Bin Türlü Sebep

Metin Karabaşoğlu

GREG NOAKES

1989’da ihtida etti. ABD’li. Washington Report’un Orta Doğu editörü.



TEXAS EYALETİNİN FORTH WORTH ŞEHRİNDE, Protestan mezhebine mensup bir Hıristiyan aile içinde büyüdüm. Bir çocuk olarak, kilisemiz, önemli bir moral değerler kaynağıydı benim için; doğruyu yanlıştan, hayrı şerden, iyiyi de kötüden ayırmak için bir ölçek temin ediyordu. Ancak, gerek sosyal, gerek entellektüel faaliyetimin hayatî bir cüz’ü de değildi. Kilise, açıkçası, beni pek sarmıyordu, benim gözümde vazgeçilmez birşey değildi. Hem, Pazar sabahları öğretilen ve müzakere edilen şeyler, çoğunlukla, haftanın kalan kısmınaóyani, gündelik hayataópek de denk düşmeyen şeyler gibi gözüktü bana.

Üniversiteye gitme zamanım geldiğinde, Virginia Üniversitesini seçtim. İçimde bir tarih sevgisi hep var olagelmişti, ve seçmeli ders listesini gözden geçirirken Orta Doğu tarihine giriş mahiyetinde bir ders bulmuştum. Dünyanın bu bölgesi hakkındaki bilgim çok sınırlı olduğundan, bu dersin benim için yararlı olacağını düşündüm. Ayrıca, bu dersin eşliğinde, yabancı dil olarak Arapça’yı öğreneceğim bir dil kursuna da yazılmaya karar verdim. Daha önce sıkı bir Fransızca eğitimi görmüştüm ve Arapça’yı öğrenerek hasretini çekip durduğum büyük bir değişim gerçekleştireceğimi umuyordum.

Yıllar geçip giderken, ómimarlık bölümünde okuyan biri olarakómimarlıkla ilgili derslerden ziyade, Orta Doğu hakkındaki derslerimle ilgilenmeye başladım. Bir sene sonra, tarih bölümüne geçiş yaptım ve orada da, çalışma ve araştırmamı Arap dünyası üzerinde yoğunlaştırdım. Yaklaşık beş yıl önce Texas’tan mezun olalı beri, Washington Report’un Orta Doğu haberleri editörü olarak, Orta Doğudaki olayları ve trendleri takip etmeye devam ediyorum. Fakat, üniversitede gördüğüm Orta Doğuyla ilgili derslerin ve o dersleri veren profesörlerin, hayatımın yönünü ve yörüngesini tamamen değiştirdiğini özellikle belirtmeliyim.

Derslerim ve bu dersler muvacehesinde okumamız istenen metinler vesilesiyle İslâm’ın öğretileriyle yüzyüze gelmiş oldum. Böylece, üzerinde çalıştığım konular, büyük bir önem kazanmış oldu. İslâm, hakkında daha da fazla okudukça, beni daha da fazla cezbetti; ki, daha önceden, İslâm’a dair zerre kadar bilgim yoktu. Gerek Müslüman, gerek gayrimüslim yazarların yazdığı kitapları okuyarak, daha da derinlere daldım. Dikkatimi gerçekten çeken şeyler, bir avuç yazar tarafından yazılmış bazı eserlerdi. Bunlar arasında, Avrupalı bir Müslüman olan Charles Le Gai Eaton’ın Islam and the Destiny of Man (İslâm ve İnsanlığın Kaderi) başlıklı şaheser kitabını, Fazlurrahman’ın sadece Islam başlığını taşıyan İslâm itikadına dair genel özetini, ve gayrimüslim Marshall Hodgson’ın üç ciltlik tarihi The Venture of Islam’ı (İslâm’ın Serüveni) özellikle zikretmem gerek.

Ahlâkî öğretilerinin annem ve babam tarafından bana öğretilmiş olan değerleri hayli andırdığı bir din bulmuştum. Allah’a iman, başkalarına saygı, hakperestlik, nezaket, infak ve haysiyet gibi değerlerdi bunlar. Yeni olan şey ise, İslâm’ın vuzuhu ve berraklığı, dipdiri oluşu, bir de bütün bu değerlerin herhangi bir kopuklukla mâlul olmayan tam bir bütünlük içinde birarada bulunuyor olduğu gerçeğiydi. İslâmî öğretiler, ulvî, incelikli ve de anlaşılması kolay bir mahiyet arzediyordu.

Kararımdan emin olmak ve kendi bilgi düzeyimin yetersiz kaldığı İslâmî inanç ve ameller hakkında daha fazla bilgi edinmek amacıyla, "Bir yıl daha bekle!" dedim kendime. Kelime-i şehadet getirmek, hayatımın en önemli işi olacaktı; o yüzden, şehadet getirerek vereceğim ahde uygun bir ömür sürmeye muktedir olup olmayacağımdan emin olmak istedim. Aşağı-yukarı üç yıl süren bir araştırma, inceleme ve tefekkürden sonra, 1989 yazında İslâm’ı benimsedim.

Müslümanlarla veya gayrimüslimlerle yaptığım sohbetlerde karşıma hep "Neden ihtida ettin?" sorusu çıkar. İslâm’ın güzelliğini konuşacağımız üç-beş noktaya indirgemek, besbelli ki, saçma bir iş; neden Müslüman olduğum sorusunun cevabı sadedinde, irili ufaklı bin türlü sebep sayabilirim. Yine de, üç husus benim için özellikle öne çıkıyor.

Birincisi, İslâm’ın Hesap Günü hakkında ortaya koyduğu akidenin ruhumda derin bir iz bırakması, ruhumu en hassas yerinden yakalamasıdır. Buna göre, her insan, dil ama Rahîm bir Hâkim, yani Allah tarafından, yaptığı amellerdenóve, yalnızca kendi yaptığı amellerdenósorumlu tutulacaktır. Rahmet ile kıvamını bulan adaletin, bu dünyadaki en önemli şey olduğuna inanırım; ahiretteki en önemil şey de elbette budur! Doğruyu yanlıştan ayırt edecek araçlarla donatılmışız. Hem, birinden (doğrudan) hoşlandığımız halde, diğeri bize sevdirilmiyor; böyle bir özellikle donatılmışız. İslâm, amellerimize ve niyetlerimize, İslâm’a göre, kelimenin en gerçek anlamıyla, bir mânâ ve değer atfediyor.

İkincisi, bir yandan Hıristiyanî ve İslâmî ahlâk kuralları arasında büyük ölçüde benzerlik bulurken, öte yandan İslâm’ın Hıristiyanlığın tatminkâr bir cevap veremediğini gördüğüm imana dair bir yığın teolojik soruyu ve meseleyi çözmüş olduğunu kavramamdır. (Hıristiyan doktrini dahilinde vaktiyle yine de beni tatmin edecek şekilde açıklanmış olan) Hıristiyanî Teslis ‘sırrı’nın aksine, Tevhid, yani Allah’ın birliği inancı; her Müslümanın bir ruhbanın aracılığı olmaksızın Allah’ın huzurunda duruyor olması; ve de Kutsal Kitabın diline dair tüm meseleler, bunlar arasındadır.

İsa (a.s.) Aramî dilini kullanıyor olduğu, İncil ise ilk olarak Yunanca yazıldığı, sonra Latince’ye çevrildiği ve onu da takiben İngilizce, Fransızca, İspanyolca, Almanca ve sair dillere tercüme edildiği halde; Kur’ân, Hz. Muhammed (a.s.m.) zamanından beri, asıl şekliyle ve asıl Arapça haliyle muhafaza edilegelmiştir.

İki dil konuşan ve bugüne kadar bir dilden ötekine çeviri yapmış bulunan hangi insana gitseniz, bu tercüme sürecinde birşeylerin kaybolduğunu söyleyecektir size. İfadelerin daha ince anlamları ve kelimelerin uyandırdığı çağrışımlar, tercüme esnasında, kaçınılmaz bir biçimde feda edilirler. O halde, İngilizce bir Kitab-ı Mukaddes’teki bir pasaja, insan nasıl ‘kutsal metin’ olarak atıfta bulunabilir; ve bunların gerçekten İsa’nın, Musa’nın veya İbrahim’in (aleyhimesselam) sözlerióve öğretilerióolduğunu nasıl ileri sürebilir? Müslümanların ise, Kelâmullah’a doğrudan muhatap olma imkânları vardır. Onlar, Yaratıcılarının Mesajını asıl haliyle takip etme imkânına sahiptirler.

Müslüman olmamdan beri, İslâm hakkındaki bilgim daha da derinleşti ve imana dair anlayışım daha da genişledi; ama hâlâ daha o engin İslâmî öğreti, düşünce ve ilim kütlesinin ancak sathında dolaştığımın farkındayım. Dünya üzerindeki Müslüman ümmetin böylesi bir çeşitlilik arzetmesi ve Müslümanların sahip oldukları görüş ve kanaatlerin bu derece çeşitlenmiş olması da, bende İslâm’a karşı gitgide artan bir takdir hissi uyandırmıştır. Bu durum, bir anlamda, bir gayrimüslim olarak üstlendiğim asıl görevin İslâm’ıóonu anlamak amacıylaóbellibaşlı temel unsurlarına indirgemeye çalışmak olmasına rağmen vâki olmuştur. Şimdi ise, dün belli unsurlara indirgemeye çalıştığım bütün bu çeşitlenme dahilinde İslâm’ı nasıl daha iyi anlayıp anlatacağımı görmeye çalışarak, bu süreci tersine çevirmekle meşgulümóki, bütün zamanlara hitap eden ve bütün insanlar tarafından uygulanabilir mahiyette olan bir inanç sistemi, kesinlikle, böylesi bir genişlik ve çeşitlilik arzetme durumundadır.

İslâm’ı kendi tercihleriyle benimseyenler için zaman zaman kullanıldığı üzere, ‘Muslim by choice’óyani, Müslüman bir çevrede doğmadığı halde kendi tercihiyle Müslüman olmuşóbiri olarak kendi bakış açımdan İslâm için coşku ve sürur dolu günlerin geleceğini, Müslüman kimliğinin heyecan ve coşkuyla ifade olunacağı müstakbel bir zamanın mevcut olduğunu görüyorum; bilvesile, bunu da belirtmek isterim.

  28.12.2003

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu