Aşkı kırmayın, ayna değildir

Nuriye Çakmak

İNSANI BİR DENEK OLARAK GÖRÜRSENİZ, onu incelersiniz. Ve elbet bulgulara varırsınız. Sonra bu bulguları çoğaltır, kıyaslar ve sonuçlara ulaşırsınız. Kendi sonuçlarınıza, kendi deneğiniz üzerinden ve kendi deneyinizde. İstatistiklerde kişi başına düşen miktarlar gibi bölüşülür bu sonuçlar. Hani günde üç lira girmediği halde cebine, genel toplama ve çıkarmalar sonucu öyle geçer ya kağıtlara fakirin cebi. Onun gibi. Genel yargılar olmalıdır bilim için, insan bir denek olmalıdır, sonra bu sonuçlar ona elbet bir yerden bulaşmalıdır. Bu normaldir ve buna uymayan durumlar istisna veya özeldir.

Bir yere kadar böyle gidebiliriz. Bir yere kadar. Deney deneğin ruhuna dokununcaya kadar. İnsana kendisinden az bir bilgi verilmiş bu ruh, bilime karanlık kapılarını açar sonra. Ve bilim kaldığı yerden devam eder.

Keşke herşey böyle kolay olsa. Böyle net. Hep böyle rahat gidilebilse bu yollarda. Yorumlar yorumcunun gölgesinden doğup, benimmiş gibi canıma yapışmasa. Madde parmaklarıyla ruhumu yoğurmaya çalışmasa, kendi kalıpları için yani “olması gereken için.” Şöyleyken böyle, şöyle olduğu için böyle, böyle olduğu için şöyle olacak, olmazsa şöyle, olursa böyle vs. vs. vs...

Acıya bulanmış madde parmaklarını, kendinden kaçırdığın gözlerine inmiş aklını ve gizlediğin duygularının en belirgini olan ukala zanlarını aşka boşaltma sen yine de. Tüm yorumların sustuğu çöldesin. Yanmaktasın, ama inkâr etmektesin. Yangının canına dokundu diye aşka intizar etmedesin. Aşksız gönül evi yokken, aşkı evlerden ırak bilmedesin. Aşkla yoğrulmuş kâinatta, aşkı tedavi etme derdindesin.

Nefsinin gemisine binip de boğulanları görünce, denizi inkâr mı edersin? Kötü mü dersin ona. Ateşte biri elini yakınca. Ocak sadece yangın mıdır senin için. Hayvandan alınmış yönüyle, melekten yüce yönlerini insanın, sebep-sonuç denkleminde problemleyip niye aşkı idam edersin? Belki sönük ocaklardan, belki zemherirden yanıyordur gafiller, aşkla yanandan şikâyet işitir misin? Eli aşka uzanan tabip bilir misin?

İnsanın haritasından yola çıkıp kaybettiğin kendini ararsın, kaybolanlara rastlarsın, onlar gider, sen kalırsın. Onlar aşktan gider, aşk gider onlardan, kendileri de gider, zaman gider, zaman gelir, yeniler gelir, duygular değişir. Ama bitmez, ama kendi değişmez, şartlar değişir. Aşk diyorum, bitmez. Gitmez. Aşk, dünyanın özünde saklı cevher, onu ziynet etmiş de taşıyamamış şaşkınlar, aşkla zinetlenmeyi bilmeyenler.

Yoklukta kaybolanın aşktan yana zengin olması mı varsayımın? Varlığı bilmeden varlığı terk etmek ne mümkün. Canı bilmeden can sermek. Değersiz bilse verir mi, en değerli bildiği değere. Başı verene meşkle baş vermektir aşk. Şemse nazire, şualar eşliğinde varlık neşesidir. Sevgili deyince kalbin yerini bilmektir. Kalbin zikri, sahibine pervane titremektir. Allah dediğinde “lebbeyk”le mukabele görenler, aşkın gönüllü köleleridir. Gül alırlar, gül satarlar, can koyarlar, aşk alırlar.

Ehl-i muhabbet denmez, ehl-i aşktır onlar. Yüce bir tarik, hak yolunda ne güzel erlik. Hakkın haklığından almışlar hakikatlerini, aşk aşk derken değersiz bilip çamura attığın o üç harf, milyonlarca kalp, asırlarca zaman, gül kokan şehid kanları, yiğitlerin nidaları, bilgelerin şefkati, kulluğun nişanesi.

Mevlana nefesi, Şems ateşi, Hatice’nin gözünde, âlemlerin efendisi.

Rabbini kaybeden, kendini kaybeden, elmasları kömür eyleyen insan, aşkı sele vermiş, yerle bir etmiş. Yerde gördün diye, yerden mi bildin aşkı sen? Niye eğilip de kaldırmadın, başının üstüne koymadın. Kitabı anladılar mı ki, aşkı anlasınlar? Onlara acı, aşka acıma, merhametin yetmez.

Dünyanın faniliği içinde sıkışıp da bir başkasının dünyasında var olmaya çalışanlar, varlıklarını bilmeden, yalnız aşkla mı yola koyuldular? Güç, para, hâkimiyet, eziyet veya rüşvetli merhamet. Neden bütün kirli çamaşırları dürüp aşka dolduruyorsun? Nefsin kaç türlü hali var, kaç türlü zulmü; aşka ettiği kötülüğü, aşka reva mı görüyorsun?

Puthane eyledikleri kalplerinde bir aşkı mı put ettiler sanıyorsun? Para putu, güç putu, makam putu insanın temel putları olmuyor mu? Neden hep aşka vuruyor, vurma diyene, eksiklikmiş gibi “aşık” diyorsun, yoldan çekil, sen bilmezsin. Aşkı aşık olan bilir zaten, bilmez misin? Madem bilmezsin, ne diye boyunu aşan büyük denizlere kürek çekersin?

Mutlak ölmeye mahkum ettiğin--son tahlilde--hepsinin hüsranla ve düş kırıklığıyla bittiğini söylediğin aşk, senin kabın kadar kara değil. Ölümsüz bir şey olsaydı, o aşk olurdu, ölen son şey o olurdu. Ölümlüğüne kızmak için aşkı seçmemeliydin. Eğer aşkı tahlil edebilseydin, hüsranın bir sonuç değil, aşkın damarlarından bir damar olduğunu bilecektin. Hep içinde saklı olduğunu, düşler gibi, hüzünler gibi. Aşk ayrılıkla yoğruldu da indi semadan zira; neyden sorsaydın, anlatırdı, nefsine sorma, kalbine sor.

Sonuç hüsran değildir, aşkın olduğu yerde can yoktur ki pişmanlık olsun. Geri dönen, aşksızlıktan dönmüştür, aşktan değil. Yolu ölçmez âşık, zamanı saymaz. Duygulara sonuçları için değer vermez. Değer duygunun kendisidir. Duyulduğu kimsedir. Duyguyu taşımanın tatlı ve yorucu sevincidir.

Demek bitiyor diye kızıyorsun aşka, hayata da kız öyleyse, “değmez” desene. Bitecekse niye, desene. Hayata sahip çıkmak için aşkı itişin, ne büyük tezat. Hayat bitse de bitmeyecek birşeye bitecek korkusuyla kin bileyişin, canına ilişip kaldığın için. Aşka hep korku kapısından girişin.

Kendini görmek için baktığın aynada, ancak karaltılar görebilirsin. Böyle bir bakışın iliştiği yerde, kimse senin kendini görmeni sağlayacak kadar karartmaz kendini çünkü. Gördüğünüz, görülme meyilli camlardaki siluetlerdir sadece. Bir ayna varsa ortada, biri fedadır. Biri seçilmiştir. Biri gördüren, biri görendir.

Ayna kötü değildir. Rabbimin kendini göstermesidir ayna. Semada, arzda, bitkide, denizde, âlemde, insanda, annemde. Emek emek, vazife vazife güzelliktir ayna. Vefadır. Temaşadır. Karası nefsim olsa, parlayan haktır.

Onca ayna içinden seçerse onu bana beni veren, başımın üstünde taşırım ben aynamı. Onu kırmakla kendimi kayırmam, kararmayı da göze alır, ışığın kaynağına ulaşırım. Aynamı yanıma alır, ebedi mekânda izlediğim hatıralara, “Seninle bakmıştım” diye, bir kez daha doyarım. Şükrederim. Vefa ederim. Severim.

Değil mi ki benim olmayanı taşırım, ben de bir aynayım. Kırmam gereken şey nefsimdir. Aşk değil.

Aşkı kırmayın, sadece ayna değildir ve ayna değerlidir:

Kim ki aşka meyli yoktur, vah ona!
Kuş misal vermez kanat Allah, ona.
--Hz Mevlana

  31.03.2010

© 2021 karakalem.net, Nuriye Çakmak