Uzuvları Yitirmek…

Rabia Nazik Kaya

KADER DAHİLİNDE BİR KURŞUN VURACAĞI hedefe gidiyor, bir araba çarpacağı bedene doğru ilerliyor.. Bu ilerleyişten bihaber yürüyüp giden bir kimse, bir hastane odasında gözlerini açtığında, dünya bambaşka bir şekle bürünmüş oluyor.

Zevk ve mutluluklar bir yanda kalmışken, elem, ıstırap ve acı dolu günler başlıyor.

Bazen bunlar tam da hayatın en güzel zamanındayken, tam da işleri kurmuşken, tam feraha erecekken oluyor.. Feraha ermek diye bir kavramın dünya üzerinde olmadığını haykırırcasına “Dünyada rahat yoktur” sözü yankılanıyor dört bir yanda..

21 yaşında bir genç, bir kaza sonucu dört uzvunu da yitirip yatağa mahkum kalıyor..Sağlıklı olan akranları kendisini gördüklerinde gerçek olmasına ihtimal vermedikleri durumların bir film gibi karşılarında durduğunu fark ediyorlar..

Sapasağlam çocuğunun bir anda yatağa mahkum olmasıyla karşı karşıya kalan anne, çocuğuna karşı metanetle, cesaretle, şefkatle muamele ediyor. Ama oğlundan uzakta bir köşede, eli alnında, perişan vaziyette düşünüyorken onu gördüğümüzde, bu metanetin oğluna gösterdiği şefkate binaen oynanmış bir oyun olduğunu fark ediyoruz.

Biz 8-10 akranı olarak o gencin karşısında ne yapacağımızı bilemiyor, hocamızın söylediklerini tatbik etmekte dahi güçlük çekiyoruz.. Birkaç arkadaş gizlice gözlerini silmeye çalışıyor. Zoraki olarak muayeneyi yapmaya çalışırken, kolunu kaldırmasını istediğimizde, kaldıramadığında, kollarımız uyuşuyor..Şöyle bir göz ucuyla parmaklarımızın kıpırdadığına bakıyor, şükrediyoruz..

Bir diğer hastada yine zorlanarak muayene etmeye çalışırken, bacağını kaldırmasını istediğimizde, hareketsiz iki bacakla karşılaştığımızda, yine o uyuşma dizimizden aşağı yayılıyor, tüylerimiz diken diken oluyor, yine halimizin, mükemmel yaratılışımızın farkına varıyor, yine şükrediyoruz..

Hastanın gözlerinde bir ümit var, “inşallah can gelir bu ayaklarıma da hocam” diyor..Hocamız ise çoktan ümidi kesmiş durumda..Ama bir şey söylemiyor..

Bu tabloların niceleri ülkemizin ve dünyamızın dört bir tarafında aynı ile hatta fazlası ile yaşanıyor. Her gün, birileri bir şeylerini yitiriyor.. Bir insanın uyandığında, bir kolunu iradesinden çıkmış bulması, ve onunla yaşamaya alışması nasıldır kim bilir…

Yitirilen uzuvlar, hafızalar, kabiliyetler.. Tüm uzuvları yerinde olan kimseler için ne kadar büyük ibret pencereleri bunlar..

Uzuvlar yitiriliyor evet..Bir de, yitirilen ümitler, yitirilen şükür, yitirilen teyakkuz olmasın?..

Bizler, genel olarak tam olanların, kusursuz olanların derdine düşmüyor, onların farkına varmıyoruz..Dikkatimizi ve hassasiyetimizi eksik olanlara yönlendiriyoruz..Belki de bunun için gerektiği gibi şükredemiyoruz. Çünkü kendimizde eksik gördüğümüz ne varsa, nefsimiz ona karşı bir mücadeleye girişiyor, onu elde etmeye çalışıyor, ve var olanla yetinmiyor. Belki nefsimize, sahip olduklarını tek tek hatırlatmamız gerek. Belki o zaman şükre daha fazla yakınlaşabilir, belki o zaman kanaatin nasıl bir mutluluk olduğunu fark edebiliriz.

Kolunu kullanamayanlar için geliştirilmiş elektronik bir aletin tanıtımına şahit olmuştum..Çok pahalı ve çok zor kullanılan bir aletti, bir örnekti sadece..Kolun içine ameliyatla yerleştirilen küçük küçük metaller aracılığıyla kol elektriksel bir sistemle çalıştırılmaya çalışılıyordu.

Örneğin bir şeyi tutmak için, önce kolu büktüren kasa basılıyor, sonra parmaklara giden diğer kaslar, ön kolu hareket ettiren kas, parmakların tek tek uyarılması derken çok uzun bir işlemle hastaya bir şey tutturulmaya çalışılıyordu. Yine de başarılı olunamıyordu.

Bir şeyi almak istediğimizde uzanıp hemen alabilmemiz ne büyük nimet, parmaklarımızı hareket ettirebilmemiz ne mükemmel bir kabiliyet. Elimizle yaptığımız bize zor gelen bir eylemde, parmaklarımızı kullanabiliyor olmamızı hatırlamamız mutluluğumuzu, şükrümüzü, sabrımızı arttırabilir..Böylece kabiliyetlerimizin de farkına varmış oluruz..

Ah ki, yatağa mahkum olan hastaların, yitirdikleri öylesi kabiliyetlere nasıl büyük bir kavuşma arzuları var..Pek çok fonksiyonlarını yitirmiş olmalarına rağmen, sordukları ilk soru “Ne zaman yürüyebileceğim?..”…

Kimi zaman tekrar yürüyemiyorlar..Ömürleri yatakta yahut tekerlekli sandalyelerde geçiyor..

Acaba o haldeyken, pencereden dışarı baktıklarında, yürüyen insanları gördüklerinde neler hissediyorlar?..Sanırım imkanları olsa, her adım atışlarında ne kadar mükemmel bir nimete sahip olduklarını ve onun şükrünü eda etmeleri gerektiğini haykırırlardı insanlara…

Aslında, sessiz de kalsalar, onları gören gözlerimiz, bu mesajı almalı değil mi?..

Hem, gördüğümüz her bir şey, bizler için birer ibret numunesi değil mi?..

Evet, bu ibretler her bir yanda iken, fütursuzca, şikayetle kullanabiliyoruz uzuvlarımızı..

Trafikte, sabırsızlığın alameti kornalara basıyor eller..Yine sabırsızlığın ve belki başka nedenlerin neticesiyle, sonuna kadar gaz pedalına basıyor ayaklar..

Sinirle, yerdeki taşları, kaldırımları tekmeliyor insanlar..

Hırs ile, tamah ile, havada uçuşuyor yumruklar..

Belki isyan ediyor uzuvlar..

İbret numunelerini gören gözler isyan ediyor..

Ama aklının kontrolünü vicdanına değil, nefsinin arzularına vermiş olanlar, maalesef böylece yaşamaya devam ediyor..

  20.02.2007

© 2021 karakalem.net, Rabia Nazik Kaya