Salvele

İmam Şâtıbî

İmam Şâtıbî’nin el-Muvâfakât’ına yazdığı salvele


“İLMİN NÛRU İLE BİZLERİ CEHALET karanlıklarından kurtaran, kendisinden edinilen basiretle dalâletin kör çukurlarına düşmekten koruyan, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (a.s.m.) ile gönderdiği şeriatında bizler için en yüce alâmetler, en açık deliller koyan Yüce Rabbimize hamdolsun. Bu hamdediş, O’nun bize olan sayısız ve pek değerli nimetleri içerisinde en üstünü olmaktadır.

Bu nur parlamadan önce kör yürüyüşü yürüyorduk. Akıllarımız menfaatlerimize uygun şeyleri elde edebilmek için rastgele koşturuyordu. Çünkü bu yükleri taşıyabilecek kadar güçlü değildi; iyi ve güzel arasında kötülüklerin mihverini teşkil eden nefsin cirit meydanında peşin zevkler işin içine karışıyordu. Neticede dertlerimize karşı ilaç yerine zehiri koyuyorduk ve bundan şifa bekliyorduk. Suyu sıkılan avucu içerisinde tutmak isteyen kimseye benziyorduk. Vehim denizinde hayır ve şer arasında yüzdük durduk; nereye gideceğimizi bilemiyor, rehberimiz olmadığı için karanlık gecede nereye gittiğimizi bilmeden yol alıyorduk. Sakat kıyaslar yapıyor, hasta vücuttan sağlıklı davranışlar bekliyorduk. Yüzüstü sürünüyorduk, fakat sırat-ı müstakîm üzere yürüdüğümüzü zannediyorduk. Sonra ilâhî kader tecelli etti, insanların çaresizliği tek ve kahhâr olan Allahu Teâlâ’ya ulaştı, ihtiyacı hisseden insanların arzuları O’na teveccüh etti. Hal diliyle durumun doğruluğu ve ortaya konulan işlerde ilâhî müdahaleye ihtiyaç zarureti sabit olunca, Yüce Rabbimiz sonsuz lutfu ve keremiyle imdadımıza yetişti. Nihayetsiz iyilik ve şefkat sahibi Yüce Allahımız, herşeyi kuşatan merhametiyle bizi bürüdü. Eğer böyle olmasaydı, biz içinde bulunduğumuz durumdan bir çıkış yolu bulup, kendi kendimize yollar içerisinden doğrusunu ayıramazdık. Yüce Allah bu keremi neticesinde özrümüzü makbul kıldı; peygamberler göndermeden önce meydana gelen hatalarımızın affının mümkün olduğunu belirtti. Nitekim, “Biz peygamber göndermedikçe azab ediciler değiliz” buyurmaktadır.

Sonunda ümmetler içerisinden peygamberler gönderdi. Arap olsun, Arap dışında başka kavimlerden olsun, her peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdi. Böylece peygamberler hak yolu, kavimlerine yakinen gösterecekler, onları bel kemerlerinden yakalayarak cehenneme götürecek tehlikelerden koruyacaklardı.

Zaman itibarıyla son, üstünlük itibarıyla ilk sırada yer alan biz İslâm ümmetine de özel bir ayrıcalık verdi. Çünkü tevhid binasının tamamlayıcı son tuğlası ve hitâm-ı misk olan rahmet peygamberi, mahza nimet, ümmî hikmet-i bâliğa sahibi olan Hâşimî soyundan tertemiz bir asla sahip Muhammed b. Abdillah’ı bize göndermişti. Onu bize şahit, müjdeci, korkutucu, Hakka davetçi, aydınlatıcı nur olarak gönderdi; apaçık arapça olan, şüphe ile kesin bilgi arasını ayıran, ne önünden de ne arkasından bâtılın asla yol bulamayacağı yüce Kitabını ona indirdi. Sadra şifa beyan ve yeterli izah gücünü onun eline koydu. Onu en güzel övgülerle övdü, terbiyesini kendi üzerine aldı ve onun bütün vasıf ve özelliğini ahlâk ve şemâilinin oluşturduğunu belirtti. Bütün bu özelliklerin sahibi olan Hz. Peygamber (a.s.m.), sözleri, fiilleri, terk ve takrîrleriyle Allah’ın şeriatını açıklayıcı oldu. artık gözü görene herşey gündüz gibi parlaktı. Hak ve hakikat, bulutsuz, engelsiz bir gündeki güneş gibi ortaya çıktı.

...

Allah’ın salât ve selamı onun, âl ve ashabının üzerine olsun.”

  6.09.2009

© 2021 karakalem.net, İmam Şâtıbî