Yasaklar ve ‘hür abdullah’lar

Abdullah Taha Orhan

Meşrûtî ol(a)mayan meşruiyet zeminleri, zaten ancak baskıyla var olabiliyorlar. Fakat tarih bize şunu da öğretiyor ki meşruiyetleri meşrutiyete dayanmayan tüm baskıcı sistemler, er ya da geç yıkılmaya mahkûm oluyor.


YASAKLAR YAKIN DÖNEME KADAR ÜLKEMİZİN gündemindeydi sürekli. Son yüzyılda bu keyfî yasak uygulamalarından çekilenler, özellikle de ehl-i dînin çektikleri, hepimizin malumu.

Şükür ki en son demokratikleşme paketiyle kalkan başörtüsü yasağıyla birlikte ülkemiz keyfî yasaklar karnesini bir not daha iyileştirdi. Umarım bu demokratikleşme hareketleri artarak devam eder ve hürriyetlerin, özellikle de fikrî ve psikolojik özgürleşmenin önü açılır.

İran vs. Kuzey Kore

Dünya yasak indeksi gibi bir sıralama varsa eğer, belki de İran özellikle internet yasakları hususunda Kuzey Kore’yle yarışabilir durumda kanaatimce. Facebook, Twitter, Youtube gibi sosyal paylaşım sitelerinin yanı sıra pek çok site ve blog da erişime kapalı. Düşünce, ifâde ve örgütlenme özgürlüklerinin önünde de ciddi engeller mevcut.

Öyle ki sanki aksi söylenene kadar her şey için, “bu yasak mıdır acaba?” diye sorar hâlde bulabilir insan kendini. Milli kütüphanenin önünde fotoğraf çekmemiz dahi istenilmedi örneğin. Yasakmış.

Batı’da İslamofobların kendilerine en çok malzeme çıkarmaya çalıştıkları giyim-kuşam yasakları ve zorunlulukları da meselenin bir diğer boyutunu teşkil ediyor. Ne yazık ki cebr ve yasaklar insanları ilginç alternatifler üretmeye teşvik ediyor.

Örneğin kadınlar başörtülerini, rejimin kabul ettiği en alt sınır neresiyse oraya kadar indiriyorlar ve aşırı makyajlarla rejim yasaklarını kendilerince bir nebze de olsa delmeye çalışıyorlar.

Bandajlı burunlar bu yıl çok moda (!)

Burun estetiğine verilen önem de kanaatimizce yasakların doğurduğu ilginç alternatif üretme çabalarından biri. O kadar moda olmuş ki burun estetiği yaptırmak, gücü yetmediği için yaptıramayanlar dahi burunlarını bandajlayıp estetik yaptırmışlar gibi algılanmak istiyorlar.

Sıradan bir günde en az birkaç burnu bandajlı insan görebilirsiniz Tahran sokaklarında. Sadece kadınlar değil üstelik, erkekler de burun estetiği yaptırıyorlar.

Kanaatimizce bu toplumsal eğilimler, yasaklara karşı birer reaksiyon olarak ortaya çıkıyor. Yasaklarsa, daha evvel de ifâde etmeye çalıştığımız gibi, İran’ın mevcut hükümet rejiminin doğasından kaynaklanıyor.

Safevilere kadar Şiilik bir dinî mezhep iken, Safevilerle birlikte bir devlet ideolojisi hâlini almaya başlıyor. 1979’da yaşanan İslam Devrimi’nin ardından, teorik bazı değişikliklerle birlikte Şiilik, ya da İslam’ın Şii yorumu, yeniden, yeni devlet rejiminin kurucu ideolojisi hâline geliyor.

Bu da meşveretin, demokrasinin, düşünce ve ifâde hürriyetinin olmadığı totaliter bir teokratik oligarşiyi beraberinde getiriyor.

İstibdadın bekāsı için…

Din adamları oligarşisi, istibdatlarının bekāsı için dini, İran örneğinde Şia inancını, araçsallaştırıyor ve toplumsal baskı unsuru hâline getiriyorlar.

İşte bu meşrûtî ol(a)mayan meşruiyet sistemi, tanım itibariyle zaten ancak baskıyla var olabilirdi. Fakat tarih bize şunu da öğretiyor ki meşruiyetleri meşrutiyete dayanmayan tüm baskıcı sistemler, er ya da geç yıkılmaya mahkûm oluyor. Özellikle de artık gitgide küreselleşen dünyamızda ve hürriyetin kıymetini daha çok anlamaya başlayan çağımızda.

Elbette “insanlar hür oldular, ama yine abdullahtırlar” düsturunu asla akıldan çıkarmadan, İran halkının da ‘hür abdullah’lar olacağı günlerin yakın olduğunu hissediyoruz…

  21.10.2013

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan