Filistin hüzünlü bir şiir yüreğimizde

Zeyneb Hafsa

Şu unutulmamalıdır ki acılar matematiksel denklemler değildir birbirlerine eşitlenebilen. Allah içine kendisinin dahi sığabileceği bir kalp bahsetmiştir insana. İnsanın kalbi iki metrekarelik bir alandan ibaret değil ki acının birini içeri koyunca diğerini dışarıya almak zorunda kalasın.


İLLA FİLİSTİN HAKKINDA YAZAYIM İSTİYORUM. Lakin geçmişten günümüze Filistin meselesine dair istediğim okumaları henüz yapamadığımdan şimdilik detaylı paylaşımda bulunamıyorum. Yine de kalemim/klavyem sessiz kalmasın istiyorum bu konu hakkında. Konuya dair bahsetmek istediklerimi iki gruba ayıracağım aşağıda: görüntü meselesi ve konu hakkında konumlanışlar.

Daha önce ‘Görmez Olaydım!’ başlıklı yazıda Suriye’deki iç savaşı, modernleşmeyle birlikte hükümranlığını artıran görüntü, gör(ün)me olguları ekseninde değerlendirmeye çalışmış ve bunu yaparken de John Berger’in Görme Biçimleri isimli eserine atıflarda bulunmuştum.

Filistin’de yaşananları da görüntü, gör(ün)me açısından değerlendirecek olursak durumda pek bir değişme yok. Hatta bir kötüleşme dahi mevcut. Zira sizi etki altına alacak türden fotoğraflar hemen her yerde paylaşılır hale geldi. Konuya dair Leyla İpekçi bir köşe yazısında şunları dile getirdi:

Acıyı insan yüreğinden kopardık. Seyrettikçe tükettik. İçimizde taşıyamıyoruz. Olağan, sıradan, vasat bir hale büründü acı. Görüntüye sığdığı kadar var oldu. Birkaç dakika...

Katılmamak mümkün mü? Yine aynı yazısında İpekçi şunları dile getiriyordu:

İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan acıları, Vietnam'ı, toplama kamplarını... Bütün bunları insanlık için duyarlı bir alana taşıyan şiirdi, romandı, fotoğraftı, hikâyeydi, belgeseldi, kurgu filmlerdi. Şimdiyse canlı 3G görüntüleri, Youtube’a düşen binlerce video vesaire var. Bize acıyı duyumsayacak, paylaşacak, yas tutacak, ifade edecek zaman bırakmadı akan görüntüler.

Görüntünün baskınlığına bu denli karşı oluşumuzun temel nedeninin şu olduğunu düşünüyorum: görüntü, ani duygulanımlar (acı, öfke vb.) meydana getirmekte hayli etkili belki ama etkisi oldukça kısa süreli. Bir kaç dakika, hatta bazen o kadar bile değil. İnsanın izlediği bütün görüntüler sanki içeri işleyemeden derinin üzerinde tabaka oluşturan akışkan bir madde misali. İşte bu yüzden insan en çok kelimelere yönelmeli diye düşünüyorum. Okumalı ve anlatmalı olan biteni. Tıpkı şiirde, hikâyede, romanda olduğu gibi.

Ah kim bilir nice şairlere gebedir Filistin sokakları şimdi!

Çünkü yaşananlar bir dereceye gelir ve o kadar baskı yapar ki insanın içinde, bu şekilsiz, kokusuz hissiyatın kelimelerle ete kemiğe bürünüp dışarı salıverilmesi gerekir. Fakat bu, bir boşluğa salınım değildir. Kelimeler, sarıp sarmaladıkları hissiyatın başka insanlarda karşılık bulmasına da aracılık eder. Görüntülerdeki kan, yanıklar da ne ki? Derinden gelip kelimelerle buluşmuş bir kaç satır size kanın kokusunu taşır, yanığı teninizde hissedersiniz. Hem de unutmamacasına. Eğer gerçekten ‘oku’yorsanız. Sadece kelimeler mi? Yazının görselle buluşmuş hali olan sinema da belgesel de benzeri paylaşımlara aracılık eder. İşte bu yüzden her zamankinden daha çok ihtiyacımız var yaşananları ‘insanlık için duyarlı bir alana taşıyan’ yazıya ve yazının görsel yansımalarına.

Filistin meselesi hakkında ikinci olarak bahsetmek istediğim husus, özellikle sosyal medya üzerindeki paylaşımlarda kişilerin takındığı tavırlara göre konumlanışlar. Görebildiğim kadarıyla, oldukça yaygın bir ‘ama’cılar grubu mevcut. Filistin meselesi var evet, ama Doğu Türkistan, Suriye, Irak ve Afrika’da da acı var. Bunu duyunca, okuyunca aklıma şu ihtimaller geliyor: bir vesileyle Filistin hakkında çekinceleri olan kişilerin bunu açıkça dile getirmekte zorlanıp yine de insancıl görünme arzusu eşliğinde söylenmiş, yanlışlanamayan bir argümandır bu. ‘Gerektiğinden fazla önem vermeyin şu konuya’ demek isteniyor da olabilir bununla. Fakat bu durumda ‘gereken miktar’ nediri açıklamak baya zorlayıcı olacaktır iddia sahiplerince. Eğer bununla gerçekten, samimi bir şekilde her türlü acının paylaşımını hatırlatmak amaçlanıyorsa amenna.

Kalbimizde her acıya yetecek kadar yer var

Şu unutulmamalıdır ki acılar matematiksel denklemler değildir birbirlerine eşitlenebilen. Hissedilen acının derecesini etkileyen o kadar çok unsur var ki! Mesela acının tazeliği, uzun zamandır devam ediyor olması, adaletsizliğin şiddeti, boyutu ve hatta kişinin kendi konumu bile etkiler bunu. O halde kimsenin kimseye neyi ne kadar hissetmesi gerektiği hususunda had bildirmesi, ‘nazik’ hatırlatmalarda bulunması yakışık almaz diye düşünüyorum. Günün sonunda herkes kendi vicdanıyla baş başa kalacaktır. Neye ne kadar niçin üzüldüğünün ya da üzülmediğinin hesabını verecektir. Ve merak etmeyesin ey insanoğlu; Allah içine kendisinin dahi sığabileceği bir kalp bahsetmiştir insana. İnsanın kalbi iki metrekarelik bir alandan ibaret değil ki acının birini içeri koyunca diğerini dışarıya almak zorunda kalasın. Sen yeter ki derdinde ol bir şeylerin, Hak şeylerin.

Filistin’de yaşananlara dair daha bariz bir gruplaşma, şu iki argümanı dillendirenlerce ortaya konmaktadır: İsrail vuruyor çünkü Hamas vb. gruplar rahat durmuyor; Hamas vb. gruplar mücadele ediyor çünkü İsrail rahat durmuyor. Daha açık bir ifadeyle, ilk grubun mantık örgüsü ucu açık bir gelecekten şimdiye ve geçmişe doğru şöyle uzanıyor: ...-İsrail vuruyor > Filistinli örgütler rahat durmuyor > İsrail vuruyor > Filistinli örgütler rahat durmuyor-...-Filistinli örgütler rahat durmuyor.

Neyi unuttuğumuzu hatırlayalım

Bunu savunanların söylediklerinin geçerli olabilmesi için başlangıcın kendileri tarafından olmadığını ispat etmeleri gerekir. Diğer grubun durumuysa bunun tam tersinedir. O halde sarmala dönüşen bu iki argümandan geçerli olanı tespit için en başa dönmek gerekiyor. Olayın en başında ne mi var? 1903’te gerçekleştirilen 6. Siyonist Kongresi’nde Yahudiler’in yerleşimi için kabul edilen Uganda bölgesi kararının değiştirilip Filistin’i tercih ediş var. İngiltere’nin 1917 Balfour Deklarasyonu’yla Filistin’in Yahudiler için ‘milli yuva’ ilan edilmesi var. Daha sonra bu ‘milli yuva’nın ‘Yahudi devleti’ ibaresine dönüşümü var. İkinci Dünya Savaşı ve Hitler’in politikalarıyla Filistin’deki Yahudilerin sayısının İngiliz kotasını dahi aşması var. İngiliz mandasına ilaveten Haganah gibi silahlı Yahudi örgütler var. Gelişmelerin seyrinden çekinen İngiltere’nin 1939 yılındaki görüşmelerde Yahudi yerleşimcilerin sayısının azaltılması ve 10 yıl sonrası için bağımsız bir Filistin devleti kurulmasına dair kabul edilmeyen bir önerisi var. Birleşmiş Milletler’in 1947’deki taksim planına göre toplam nüfusun 31%’ini oluşturan Yahudilerin Filistin topraklarının 56%’sını almasına onay verilmesi var.

Bunları benzer bir şekilde takip eden uzunca bir süreç var sonra. Şimdi, ta en başta yer alan bu olaylar kimi haklı çıkarıyor var sen bir düşün ey sevgili okuyucu...

  5.08.2014

© 2021 karakalem.net, Zeyneb Hafsa