Goethe’nin anlattığı *

Mustafa H. Kurt

Yaşadığımız toplumlarda da belki her an, kendi yürek yolculuklarına çıkacak Goethelerle karşılaşıyor olduğumuzu veya karşılaşabileceğimizi de bize ders vermekte Frankfurtlu Goethe...


HAKİKATİN KENDİNE ÖZGÜ “PERDELENEMEZ” ÖZELLİĞİNE en esaslı bir örnek, İslam’ın akledebilen sînelerde bazen ‘kendi kendine’ bile karşılık görebilmesidir herhalde.

Gerek kimi Kur’ân kıssalarının, gerekse de geçmişten günümüze pek çok ihtida örneğinin işaret ettiği işte bu özellik; insanın, temel insanî hasselerini köreltmediği müddetçe, “insaniyet-i kübra” olan İslamiyet’e kapalı kalamadığının da bir şahididir aynı zamanda.

Bu hatırlatma yedeğinde, Alman ve Batı Avrupa edebiyatının yüz akı isimlerinden Goethe’nin, yakın ve uzak çevresinde henüz hiçbir Müslüman’la tanışmamışken, sadece bir Kurân-ı Kerîm meali ve Hafız Şirazî’nin Divan’ıyla çıktığı iç yolculuğunun, günümüz Müslümanları ve Müslüman adayları için de oldukça anlamlı olduğunu teslim etmemiz gerekir.

Üstelik tek bir yönden de anlamlı değildir bu yolculuk. Zira Goethe bu yolculuğuna, İslam’a karşı cehalet ve önyargıların oldukça katı/yıldırıcı bir baskı aracı olarak kullanıldığı 19 yy. Avrupa’sında, Sekülarizm ve Oryantalizm’in ‘entelektüel’ hegamonyası hengamında girişmiş bir yürektir en başta.(Devrin Avrupasının söz konusu ibretli vaziyeti öyle bir haldedir ki, örneğin resmî bir makama gelebilmenin ancak “inançlı bir Anglikan olma” şartına bağlandığı ve dolayısıyla Müslüman olmanın da yasaklandığı 1673 tarihli Test Act, İngiltere ve İrlanda’da 1850’lerde aşılabilmiştir ancak.)

Ve bu yolculuğunu da: “Hz. Musa’nın Kur’ân’da ettiği duası gibi dua ediyorum ben de” sözleriyle açığa vurmaktadır Goethe.

Anlamlıdır, çünkü zahirî vesilelerin yetersizliği durumunda bile, “O halde yüzünü, Allah'ı bir tanıyarak dine, Allah'ın insanları üzerine yaratmış olduğu fıtratına doğrult.” (Rum S. 30/30) ayet-i kerîmesini tasdiklercesine, fıtratın hakikate işaretçiliğine güzel bir örnektir de o bu yolculuğuyla.

Ve bunu: “Wenn İslam ‘Gott ergeben’ heißt, // İn İslam leben und sterben wir alle.” (İslam’ın anlamı Allah’a sadık olmak-teslim olmak ise eğer, İslam içinde yaşayıp ölüyoruz biz.) gibi dizeleriyle özetlemektedir Goethe.

Anlamlıdır, çünkü özellikle de Batı’da yaşayan ve yaşayacak olan hakikat talibi yüreklere; yalnızlık, gariplik, çaresizlik, bilgisizlik, maddiyat, dindar olmayan (ve hatta Müslüman olmayan) bir çevre, ya da gayr-ı İslamî bir mazi gibi ‘arızaların’, İslam’ı öğrenmenin -ve dahi yaşamanın- önünde asla bir engel teşkil edemeyeceklerini haykırmış bir hakikat hayranıdır o.

Ve bunu ise: “Ob der Koran von Ewigkeit sei? // Darnach frag’ ich nicht!.. // Dass er das Buch der Bücher sei // Glaub’ ich aus Mosleminen-Pflicht.” (Kur’ân’ın ezelî olup-olmadığını sormuyorum, O’nun kitapların kitabı olduğuna, Müslümanlık vazifesi gereği inanıyorum.) mısralarıyla anlatmaktadır Goethe.

Ve anlamlıdır bir kez daha, çünkü yaşadığımız toplumlarda da belki her an, kendi yürek yolculuklarına çıkacak Goethelerle karşılaşıyor olduğumuzu veya karşılaşabileceğimizi de bize ders vermekte Frankfurtlu Goethe...


* Metin Karabaşoğlu Ağabeyin, Bildungs- und Begegnungsforum Frankfurt’un ev sahipliğinde 11 Mayıs 2014’te Frankfurt Saalbau Gallus’da yaptığı “Seküler Batı toplumunda Müslüman kimlik sorunları ve Kur’ân-Sünnet ekseninde çözüm yolları” başlıklı konuşmasına katılamayan bazı kardeşlerimin isteği üzerine, söz konusu sunumun (düzenlemeye çalıştığım/hatırda kalmış/çağrışım yapmış) kısa bir özet denemesidir. Mustafa H.Kurt.

  13.05.2014

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt