Meşguliyetler

Harun Pirim

“İNSANLARIN HESAP VERME VAKTİ YAKLAŞTI. Ama onlar hâla koyu bir gaflet içinde haktan yüz çevirmekteler.”

Bkz. Enbiyâ Sûresi, 1

Kâinatın her geçen gün daha da genişlediğini biliyoruz. Hatta her geçen gün genişleme hızının arttığı da malumatlarımız dahilinde. Müthiş bir dinamizm resmediliyor anın seyyalesinde. Biz de insan olarak bu dinamizmin içindeyiz. Tercihciklerimiz kısacık irademizin altında, zaman seline kapılmış çabalayıp duruyoruz.

İletişimde bulunduğumuz eş, dost, ahbaplarda ve dahi kendimizde sürekli bir yoğunluk, meşguliyet psikolojisi hakim olmuş gidiyor. Zaman yetmiyor, işler bitmiyor, yapacak ne kadar da çok iş var. Meslek erbapları bir ay evvelinden günlük randevularını ayarlar hale gelmiş. Takvim yaprakları artık tek tek yırtılmaktan öte öbek öbek koparılıyor. Hızla geçen seriüsseyr bir asırdayız vesselam.

Büyük insan kâinat ile küçük kâinat insanın durumları arasında ciddi bir fark var. Kâinatın hızlanması genişleme keyfiyetine katkıda bulunur iken, insanın hızlanması genellikle ‘daralma’ keyifsizliğini arttırıyor. Yani hızlanan insan kendisini daracık kalıpların, minicik meselelerin içinde sıkışmış buluveriyor. İnsanlar arasındaki kısa mesafeli muhabbetlerde “ne var? ne yok?” gibi soruların eşleniği “meşgulüm, yoğunum” içerikli ifadeler oluyor. Bu hal aslında bir psikolojinin dışa vurumu olarak beliriyor. Hissedişte sıkışık ve meşgul, gerçek halde ise elindeki sorglanmamış uğraşın biteceği ümidinden beslenen en kısa mesafedeki vehmî genişleme anına bir öteleme durumu. Öteleme durumu, çünkü insan onsekiz bin alemi içinde barındırır bir kabiliyette iken, elindekilerin kendisini gerçekten sıkıştırabilmesi, insanın gerçek tarifiyle (başka yazılarda açılması gereken bir konu) ve büyük insan kainatın durumlarıyla örtüşmüyor, bağdaşmıyor.

Hal böyle iken, bu duruma düçar olmanın sebepleri nelerdir, bu hallerden çıkabilmenin ilk adımları neler olabilir diye düşündüğümde ‘sabır kuvveti’nin kullanımını enfes biçimde açıklayan “sersem kumandan” örneği aklıma geliyor. Münazarat adlı eserinde de Said Nursi, atıllık zindanına düşme sebeplerinden birisi olarak himmetin ayağını kaydıran aceleciliği zikreder. Önlem olarak da sanki sersem kumandan örneğini esinlendiği âyeti yaşamayı önerir: “Ey inanlar! Sabredin! Sabır yarışında düşmanlarınızı geçin! Cihad için daima hazırlıklı ve uyanık bulunun!...”(2) .

Ayrıca, uzun süredir benim gibi vaktin neden bereketsiz geçtiğini halen ve lisanen sorgulayanların tetiklemesiyle de zihnime, bir kısmında bize kalp ve ruhun hayat dairelerinden bahsedip, bize bir yönüyle genişleme keyfiyetini yaşayabilmenin yolunu çizen Üçüncü Lem’a’daki üç cümlede seçilen üç fiil şimşekler gibi çaktı: işlemek, görüşmek, çalışmak. Allah için işleyiniz, Allah için görüşünüz, Allah için çalışınız. Bu fiilleri düşündüğümde, nefsime hodri meydan dedim. Yaptığım işler, katıldığım ve katılmak istediğim görüşmeler, çalışmalarım...


  1. “Şu sabırsızlıkta misalin şöyle bir sersem kumandana benzer ki: Düşmanın sağ cenah kuvveti onun sağındaki kuvvetine iltihak etmiş ve ona taze bir kuvvet olduğu halde, o tutar, mühim bir kuvvetini sağ cenaha gönderir, merkezi zayıflaştırır. Hem sol cenahta düşmanın askeri yokken ve daha gelmeden, büyük bir kuvvet gönderir, "Ateş et" emrini verir, merkezi bütün bütün kuvvetten düşürtür. Düşman işi anlar, merkeze hücum eder, târümâr eder.”

    Said Nursi, Sözler, 21. Söz

  2. Bkz. Âl-i İmrân, 200

  5.06.2009

© 2021 karakalem.net, Harun Pirim