Özgürlüğün ‘o türlüsü’

Mustafa H. Kurt

TOPLUMUMUZ, MODERNLİĞİN ŞARTINI NİCEDİR MODERNİTENİN icaplarında gören bir bilinçaltına sahip durumda. Kişinin Batılı olabildiği ölçüde çağdaşlığı veya Batılı değerleri hazmedemediği ölçüde çağdaşlıktan uzaklığı, o derece sabit bir doğru haline (!) gelmiş ki örneğin…

Bu bilinçaltının toplumda nasıl yer edindiğinin de pek çok cevabı bulunmakta kuşkusuz. Ve kuşkusuz o cevaplar arasında da, bazı kavramların ve kelimelerin zaman içinde uğra(tıl)dıkları ‘planlı anlam kaymalarına’ mutlaka değinmek gerekir. Zira diğer türlü medenilik derken; veya başarı, hak, güç, radikallik, laik ya da vatansever olmak vs. gibi kelimeler kullanılırken; asıl anlamına uzak düşürülen ve hedefine tamamen zıt gayelere hizmet ettirilen o denli örneğe rastlamamız pek mümkün olmazdı.

Üstelik bunlar içerisinden, istismarında belki en ileri gidilen kavramlardan birisine; yani kendine özgü o fıtrî çekiciliğiyle “özgürlüğün” başına gelenlere de şahit olamazdık hem! Öyle ki; anlamının ve hedefinin, hatta çağrıştırdığı imgelerinin bile asıl-ilk anlamından uzak düşürüldüğü bir kelimeler sıralamasında, bence çok rahat başa oynayabilecek bir durumdadır özgürlük…

Çünkü özgürlük telkiniyle geleceklerini ‘şekillendirebilmiş’ nice ‘özgür’ kuşağın gelmiş oldukları ve de bugün haleflerine bıraktıkları mirasa baktığımızda, özgür olmak yerine–sık kullanıldığı şekliyle--bir “modern köleliktir” gözümüze çarpan! Çelişki o kadar bariz ki; özellikle son asırlardaki “özgür kılma” gibi en önemli bir iddiayla kendilerine kitleler oluşturabilmiş ideolojilere inat, bugün insanlar modern anlamıyla özgürleştikçe; aynı zamanda yalnızlığın, bireyselliğin ve de huzursuzluğun esareti altına girmekteler. Acaba bilgisayar ekranlarında, kartpostallarda ya da benzerî tablolarda rastlanılan manzara resimlerine dalıp gitmelerde; o manzaraların İlahî sanatı gösterdikleri gibi, özgürlüğü çağrıştırmalarının da bir etkisi yok mudur sizce de?

Nitekim geçtiğimiz günlerde (dilimizdeki meşhur benzerinin yaygın icrasında da olduğu gibi) onbinlerin hep bir ağızdan ama özellikle de ‘çilekeş, yorgun demokrat’ tınılarla “Freiheit, Freiheit…” diyerek özgürlüğe serenat dizdikleri bir şarkı çalındı kulaklarıma. Buradan yola çıkarak, özgürlüğe dair insanoğlunun o içten gelen meyline olduğu kadar; her nedense (!), özgürlük gibi bir kavramın ne türden yorumlarla, ne türden söylemlere ve davranışlara hareket noktası kılınabileceğine dair bir düşünceye de daldım ister istemez...

En başta, Hakk’a kul olduğunu unutan ya da kabul etmeyen bir ‘insanın’ elinde; çarpıtılmasıyla edinilebilecek en tehlikeli ‘dinamitlerden’ biri olarak gözüktü bana özgürlük… Çünkü ‘insanlık’ gördü ki, son devirlerde bu kavram; dinî ve imanî hakikatlerden, daha da özelde ahlaktan ve hakiki ‘insanlık onurundan’ sapmak gibi bir felaketin, bizzat sistemli bir aracı da kılınabilmişti!

Genel olarak, güya temel insanî hakların talebi adına yola çıkılmasına rağmen; o şarkılara ilham olan ve 60’lı, 70’li yılların, Hakk’a kulluk bilincinden uzak olan o özgürlük fikirleri, işte tam da bu kulluk bilincine sahip olamadıklarından ötürü; bir müddet sonra ‘hevesâtın esaretine’ ve takipçilerinin toplumlarından dışlanmalarına sebebiyet verdi.

Ancak yaygın kanaatin aksine o kesim; gayr-ı fıtrî ve gayr-ı ahlakî telkinatlarına rağmen bugün sadece ‘sevimli’ bir nostalji olarak, tarihin sayfalarında kalmış değillerdi!... Sebep ve köprü oldukları tahribat; etkilerini bireyler, aileler, toplumlar, kısacası topyekün insanlık üzerinde katlanarak devam ettirmekteydi.

Ve bu tahribatın bugün etkilerini gösterdiği alanların başında da, ahlaksızlık ve fuhşiyâtın yayılması-normalleşmesi gelmekteydi…

Çünkü ‘çok yüze sahip’ Batının, aslında ahlaksızlığı barındıran makyajlı ve baskın bir yüzü daha bulunmaktaydı ki, bu yüz, hiç şüphemiz olmasın; ‘özgürlük’, ‘eşitlik’ gibi birçok hassas kavramın istismarı sayesinde “pazarlanmaktaydı”!

Böylece o türden ‘fikrî’ hareketlerin haykırdıkları ‘hislerin özgürlüğü-devrimi’ vs. türü sloganların, aslında–izahı bâtılı tasvire girecek derecede--birer maske olduklarını; ve bunların ise, insanları ‘dinî olandan’ uzaklaştıran en önemli ‘şerlerin’ başında geldiklerini bir kez daha anlama fırsatı bulmuş oldum…

İşte, bir ‘kültür’ haline getirilerek, tamamen bilinçli bir politikayla yürütülen ve insanların (özellikle de gençlerin) kalplerini ve zihinlerini, gece-gündüz fuhşiyatın “zehirli oklarıyla”(1) mânen harap eden bu illette; sözümona cinselliğin özgürlüğünü telkin eden o ‘özgürlükçülerin’ etkisi hiç inkar edilebilir mi?

Hem, ahlakî yönden tarihinin belki de en karanlık günlerini yaşayan insanlığın bu genel halinde, bugün uluslararası etkinlikteki bazı medya-film şirketlerinin, yayınlarıyla ‘lokomotif’ vazifesi gördüğü artık bir sır değildir. Ki bu yönüyle o ahlak zafiyeti, yığınla gayr-ı ahlakî ve kasıtlı basın-yayın ‘ürünlerinin’, o lokomotifin açık şuurlara taşıdıkları arasına ustaca servisi şeklinde gerçekleşmektedir.

Ve bu ‘ürünlerin’ günümüzde kitlelere kolaylıkla, hatta direkt olarak ulaşmasına da; işte o ‘özgür çocukların’, zamanında bir şeyleri ‘normalleştirerek’ sağladıkları büyük ‘katkı’ yadsınamaz bir gerçekliktir. Toplumun bu yöndeki ahlakî zaafında o lokomotifin ne denli etkin olduğunu anlayabilmek içinse; özellikle gençliğin değer yargıları, alışkanlıkları ve idealleri ile; o yayınlarla özendirilen ‘özgür’ imajların ve hayat tarzının gerekleri arasındaki benzerliklere biraz dikkat etmek yeterli olacaktır.

Kısacası, Bediüzzaman Hz.’nin ifadesiyle “helal dairesini keyfe kâfi görmek”(2) gibi bir faziletten uzaklaşıldığı bir zamanda; ve maneviyatın ihmali, hatta inkarı suretiyle insanlığın bedensel objelere indirgenerek müthiş bir şekilde aşağılandığı bir devirdeyiz. Ve böylesi bir aşağılanmadan kurtulabilmenin yolu da, elbette ki o aşağılanmanın sebeplerini ortadan kaldırmaya; yani genel anlamıyla imanımızın muhafazasına ve vicdanımızın huzuruna çalışmaktan geçmekte…

İşte bundan dolayı, bilhassa bu yolda kuşanmak mecburiyetinde olduğumuz ahlak ve iffet dualarımızı hem fiilî, hem kavlî bir şekilde devam ettirebilmeye çok özen göstermeliyiz.

Ancak, bahsi geçen bu fitnelerden korunmaya çalışan inananlardan da olsak, bazen kimi mühim ihmallere de imza atabiliyoruz!..

O türden fitnelerden kendimizi ve çevremizi koruma yolunda, ‘o konuyu tamamen yok sayma’ gibi yanlış tarzdaki bir refleksimizden kaynaklanıyor olacak; bazen yetişen kuşakların bu konuda müspet ve gerekli miktarlarda yeterince bilinçli olamamalarına da sebep olabilmekteyiz örneğin. Böylelikle, karaktere ve ahlaka yönelik çok önemli etkileri bulunan bu türden fıtrî yönleri müspet bilgilerle doldurulamamış çoğu gencimiz; iç aleminde o “lokomotiflerin” taşıdığı ‘özgürlük’ telkinatına maruz kalabilmekte ve bu durumun getirdiği sıkıntılarla da nice “sendelemeler” yaşayabilmektedirler.

Öyleyse ‘bu konuyu’; arttırdığı yıkım etkisinden dolayı bizler de, İslam’ın emir ve yasakları çerçevesinde mutlaka öğrenme ve öğretme mecburiyetinde olduğumuz konulardan birisi olarak asla ‘unutmamalı’ ve tedbir almak anlamında öncelemeliyiz!..

Dahası, genç kuşaklarımıza ‘cinselliğin özgürlüğü’ fitnesinin içyüzü, o fitne kendilerine ulaşmadan önce uygun bir tarzda mutlaka aktarılmalı. Peşisıra, gerçek özgürlük olan Hakk’a kulluğu hedefleyen her mü’min veya mü’mine için, asıl ‘özgürlükteki cinsellik’ konusundaki yeterli-sağlıklı bilgilere ve tavsiyelere zamanında ulaşma imkanını mutlaka, ama mutlaka sağlamalıyız.

Son söz: ‘O türlü bir özgürlük’, ‘diğer türlü bir rezilliktir’. Bu konudaki ihmaller ise, şeytan tarafından bazen de ‘o türden özgürlükçüler’ vasıtasıyla istismar edilmektedir!..


Kaynakça:

1- Evet, açık-saçıklık suretiyle kendisine haram olan kimselere gösterilen her uzuv, bakılmaya devam edildiği takdirde insanların ve bilhassa inananların kalplerine saplanan (hem de zehirli) bir ok kadar manevî tahribatta bulunuyor ki, bir hadis-i şerifte Aleyhissalatu Vesselam şöyle buyuruyor: “Harama bakmak, şeytanın oklarından zehirli bir oktur. Bu sebeple, Allah’tan korktuğu için harama bakmayı terk eden kimseye mükâfat olarak Allah öyle bir iman verir ki, onun tadını kalbinde hisseder” Hakim, Müstedrek, 4/314; Münzirî, et-Tergib ve’t-Terhîb, III, 63.

2- B. Said Nursî, Şualar, Envâr Neşr. İst. 2003, s. 204.

  20.10.2009

© 2021 karakalem.net, Mustafa H. Kurt