Esmâ ve saadet

Abdullah Taha Orhan*

BAZI LATİFELERİ VARDIR Kİ İNSANIN, bir defa öldü mü bir daha dirilmez. Öyle perdeleri vardır ki hayânın, bir defa yırtıldı mı bir daha dikilmez.

Ahirzamanda bu perdelerin çoğu yırtılmış; ve biz varlığından haberdar olmadığımız için yokluğunu dahi anlayamıyoruz, mahrumiyetimizin dahi farkında değiliz. Hani denir ya, “günümüz insanı çok az kelimeyle konuşuyor eskiden böyle değildi” diye, işte bu latifeler için de geçerli. Günümüz insanı çok az latifeyle yaşıyor, saadet asırlarına göre.

Bu Allah’ın bazı isimlerinin tecellisinin insanın su-i ihtiyarıyla örtülmesine de yol açıyor. Aslında işin özünde bu isimlere parlak birer ayine olamama marazı yatıyor. Karartıyor günümüz insanı üzerindeki esma tecellilerini; bu da bizi saadetten biraz daha uzaklaştırıyor.

Saadet esma-i ilahiyenin tümünün cemiyette nümâyân olmasıyla, insanların şahs-ı manevî ile o esmayı yansıtmalarıyla ortaya çıkıyor.

Rahîm fakat aynı zamanda Kahhar olan Allah’ın Rahîm ismi tecelli ederken insanlarda, Kahhar ismini örtüyor cemiyet. Yansıtamıyor. Zira rıza-yı ilahi uğruna insanları Kahhar-ı Zülcelâl’in emrettiği şekilde cezalandırmaktan yüz çeviriyor insanlar örneğin. Ya da tam tersi durumlar da vaki. Mazlumun hakkının korunmadığı çokça vaki oluyor ve Adl ismi perdeleniyor.

Ve hakeza… Bütün isimler için geçerlidir bu vaziyet. Oysa saadet bu isimlere külliyen ayine olabilmekten geçiyor. Toplum onun esmasını yansıtmaktan ne kadar uzak olursa , o kadar uzak oluyor saadetten. Ve ne kadar az perdelerse O’nun esmasını, bu dünyada dahi o kadar yakın oluyor O’nun cennetine.

Evet, bu dünyada cennet, O’nun esmasını yansıtabilmektir mümkün olabildiğince. Asr-ı Saadette olan bu idi. O asır bu sebepten ötürü Asr-ı Saadet diye tesmiye olundu. Yoksa sadece Peygamber Efendimiz aleyhissalatu vesselam O’na en parlak bir ayine olsaydı da ashabı olmasaydı, Asr-ı Saadet demeyecektik biz o asra. Ki ondan evvelki peygamberlerin dönemlerine, örneğin bir İsa aleyhisselamın, bir Musa aleyhisselamın asrına Saadet Asrı demiyoruz bu sebepten.

Hâsılı, saadet Allah’ın bütün güzel isimlerini, cem’-i esmâyı bütün bir cemiyet olarak yansıtabilmek, ona ayine olabilmekten geçiyor.

Bunu yapamadığımız takdirde her daim birşeyler eksik olacaktır. Saadet-i dareyn’in ilki bu dünyada saadettir ki; onun da şartı esma-i ilahiyeye ayine olmak, kesif bir perde olmamaktır.

  22.03.2008

© 2021 karakalem.net, Abdullah Taha Orhan