II. İki kitabı buluşturmak

Metin Karabaşoğlu

ÂİŞE VALİDEMİZİN ŞAHİDİ OLDUĞU BU tablonun başka nice şahidi vardır. Sahabiler, kudsî nebîyi nice gün ve nice gece dilinden Kur’ân âyetleri dökülür halde kâinatı tefekkür ederken bulmuşlardır.

Meselâ Abdullah b. Abbas, neredeyse tıpatıp, Âişe validemizin anlattığı halin şahidi olur. Abdullah, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın amcası Abbas’ın oğludur. Abdullah’ın annesi Ümmü Fadl ise, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın hanımı Meymune b. Hâris’in kardeşi. Yani, hem baba, hem anne tarafından Peygamber evine akrabadır Abdullah. Hem Peygamber aleyhissalâtu vesselamın kuzeni, hem de Meymune validemizin yeğeni. Bu akrabalık, bir marifetullah ziyafeti yaşatacaktır ona. Gündüz nasıl yaşadığını yakînen gözlemlediği kudsî nebînin gecesini nasıl ihya etitğini öğrenmek isteyen genç Abdullah, Peygamber aleyhissalâtu vesselamın hanımı olan halasına misafir olduğu gece, bu emeline nâil olur. Başka her gece olduğu gibi, o gece de kudsî nebî az bir miktar uyur, sonra uyanıp avluya çıkar ve yıldızlı gecede göğü seyreder. Gözleri yıldızlarla süslü gökkubbeyi seyrederken, dili Kur’ân’dan âyetler terennüm etmektedir: “Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün değişmesinde akıl sahipleri için âyetler vardır. Onlar ki, ayakta iken de, otururken de, yatarken de daima Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler ve ‘Rabbimiz! Sen bunları boş yere yaratmadın!’ derler. ‘Seni bütün noksanlardan tenzih ile tesbih ederiz. Bizi ateşin azabından koru!’”1 Ve sonra namaza durmuştur kudsî nebî. 2

Başka bir gece, yine Abdullah b. Abbas, onu uyandığında ilk önce üç kere “Sübhâne’l-Meliki’l-Kuddûs” diyerek Rabbini zikrederken işitir. Sonra avluya çıkan kudsî nebî yine gökyüzünü seyre koyulur ve yine aynı âyetleri okur; sonra yine gece namazını kılıp yeniden yatağına döner ve uyur. Bir müddet sonra yine kalkar, âlemlerin Rabbine şu ifadelerin de yer aldığı o güzeller güzeli münacatta bulunur: “Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver. Önüme bir nur, arkama bir nur ver. Sağıma bir nur, soluma bir nur ver. Üstüme bir nur, altıma bir nur ver. Kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver. Saçıma bir nur, derime bir nur ver. Etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy! Allahım! Nurumu büyüt, [söylediklerimin hepsine bedel olacak] bir nur ver, [söylenmiyenleri de kuşatacak] bir nur daha ver!”3

Abdullah b. Abbas, Âl-i İmran sûresindeki tefekkür âyetlerini kudsî nebînin her gece ‘üç kere namazgâhından göğe bakarak’ okuduğunu da bildirir. Başka sahabileri, meselâ Bilâl-i Habeşî de bu âyetleri ondan böylesi bir hal üzere ondan işitmiştir. Resûlullah aleyhissalâtu vesselam, kâinat ile Kur’ân’ın buluştuğu bu gece tefekkürünün ruhunda uyandırdığı ürperti ve coşkuyla ağlamaktadır. Bilâl b. Rebah, onu bu hal üzere görür ve “Yâ Rasûlallah!” der, “neden ağlıyorsun?” Kudsî nebî şu cevabı verir: “Ey Bilâl! Allah bana şu âyeti indirdikten sonra, artık nasıl ağlamam?”4

Peygamber aleyhissalâtu vesselamın cihad için sefere çıktığı bir vakitte kudsî nebînin geceyi nasıl geçirdiğini gözlemleyen bir sahabi ise, gördüklerini şöyle anlatır: “Dedim ki: Resûlullah’ın nasıl namaz kıldığına bakıp dikkat edeceğim. [Yatsı namazını kıldıktan sonra] Resûlullah uyudu. Sonra uyanıp başını kaldırdı ve göğün ufkuna baktı. Âl-i İmran sûresinin sonlarından dört âyet okudu: ‘Muhakkak ki, göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbirini kovalamasında akıl sahipleri için âyetler vardır.” Bu âyetten başlayarak dört âyet okudu. Sonra elini su kabına doğru uzatıp misvak aldı ve iyice bir misvaklandı. Sonra abdest alıp namaz kıldı. Yattı, sonra uyandı. ilk defa yaptığı gibi yaptı. Sonra göğe baktı, Kur’ân’dan okuduğu kadar okudu...”5

Yalnızca bu gece tabloları bile, Peygamberin bir gününde iki ilâhî kitabın, kâinat kitabı ile Kur’ân’ın nasıl buluştuğunun açık bir şahididir. Peygamberin her günü, kâinat kitabıyla Kur’ân’ın buluştuğu bir tefekkür ve ubudiyet zemininde geçmektedir.




1. Bkz. Kur’ân, Âl-i İmran sûresi, 3:190-191.

2. Bkz. el-İsbehânî, a.g.e., s. 165-6.

3. Bu güzeller güzeli nebevî münacat, şu şekildedir: “Allahım! Senden, katından vereceğin öyIe bir rahmet istiyorum ki, onunla kalbime hidayet, işlerime nizam, dağınıklığıma tertip, içime kâmil iman, dışıma amel-i sâlih, amellerime temizlik ve ihlâs verir, rızana uygun istikâmeti ilham eder, ülfet edeceğim dostumu lutfeder, beni her çeşit kötülüklerden korursun.

Allahım! Bana öyle bir iman, öyle bir yakîn ver ki, artık bir daha küfür [ihtimali] kalmasın. Öyle bir rahmet ver ki, onunla, dünya ve ahirette Senin nazarında kıymetli olan bir mertebeye ulaşayım.

Allahım! Hakkımızda vereceğin hükümde lütfunIa kurtuluş istiyorum, şühedâya has makamları niyaz ediyorum, bahtiyar kulların yaşayışını diliyorum, düşmanlara karşı yardım taleb ediyorum!

Allahım! Anlayışım kıt, amelim az da olsa ihtiyaçlarımı Senin kapına indiriyorum. Rahmetine muhtacım, halimi arzediyorum. Ey işlere hükmedip yerine getiren, kalplerin ihtiyacını görüp şifa veren Rabbim! Denizlerin aralarını ayırdığın gibi, benimle cehennem azabının arasını da ayırmanı, helâke dâvetten, kabir azabından korumanı diliyorum.

Allahım! Kullarından herhangi birine verdiğin bir hayır veya mahlukatından birine vaadettiğin bir lütuf var da buna idrakim yetişmemiş, niyetim ulaşamamış ve bu sebeple de istediklerimin dışında kalmış ise, ey âlemlerin Rabbi, onun husulü için de Sana yakarıyor, bana onu da vermeni rahmetin hakkında Senden istiyorum.

Ey Allahım! Ey kuvvetli ipin, doğru yolun sahibi! Kâfirler için cehennem vaadettiğin kıyamet gününde, Senden cehenneme karşı emniyet, arkadan başlayacak ebediyet gününde de huzur-i kibriyana ulaşmış mukarrebîn meleklerle, rükü ve secde yapanlar ve ahidlerini ifa edenlerle birlikte cennet istiyorum. Sen sınırsız rahmet sahibisin, Sen hadsiz sevgi sahibisin, Sen dilediğini yaparsın.

Allahım! Bizi sapıtmayıp saptırmayan hidâyete ermiş hidâyet rehberleri kıl. Dostlarına sulh, düşmanlarına da düşman kıl. Seni seveni Sana olan sevgimiz sebebiyle seviyoruz. Sana muhalefet edene, Senin ona olan adâvetin sebebiyle adavet ediyoruz.

Allahım! Bu bizim duamızdır. Bunu fazlınla kabul etmek Sana kalmıştır. Bu, bizim gayretimizdir, dayanağımız Sensin.

Allahım! Kalbime bir nur, kabrime bir nur ver; önüme bir nur, arkama bir nur ver; sağıma bir nur, soluma bir nur ver; üstüme bir nur, altıma bir nur ver; kulağıma bir nur, gözüme bir nur ver; saçıma bir nur, derime bir nur ver; etime bir nur, kanıma bir nur ver; kemiklerime bir nur koy!

Allahım! Nurumu büyüt, bir nur ver, bir nur daha ver!

İzzeti bürünmüş, onu kendine alem yapmış olan Zât münezzehtir. Büyüklüğü bürünmüş ve bu sebeple kullarına ikramı bol yapmış olan Zât münezzehtir. Tesbih ve takdis sadece kendine lâyık olan Zat münezzehtir. Fazl ve nimetler sâhibi Zât münezzehtir. Azamet ve kerem sahibi Zât münezzehtir. Celâl ve ikrâm sâhibi Zat münezzehtir.” Bkz. Tirmizî, Daavât 30.

4. Bkz. el-İsbehânî, a.g.e., s. 16.

5. Nesâî, Gündüz ve Gece İbadetleri: Hz. Peygamberin Dilinden Dualar ve Zikirler, çev. Naim Erdoğan, İstanbul: İz Yayıncılık, 1996, s. 98.

  6.04.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu