Uslûp imtihanımızı verdik mi?

Abdullah Taha Orhan

Akılları paylaşamıyoruz, her aklın kendi aklı gibi düşünmesini, onların da akıllarını fethetmeyi ister hale geliyor insan; bu olmayınca da tahkir ve tehditlerle sözü boğmaya çalışıyor.


“Allah’a bizleri ölümle tedavi ettiği için şükretmeliyiz. Yoksa hepimiz hırs kanseri olurduk.”
İbrahim Tenekeci

SON BİRKAÇ HAFTADIR zorlu bir gündemden geçiyoruz. Toplumsal anlamda gerginlikler olduğu gibi şahsî hayatlarımıza da sirayet eden bir fay hattı kırılmasıdır yaşadığımız. Öyle ki belki ailelerin içlerinde, belki en yakın arkadaş grupları içinde ayrılıklar, kopmalar yaşanıyor.

İnsanoğlu maalesef aklî düzeydeki bir ayrılıkla kalbî düzeydeki bir ayrılığı çoğu zaman birbirine karıştırıyor. Duygularımızı yönetemiyoruz zira. Yönetemediğimiz gibi duyguların ve tüm varlığımızın sahibi olan Kadir-i Rahim’e tevekkülde de sıkıntılarımız var.

Benim gibi düşünmeyen, ‘öteki’ gibi düşünür!?

Birbirini çok seven iki insanın, hele ki iki müminin, bir meselede farklı düşünmesi kadar doğal bir şey olamaz aslında. Fakat biz bu farklılığa çoğu zaman duygusal olarak yaklaşıyor ve mümin kardeşimizi ötekileştiriyoruz.

Hâlbuki dünyamıza duygular yerine ilkeler hâkim olsa, aklî düzlemdeki bu ayrılığı kalbî düzleme taşımamamız gerektiğini pekâlâ teslim edebiliriz.

Diyelim bunu yapamadık, yine de yapabileceğimiz bazı şeyler var. Eğer fikrî farklılıklarımızı gerçekten bir kopmayı, bir ayrılığı gerektirecek denli derin görüyorsak bu ayrılığı da usulüne göre yapma şansımız var hâlen.

Fakat baştan duygulara yenik düşülünce, çoğunlukla bu da mümkün olmuyor. Ağızlar açılıyor, akıllar ve gözler yumuluyor. Geride kalansa bir sürü kırık kalb...

Burada şu hadisi hatırlamakta fayda var:

...kim bir adama kâfir ya da "Allah düşmanı" derse, eğer adam kâfir ya da Allah düşmanı değilse, bu söz dönüp dolaşıp ona gelir. (Buhârî, Menâkıb, 5, IV, 156)

Hadiste sadece kâfir değil, "Allah düşmanı" benzeri bir ibarenin de bu hükme dâhil olduğuna dikkat! Yani sadece tekfirde değil, her türlü itham ve tahkirde eğer itham konusu olan vaziyet muhatabımızda yoksa onun bumerang gibi dönüp dolaşıp bizi bulmasından endişe etmeliyiz.

Tabi müminin, yine nebevî tarifle, sadece elinden değil, dilinden de emin olunan insan olduğunu hatırlayalım.

Sadece bu birkaç ilkeyi dahi hatırlayıp refleksimiz haline getirseydik; bu kadar kırılmalar, kopmalar yaşar mıydık acaba?

Ruhlarımız sersemleyince akıllarımız gevezeleşti

Bu süreçte, kırıcı olmanın yanı sıra bir diğer problemimiz de çok konuşmaktı belki. Zaten çok konuşunca hata yapmak kaçınılmaz hale gelebiliyor. Bunun da altında Bediüzzaman’ın “ruhları sersem ve akılları geveze” eder şekilde, insanın birincil vazifelerini bırakıp, afâkî ve siyâsî boğuşmalara müdâhil olmaya çalışmasının yattığını düşünüyorum.

Sanırım ümmet olarak, müminler cemiyeti olarak bu imtihanı pekiyi veremedik. Sosyal medyada uçuşan tehditler ve tahkirler bunun yürek burkan delilleri olarak kalacaklar. Oysa neyi paylaşamıyorduk ki?

Akılları paylaşamıyoruz galiba, her aklın kendi aklı gibi düşünmesini, onların da akıllarını fethetmeyi ister hale geliyor insan bir noktadan sonra. Bu olmayınca da tahkir, tahfif ve tehditlerle sözü boğmaya çalışıyor insanoğlu.

Şükür ki, şairin dediği gibi, ölüm var; “yoksa hepimiz hırs kanseri olurduk”...

  10.12.2013

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan