allah'ın emirlerine karşı gevşeme ve lâkaytlık biçimini alan bir cemal hali de den­gesizliktir. Kurban, duygularımızı böyle ölçü­süz bir cemal halinden, yeniden cemal-celâl dengesine çevirme terbiyesidir. Benim, duy­gularımın ve sair mahlûkların asıl Sahibini bilme; O'nun kudret, izzet ve azametini en azamî derecede hissetme dersleri yüklüdür. O yüzdendir ki, bu bayramın birinci alemi kurban kesme ise, ikinci alemi de O'nun ce­lâl ve kibriyasını yoğun bir biçimde ders ve­ren teşrik tekbirleridir.

  1.02.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu