İSAR BİLİNCİ HAYATIMIZI KURTARIR

Mona İslam

DÜNYA HAYATI GÖZ AÇIP KAPAYINCAYA kadar geçiyor. Sonsuz arzuları olan ve içine pek çok yetenek derc edilmiş, hatta tüm esmanın çekirdekleri ekilmiş olan kalp toprağı çimlenmeye, filizlenmeye, çiçeklenmeye yeterli zaman bulamadan göçüp gidiyor insancıklar. Her heves, her arzu insanın boğazında bir düğüm, yutsan yutulmaz, çıkarmayı denesen çıkarılmaz.

Sınırlı bir hayat yaşayan insan için bu sonsuz arzuları az bir zamana sığdırma telaşı, seçim yapma zorunluluğu doğuruyor. Arzularımızı önem sırasına göre sıralıyoruz, bazılarını seçip ayırıyor, bazılarını geride bırakıyoruz. Kimine hiç dönüp bakmıyoruz, kimini geride bıraksak dahi Lut’un karısı gibi dönüp dönüp bakmadan rahat edemiyoruz. Her halukarda secimler yapıyoruz, ve secimlerimizin neticelerini karşımızda buluyoruz.

Bir de etrafımızdaki insanlar var elbette. Bizim istek ve arzularımız kimi zaman onlarınkilerle çatışıyor, kimi zaman ise çakışıyor. Çakıştığı vakit mesele değil de, çatıştığında ne yapmak gerekiyor? Daima kendi arzularımızı tercih etmek bizi modern tabirle hedonist, klasik usulde bencil, egoist yapıyor. Üstelik insan sevilmek de istiyor, hep kendinizi düşünürseniz öteki tarafından sevilmiyorsunuz. O halde arzularımızı feda etmek gerekiyor. Öyle de nereye kadar? Burada bir haddi vasat var mıdır? Eğer bunu insanlar sizi sevsin diye yapıyorsanız elbette vardır. Onların isteklerine kendinizi acıtmayacak kadar boyun eğersiniz olur biter. Böylece hem gönül eylersiniz hem nefsinizi memnun edersiniz. Nefis ve öteki aralarında adil bir taksimat yaparlar, bu pazarlık sonucu insan hem bir kısım isteklerine kavuşur, hem de ötekinin sevgisine. Zahiren adil bir taksimat gibi görünüyor. Oysa insan ya fedakardır ya bencil bunun başkaca bir yolu var gibi gözükmüyor.

Diyelim ki böyle taksimat usulü yaşamayı aklınız kesti. Ancak bu yöntem içerisinde epeyce sorun taşıyor. Örneğin nerede kendinizi nerede ötekini seçeceksiniz. Nerede fedakarlık yapacak, nerede bencil olacaksınız? Ya bir de ettiğiniz fedakarlık anlaşılmaz ve vefa ve sevgi ücreti ile ödüllendirilmezse ne olacak, zamanınızı emeğinizi hatta ömrünüzü boşa mı harcamış olacaksınız? Boşa giden ömrü, kimse yerine koyamaz. Ömür o kadar değerlidir ki tek hayatlı insan onu kimse için harcayamaz. Zaten başkası için yaptığı da kendi içindir. O sevilmek istemekte, zor duruma düştüğünde destek görmek dilemekte, aczini insanlarla dayanışmaya girerek kapatmaya ve tekmil etmeye çalışmaktadır. O aslında gerçekten hiç fedakarlık yapmamaktadır. Yarı yarıya taksimat mümkün değildir, ya veren el ya alan el olursunuz. Kimi hayatını mümin gibi infak eder, kimi vampir gibi başka hayatları tüketir

Ashab-ı Rasul adam gibi yaşamıştır. Bize örnek gösterilen müminler onlardır. Onlar kendileri aç olduklarını belli etmeden misafirlerine yemek yedirmiş, üstelik kendileri de çorbaya kaşık sallıyor gibi yaparak yedikleri sanılsın istemişlerdir. Bu şekilde kimse onların kendileri için yaptığı fedakarlığı göremez. Bu basit bir yemek paylaşımı olarak göründüğünde kimse hak ettiği sevgi ve vefa karşılığını alamaz. Dostlarınız dönüp gider, en fazla size “elinize sağlık” derler. Oysa siz açlık pahasına onları doyurdunuz, karşılığı bu mu? O yemeği belki ağlayarak yaptınız, ödülü bu kadarcık mı? Kendinizi bütün akşam onları mutlu etmek için harcayıp gülücükler saçtınız, oysa yalnız olsanız duvarda sabit bir noktaya gözünüzü diker bir hayal kuyusunda boğulurdunuz. Bunu bildiler mi? Hayır. O halde neye yaradı? Siz hayatınızın en büyük fedakarlığını yaptığınız halde karşınızdaki bundan habersiz size ufak tefek şeyler için çıkışıyorsa durumu nasıl idare edersiniz? Ashabın tutunduğu şeye “isar bilinci”ne tutunarak elbette. Bu dağın zirvesinde başka türlü durulamaz…

Hz. Fatma’nın üç gün boyunca oruçlu olduğu ve akşam yaptığı bir kap yemeği gelen bir adama verdiği rivayet edilir. Hz. Fatma açtır, Hz. Ali açtır, evde bulunan çocuklar açtır. Ümmü Ebiha(babasının annesi) bu kararı verirken tek başına, hem kendinin, hem eşinin, hem de çocuklarının açlığına rağmen vermiştir. “Onların hakkını zayi etmeyeyim, kendim sadakaya muhtaç olacak kadar infak etmeyeyim” dememiştir. Zira hiç de sadakaya muhtaç olduğunu düşünmemiş, açlığa sabretmeyi tercih etmiştir. Zira peygamber ailesinin sadaka alma cevazı zaten yoktur. O acıtana kadar vermiştir. Yüreğinden koparıp vermiştir. Cebinden vereninki maldır, kalbinden vereninki candır, kandır. O Seyyide infak ve isarı böyle anlamış böyle tatbik etmiştir. Hedefimiz Hz. Fatma olmalıdır, yolunda karınca misali adım atsak bize kafidir.

Bunun üzerine Allah ayet indirmiş ve bu gibi davranışlarla kendisine yaklaşan insanlar için “Onlar başkalarının nefislerini kendi nefislerine tercih ederler”(Haşr 9) tanımlamasını kullanmıştır. Bu nefesini tutup zikretmektir. Haps-i nefes etmektir. Bu cömertliğin en son safhasıdır. Sahabe imanıdır. Azimettir. Azimetin karşılığı elbette Allah katında büyüktür. Allah başkalarını kendilerine tercih eden insanları tercih edip ayıracak ve onları kendi ehlinden kılacak, has dairesine alacaktır. Buna isar hasleti denilmektedir. Mümin Allah’a yakın olmak derdindeyse kendine ruhsatı değil azimeti hedef seçmelidir.

İsar ve infak salih amelin iki bölümünü oluşturur. Kanaatimce bu iki hakikat, biri manevi diğeri maddi tarafa, biri ruha diğeri cisme, biri batına diğeri zahire bakan, biri üst sınırı diğeri alt sınırı cizen, bir madalyonun iki yüzüdür. Bu haslete sahip olanlar sure-i Bakara’nın girişinde denildiği gibi “gaybe iman edenler”, “ahiret hakkında yakini olanlar” dır. Bunun anlamı bu insanların diğerleri gibi ölümlü olmayışıdır. El hak ölüm onları da bulacaktır. Fakat onlar ölümle hayatlarında bir kesinti olmadığının farkında olanlardır. Yahut zaten hayatları müddetince tabaka tabaka nefislerde ölenler ruhta dirilenlerdir. Onlar ölmeden ölmeyi emir telakki edenlerdir. Bu yüzden sermayelerini kendileri ve başkaları arasında bölüştürme yahut tamamen kendilerine ayırma telaşında olmazlar, onların sermayesi Allah’ın hazinesindendir. Sonsuzdur. Bu dünya hayatının, ve nefislerinin isteklerinin nazarlarında bir sinek kanadı kadar ehemmiyeti yoktur. Hepsini başkaları için kullanırlar. Onlar kendilerini ve hayatlarını infak ederler. Tek bir arzuları kalır. O da Allah’tır.

Onlar “Hakikatte müminler en çok ve şiddetle Allah’ı severler(eşeddü hubben lillah)” ayetini hayatları ile izhar ederler. Allah’ı kendilerinden gececek kadar severler. Benlerini öldürür Onda dirilirler, artık külli hayat sahibi Hayy’ın gölgesindedirler.

Böylece başkalarından sevgi beklemekten vazgeçerler. Sevgiyi yalnız Allah’tan isterler. Vefa gösterir ama vefa beklemezler. Çünkü kendilerini her hak sahibine hakkını bitamamiha veren bir Vefi’ye rabt etmişlerdir. Verdiklerinden pişmanlık duymazlar. Merhamete ihtiyacı olanlara merhamet ederken, başkalarının yaralarını sararken, kendi yaralarının da sarılacağını ama bunun gaybi bir elle yapılacağı yakini icindedirler. İyileşmek için iyileştirirler. Doymak için yedirirler. O’nu almak için nefislerini verirler. “Allah onların nefislerini satın almıştır” Üzerlerine yüklenen her şeyi taşıma gayretindedirler. Takatleri yetmeyecek gibi olsa, nefisleri isyan etse, sızlanıp bir köşeye girse, hayatın ipini çekip “hiçbir şeyden tat almıyorum, ben niye yaşıyorum ki” dese, onlar onun da elini merhametle tutar ve ona en yüksek hedefi gösterirler. “O Allah’tır. O’nun icin yaşıyorsun” derler. O’nun rahmeti ile nefislerini maddi manevi vermekle temizlerler.

Aşık her şeyi sevdiği uğruna feda eder, nefsinden de geçer, hatta sevdiğini kurtarmak için ateşe atılır. Gönlündeki aşk her şeyin üzerindedir. Aşk O’na olunca insanın gözünden dünya ve ukba silinir. Nefis dahi böyle ali bir mahbubu bulursa kendini feda eder. Zira kendini feda eden karşılığında O’nu alır. Bu akıllı nefis için iyi bir alış veriştir. Bu nefis mutmaindir, elde ettiği onu tatmin etmiştir. “Ballar balını buldum kovanım yağma olsun” diyen Mübarek Yunus zannımca bunu kastetmiştir.

Böylece insan sınırlı hayatını nasıl yaşayacağı probleminden kurtulur. Çünkü hayatı sınırlı değildir, bu nefislerin yanılgısıdır. “Kime ne vereceğim” derdine de düşmez, hepsini verir, rahat eder. Kendini de verir, kurban eder. Bu Hz. İsmail’in ahlakıdır. Kim ki onun gibi başını bıçağa uzatır ve kendini Allah yolunda kurban ederse, Onun biçtiği role, verdiği hayata razı olur, içinde bulunan mahlukata merhamet eder ve kendini onlara adarsa İsmail(as)’ın yolunda gitmektedir. Bu Ensar’ın da hasletidir. Onlara Ensar(yardımcılar) denmesinin bir sebebi de bu vasıflarıdır.

İsar hasleti düsturumuz olmalıdır. Çıtamızı böyle belirlersek ona ulaşamasak bile, hiç değilse kendimizi birazcık fedakarlıkla kahraman sayma illetinden kurtuluruz. Yapıp ettiklerimiz boşa gidiyormuş yanılsamasından halas oluruz. Daima affedici, daima verici, daima merhamet edici olabiliriz. İnsanlardan bir şey beklemeyiz, Allah’tan bekleriz. Hayatını kurban edenler O’nun gökten kendilerine bir koç indirdiğini göreceklerdir. O sizi kurban etmez. İstediği sadece sizin O’na yakın olmanızdır, kurbandan maksat da budur. O’nun yakınlığının ödeyemeyeceği fedakarlık yoktur. Mümin hedefini büyük tutmalıdır, O’ndan büyük hedef yoktur.

Fil hakika biliyorum, Kabıd’ın sıkıştırmaları, onun insanı sarıp sarmalamalarıdır. Öyle kuvvetli bir Zat sizi sardığında nefesiniz kesilir elbet! Ama bu yakınlıktandır. El- Kabıd’a hamdolsun ki, insan böyle sıkışmış, bunalmış, hayatın anlamını unuttuğu, zihni bulanıklaştığı anlarda O’na sarılmaktadır. Sarıldığınız anda zaten hissedersiniz ki, O da Kabz altında size sarılmaktadır. Ben de böyle bir kabz halinden böyle bir yakinle çıktım, şüphesiz Allah’ın bütün isimleri güzeldir. Şehadet ederim ki o her kabzında bana mühim bir şeyler öğretmiş, beni biraz daha kendine çekmiştir. Bu kabzın neticesi de İsar hasletinin önemini hakkal yakin öğrenmemdir. “Elhamdülillahi ala külli hal sıval küfri ve dalal.”

  7.01.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam