Hoşgeldin babacığım!

İlhan Kartal*

- HOŞGELDİN BABACIĞIM.
- HOŞBULDUK KIZIM.
- HELE ŞÜKÜR geldin, hoşgeldin, bu matematik ödevlerinden ben anlamıyorum, hadi, çocuklarla beraber ödev yap lütfen.
- Tabii, üstümü değişip hemen geliyorum.

Sanki ben çok anlıyorum, kompleks integraller bile beni bu kadar yormamıştı. 18 yıl okuduk geldiğimiz yere bak: İlkokulda master yapıyorum! Ne kadar zormuş öğretmek, öğretmen olmak. Ne kadar hayret verici bir olguymuş bu öğrenme süreci. Mucize kardeşim, mucize sanki. Bir yerlerde okumuştum, birisi şöyle diyordu: Ya herşey mucizedir, ya da hiçbir şey. Belki de çocuklarım olmasaydı bunun hiç farkına varamayacaktım. Şu anda farkına vardım mı? Acaba? Üzerinde düşünülecekler listesine eklemeliyim; öğrenme hakkında düşünülecek, düşün. Bak düşününce ilkokul öğretmenim aklıma geldi. Allah rahmet eylesin, demek üzerimde ne kadar çok hakkı varmış ve ben bunu yeterince kavrayamamışım. Dua listesinin başlarında yer aç, ilkokul öğretmenim için bol bol dua edilecek. Dua etmeyi gerektiren ne kadar çok şey var, yoksa sadece bir şey mi var... Kızların öğretmenlerini de ihmal etmemeli, ben iki tanesiyle başa çıkamıyorken maşaallah 40 çocukla birden uğraşıyorlar. 40 tane çocuğa 3 ayda okumayı öğretmek, soyut kavramları öğretmek, matematik öğretmek, vay vay vay... Yaz; yapılacaklar listesi madde 1: İlk veli toplantısında teşekkür etmeliyim, öyle kuru kuruya değil, samimi olarak, hakkını vererek teşekkür etmeliyim. Ne kadar çok şey var yapacak, yoksa sadece bir şey mi...

- Hadi, oyalanma, çocuklar bekliyor.
- Tamam tamam, geldim. Evet kızlar, hangi soruyu yapamadınız, verin bakayım.
- Vakvak Amca ve eşi pazar alışverişine gitmişler. 5 kilogram patates, 2 kilogram armut, 3 kilogram salatalık, falan filan falan almışlar. Toplam kaç para harcamışlar? İnsaf, ilkokul ikinci sınıfın başında böyle sorular sorulur mu?
- Delireceğim bu gidişle, bu nasıl ülke, bu nasıl eğitim? Bizim oralarda 3. sınıfa kadar lay lay lom geçer okul. Küçücük çocuklara bu yaşta yüklenilir mi?

Bizim oralar dediği Alamanya oluyor. İnsanın bir yeri sahiplenmesi bu kadar kolay mı? 40 yıl yetiyor mu yaban elleri sahiplenmeye? Sahiplenmek için sadece kişinin kendi duyguları, düşünceleri yeter mi; yoksa çevrenin etkisi de var mı? Bu açıdan bakınca Türkiye ile Almanya’yı kıyaslarsak nasıl sonuçlara ulaşırız? Tanıdığım gurbetçiler ve çevresindeki Almanlarla anket/söyleşi falan yapıp bir yazı yazsam ilginç olabilir. Olur mu? Olmaz! Sosyolojik bir olgu, bizi aşar, üstelik tehlikeli de olabilir, boşver, biz mutedil konularda dolaşalım. Hem ben sosyolojiden anlamam ki, ama ilgi çekici bir alan, okumak lazım. Ne kadar çok şey var okumak gereken, yoksa...

- Evet, başlayalım.5 kilo patates eşittir...
- Baba, Ayşe’nin kalemtraşı çok güzel. Hem de rengi ne biliyo musun, pembe, pespembe. Bana pembe kalemtraş alalım.
- Ben de istiyorum, bana da alalım.
- Yav sizin bir sürü kalemtraşınız var, neden başka alıyoruz?
- Baba n’olur alalım.
- Kızım yazık değil mi, neden boşu boşuna para harcıyoruz?
- Baba n’olursun...
- Tamam tamam, bakarız.

Ulan bu kalemtraşları üreteni bir bulursam, yanlış anlaşılmasın, durup dururken güme gitmeyelim, kötü bir niyetim yok, bilakis adamla tanışmak istiyorum. Çocukları kolaylıkla mutlu eden bu zımbırtıları nasıl tasarlıyorlar, çok merak ediyorum. Neden biz büyükleri de ucuzundan mutlu edecek oyuncaklar yok? Neden ben de çocuklarım gibi kolaylıkla mutlu olamıyorum? Aradaki fark büyümekten mi, yoksa dünyaya ve hayata farklı gözlerle bakmaktan mı kaynaklanıyor? Çocuklarda olup da benim kaybettiğim nedir? Tekrar bulamaz mıyım? Çok ağır konu, bunu yazılacaklar değil, düşünülecekler listesine ekle, hatta ilk üçe girsin, düşünmek lazım. Rahmetli dedem, şimdi geriye bakıp da düşününce, sanırım yaşamı dolu dolu yaşardı, tıpkı çocuklar gibi. Hem insanlar yaşlanınca çocuk gibi olur derler ya, belki bu yüzden ihtiyar dedem yaşama sıkı sıkıya sarılmıştı. Gerçi hafiften sıyırmış vaziyetleri de yok değildi ama, bu başka bir konu. Hem nasıl sıyırmasın, öyle maceralar yaşamış ki... Galiçya’da savaşırken vuruluyor, hastaneye Trabzon’a sevk ediliyor. Ne alaka deme, öyle işte, sen anlamazsın askeriyeden, gemiye bindirip Köstence’den Trabzon’a gönderiyorlar tedavi için. Hastanede yatarken Trabzon işgal ediliyor Ruslar tarafından ve dedem artık esir. Aradan bir zaman geçtikten sonra bir yolunu buluyor ve esaretten kaçıyor, kaçış o kaçış. Trabzon’dan Bursa’ ya yürüyerek geliyor. Pastoral bir seyahat değil bu yapılan, öyle manzaralara ve olaylara şahit oluyor ki, tekrar bahsinin açılmasına bile tahammül edemezdi. Neler görmüş neler uşağım, millet pirpiruni... Neyse, gündüzleri saklanıp geceleri yürüyerek köyüne kadar gelmiş ve geldiğinde öylesine perişanmış ki, köydekiler, hatta en yakınları bile kendisini tanımakta zorlanmışlar. Üstelik o sırada yaş daha 20 bile değil. Dile kolay, bin küsur kilometre yol, ben bir kilometre yürüsem yoruluyorum. Dedemle daha çok sohbet etmeliydim, yapılacaklar listesine not et; yakınlarını, özellikle yaşlıları henüz sohbet edebiliyorken daha sık ziyaret et ve bol bol hasbıhalde bulun. Bak kaçırdın dedemi, ah dede ah! Halbuki ne kitap konusu çıkardı bu maceradan. Ne kitabı oğlum, filim yapardık filim. Tabii, yapardık... Biz film yapardık, birileri de bizi kabak mücveri yapardı. Mayınlı arazide seyahat etme, sen pastoral seyahatlere eğil, fazla macera adamın başını derde sokar, mutedil limanlarda gezinelim lütfen, pastoral seyahat iyi konu. İyi de kuşlardan, çiçeklerden, sararan yapraklardan, yeşeren dallardan bahsetti diye 40 yıl oradan oraya sürülenler de var.

- Yaz kızım; yayın yoluyla işlenen suçlar kanunu mucibince sanığın 8.000 lira ağır para cezasına ve 8 yıl ağır hapsine...
- Baba ne diyosun?
- Ben ne dediğimi biliyor muyum kızım? Kafa mı bıraktınız adamda. Yazın! 5 kilo patates eşittir...

Gözün doysun Vakvak Amca! Ne yapacaksın 5 kilo patatesi? Taziye evi açtın da gelenlere yemek mi veriyorsun? 1 kilo neyine yetmiyor, bitince yine al, aha market ayağının dibinde! Şimdi ben nasıl anlatacağım çocuklara israfın yanlış olduğunu? Demez mi çocuk pazara çıkınca, bize de 5 kilo alalım diye? Nasıl koruyacağız çocukları tüketim belasından? Ondan sonra sen anlat; kanaat zenginliktir, 5 kilo patates, tasarruf adalettir, 5 kilo patates... Ne hakkınız var kardeşim bir karış çocukların akıllarını karıştırmaya, dikkat edelim hazırladığımız sorulara? Lütfen... Şikayet listesi madde 1: Maarif Nazırına istida yazılacak.

- Yaz kızım; 1 kilo patates eşittir...
- Ama baba, patates 5 kilo.
- Hayır kızım, biz 1 kilo alacağız. Postmodernizmin tüketim çılgınlığında yitip gitmeyeceğiz.
- Anneee...

Patates güzel, konu mutedil, orta şekerli. Şöyle patates üzerinden dünya tarihi yazayım. Ne o, niye öyle baktın? Yazamaz mıyım? Bal gibi yazarım. Elin oğlu baharat üzerinden dünya tarihi yazıyor, kimsenin gıkı çıkmıyor, aha ben de patates üzerinden dünya tarihi yazacağım. Nerede keşfedildi, ne zaman keşfedildi, kimler tarafından keşfedildi, dünyada en çok tüketilen 10 gıda maddesinden biri olana kadar yaşadığı serencam. Etkileyici bir kapak ismi de lazım: Zirveye Uzanan Zorlu Yol, Patatesin Büyüleyici Serüveni. Sıkı bir reklam kampanyasıyla 100.000 satış, kitap başına 2 YTL, üff iyi para. Yok yok, bu başlık olmadı, daha çarpıcı bir şey bulmalı: Patates Sorunsalında Tarihin Diyalektik Çözümlemesi. Alt başlıklar; Amerika A.Ş.’nin motoru, fastfood ve patates – İkinci Dünya Savaşının sonucunu bombalar mı belirledi, patates mi?– bir halk neden göçer, patates bağlamında İrlanda’nın sömürü geçmişi.

Yok azizim yok, benden adam olmaz! Şu kendi halinde patates nimetine bu yaptığım reva mı? Rahatsızım kardeşim rahatsızım, elimde değil, ille kurcalayacağım başıma dert açacağım. Kızlara da bulaşır mı acaba? Hanıma söyleyeyim, deprem çantasının yanına benim için de bir çanta yapsın, hani bir gece ansızın gelenlere hazırlık babında...

  22.12.2008

© 2021 karakalem.net, İlhan Kartal