Yükselen Bir Değer Olarak Milliyetçilik Sorunu ve Risale-i Nur’dan Çözüm Önerileri

Ahmet Nazlı

21. YÜZYILDA DA GÜNDEMİ İŞGAL edeceği anlaşılan milliyetçilik ideolojisi, dünya coğrafyasında özellikle İslam dünyasında, aktüalitesini korumaya devam etmektedir. Küreselleşme olgusu ile birlikte, yer yer daha fazla içe kapanma istidadı gösteren milliyetçi tavırlar, ulus-devlet modelinin zayıflaması karşısında, kendisine yaşam alanı bulma konusunda sıkıntılar çekmektedir. Etnik yapıların tüm dünyada birbirine karışması, bu sıkıntıyı daha da arttırmaktadır.

Öte yanda içinde bulunduğumuz coğrafyada, sadece Türkiye Cumhuriyetinin kendi ulus-devlet yapısından kaynaklanan konjonktürel politikaların varlığı, hem içeride hem de dışarıda bir gerilim kaynağı olmaya devam etmektedir. Bulunduğu coğrafyanın sınırları dışındaki uluslar üstü politik çıkarların yakınında bulunması, bu bakışı daha da belirsiz hale getirmektedir.

Evrensel bir dinin mesajını taşıdığını iddia edenler ise, bu ideolojik bakış açısını sorgulama ve tanımlama sorunu yaşamaktadırlar. Bu bağlamda, milliyetçiliğin dini bir geleneğe dayandırılması hatta kimi çevrelerce bir din gibi algılanması sorunu ile karşı karşıyayız.

Bu sorun, milliyet kavramının müsbet anlaşılabilip anlaşılamayacağı tartışmalarından çıkıp, daha ideolojik bir bakış açısına dönüşmektedir. Zaman zaman, kimi ‘derin’ politik çevrelerin, Türkiye Cumhuriyeti devleti içerisinde, milliyetçiliği, ‘yükselen değerler’ haline getirmeleri, toplumda var olan gerginliği daha da tırmandırmaktadır.

Sorunun çözümü için, bir kavram çalışmasına ihtiyaç duyulmaktadır. Bunun için, milliyetçiliğin, ulusçuluk ve etnisizm ile olan ilişkilerinin irdelenmesi gerekir. Ayrıca bu kavramın, alt kimlik-üst kimlik ve aidiyet sorunları ile olan ilişkisi irdelenmelidir. Küreselleşme olgusu ile birlikte, bir aidiyet sorunu yaşayan modern insan, bunu, bazen dini kavramların içinde, bazen de içinde bulunduğu çevre şartları içinde çözmeye çalışmaktadır. Risale-i Nur okuyucularının, bu sorunu hangi şartlar içinde çözmeye çalıştığı tartışılmalıdır.

Fransız ihtilalinden sonra doğan bu nasyonalizm, modernleşmenin önemli bir sac ayağı haline gelmiştir. Modernleşmenin dayandığı ulus-devlet ideolojisini ifade eden milliyetçilik kavramı, nasıl olup da ‘dinin kutsalları’ arasına girdiği tartışılmalıdır. Zira ‘hamiyet-i diniye’yi fikren benimsemiş olsa bile, kimi dini çevreler, pratikte ‘hamiyet-i milliye’ esasından hareket etmekte bir beis görmemektedirler.

Risale-i Nur külliyatının, milliyetçiliğe prim verip vermediği; müellifinin, sadece bir etnik yapının unsuriyetçiliğine mi karşı çıktığı yoksa, bütün milliyetçiliklere mi karşı çıktığı araştırılmalıdır. Risale-i Nurdan beslenen çevrelerin, kimisinde ‘türk milliyetçiliği’ kimisinde de bir ‘kürt milliyetçiliği’ne yol bulması mümkün müdür? Risalelerin ,böyle bir birinden çok farklı okuma biçimlerine yol açtığı söylenebilir mi? Yoksa, her iki ideolojik bakış açısı, Risale-i Nuru farklı bir okuma ameliyesine mi girişmiştir?

Konjonktürel şartların, bu yorumların farklı olmasında bir etkisi var mıdır? Söz gelimi, 12 Eylül 1980 öncesi okuma biçimleri ile bu günkü okuma biçimleri arasında bir fark var mıdır? Türkiye Cumhuriyetinin temel esaslarından biri olarak milliyetçilik, Risale-i Nur ile bağdaştırılabilir mi?

Ziya Gökalp’e atıf yapak ‘din, dil bir ise, milliyet de birdir’ şeklindeki sözlerine ‘…hakiki unsuriyete değil, belki dil, din ve vatan münasebatına bakılacak’ diyen Said Nursi’nin bu yorumu, Risalelerin milliyetçilik anlayışına, dayanak teşkil edebilir mi?

Bu ve buna benzer sorular, Demokrat Hukukçular Derneğinin düzenlediği ‘Yükselen Bir Değer Olarak Milliyetçilik Problemi ve Risale-i Nurdan Çözüm Önerileri’ başlıklı forumda, tartışıldı. Müzakerelerin, özelde Risale-i Nur müntesiplerinin, genelde de bulunduğumuz coğrafyadaki politik sorunların çözümüne katkı sağlayacağını düşünüyorum.

Forumun önemi, konuşmacı olarak katılanların, Risale-i Nur ikliminden beslenen birikimleri bir araya getirmesi idi. Ve Risalelerdeki bütün milliyetçilikle ilgili konular masaya yatırıldı. Forum idarecisi olarak aldığım kısacık notları karakalem okuyucuları ile paylaşmak istiyorum.

Risalelerden milliyetçi bir yorum(Türk milliyetçiliği) geliştiren Eyüp Gökhan, kültür, medeniyet ve milliyetçilik konularında çalışma yapan genç bir isim. Ona göre milliyetçilik, modern bir söylem olmasına rağmen, dini unsurlarla birlikte yaşayabilir. Osman Yüksel Serdengeçti, Erol Güngör, Nurettin Topçu ve Necip Fazıl gibi isimler, hem dini bir söylemi olan hem de milliyetçi bir çizgi takibeden bir silsileyi teşkil ediyor. Bu çizginin Risaleler ile çelişmediğini iddia eden Gökhan, ‘dil, din bir ise, millet de birdir.’ diyen Ziya Gökalp’e Said Nursi’nin de katıldığını iddia ediyor. ‘Türk milletindenim, İslam ümmetindenim, İslam medeniyetindenim’ diyen Özakpınar’ı referans gösteren Eyüp Gökhan, millet, ümmet ve medeniyet kavramlarının içini doldurmuyor ve bu kavramlar arasında bir karşılaştırma da yapmıyor.

Bütün milliyetçi okumalar gibi bu okuma biçiminde de kavramlar, içerikleriyle, tarihi arkaplanıyla birlikte okunmuyor; sadece çağrıştırdığı manalar, sloganlaştırılarak sunuluyor.

Konuşmacılardan Safa Mürsel, milliyetçiliği yükselen(yükseltilen) bir değer olarak değil, ifrat ve tefrit hareketlerinin bir yansıma biçimi olarak görüyor. Avrupa Birliği tartışmalarının bazı kavramları gündemimize taşıdğını, milliyetçiliğin de bu kavramlardan biri olduğunu söylen Mürsel’e göre, milliyetçilik konusunda duruşumuzu netleştirmemiz gerekir. Elimizde bu kavramları tahlil edecek ve içini dolduracak yeterli malzemenin var olduğunu söyleyen Mürsel, özellikle Risale-i Nur’un zengin bir birikim sunduğunu ifade ediyor.

İçinde bulunduğumuz siyasal ve sosyal iklimde, çatışmaların tetikleyici aktörü olarak milliyetçiliği gördüğünü söyleyen Safa Mürsel, milliyetçiliğin yerini İslamiyet milliyetine bırakması gerektiğini öneriyor. Milliyet kavramında da bir menfez açamamak gerektiğini, insanları, toplumları bir arada tutan önemli kavramlardan olan millet/milliyet kavramında meydana gelebilecek bir zedelenmenin, ileride telafisi imkansız mecralara bizi sürükleyebileceği uyarısında bulunuyor.

Kavramların muhtevasından çok, bir çerçeve çizen Safa Mürsel, S. Nursi’nin, Ziya Gökalp’in milliyet konusundaki tanımını benimsemiş olduğu izlenimi veriyor. Bir taraftan bir yazarın, ‘Milliyetçilik, başkasından nefret etmektir.’ şeklindeki sözlerini eleştirel bir uslupla takdim eden Mürsel, Risale-i Nur’un müsbet de olsa bir milliyetçiliğe prim verip vermediği konusunda net ifadeler kullanmaktan kaçınıyordu. 1970’li yılların Risale-i Nur hareketi kuşağı ile günümüzdeki kuşak arasında, milliyetçiliğe bakış konusundaki farklılık, Safa Mürsel’in ifadelerinde belirsizliğini koruyor.

Forumun bir başka konuşmacısı olan Osman Tunç ise, asıl tartışılması gereken kavramların ulus ve ulusçuluk olduğunu, ancak milliyetçilik kavramının bunların yerine geçmesinden dolayı, bizim bu gün milliyetçiliği tartıştığımızı iddia ediyor.

Her kavram gibi, milliyetçilik kavramı da tarihin çeşitli evrelerinde farklı manaları içine katmaktadır. Osmanlı Devletinin son döneminde, milliyetçilik kavramının parçalayıcı olduğunu görmek gerekir. Bu özelliğinden dolayı, buna karşı geliştirilen ittihad-ı İslam fikrinin de bazı milliyetçi unsurlar taşıdığını iddia eden Osman Tunç, bu özelliğinden dolayı ittihad-ı islamın başarılamadığını tespit ediyor.

Tunç’a göre Bediüzzaman’ın ilk dönemindeki, millet kavramına yüklediği anlam, bildiğimiz Kur’ani muhtevasıyla ‘din’ anlamına geliyor. Ulusçuluk hareketlerinden sonra ise, millet kavramı, ulus anlamında kullanılıyor.

‘İslamiyet, insaniyet ve milliyet...’ şeklinde bir sıralama yapan Said Nursi, Osman Tunç’a göre, milliyeti bir değer yargısı olarak en sona bırakıyor. O’na göre, içinde tek bir unsuru barındıran bir yapı, ilelebet devam edemez. Bu yüzden, bu günkü problemler devam etmektedir. Ve eğer birden fazla unsur, mevcut yapının içinde yer almazsa, bu sorunlar devam edecektir.

Risale-i Nur hareketi içinde milliyetçi jargona karşı çıkışlarıyla dikkatleri çeken Metin Karabaşoğlu, forumun bir diğer konuşmacısı idi. Onun karşı çıkışı, sadece tepkisel bir duruş değil, ilkesel olarak ve sistematik bir biçimde, Risale-i Nur, milliyetçiliğe mesnet teşkil etmez ve edemez. Metinlerde milliyetçilik konusunun aslında gayet açık bir şekilde yer aldığını, ancak müntesiplerinin bir kısmının, geçmişte ve günümüzde Risale-i Nur’un uzağında bulunduğunu ifade eden Karabaşoğlu, Risale metinlerinin tamamının eş değerde olmadığını, bazılarının daha temel değerde ve kök eser niteliğinde bulunduğunu iddia etmektedir. Söz gelimi, haşir bahsi ile siyasi içerikli bir mektup eş değerde değildir.

10, 25, 26 ve 31. sözler, temel/kök eser niteliğindedir ve Risale-i Nur’un ana prensiplerinin, temel ilkelerinin bu tür metinlerden çıkarılması gerekir. Milliyetçilik konusunun, 26. mektubun üçüncü mebahsında incelenmektedir. Bu mebhas, kök/temel eser niteliğinde değil, ancak, kök eser niteliğindeki eserlerden çıkarılan temel prensiplere göre yorumlanabilir.

Karabaşoğlu’na göre, bu konudaki temel eserlerden biri 31. sözdür. Ona göre, S. Nursi, 31. sözde milliyetçiliği, ‘Ene’nin menfi yüzünde okumaktadır. Yine bir başka kök eser olan 25.sözün medeniyet karşılaştırmalarında, menfi milliyetin Kur’an medeniyeti tarafında değil, felsefe silsilesi tarafında yer aldığını görmekteyiz.

Her iki kök eser(25 ve 31. sözler)in bize verdiği bu bakış açısıyla, 26.sözün 3.mebhasını yorumlamamız gerekir.

Forumun son konuşmacısı olan Ahmet Yıldız, milliyetçilik konusunda özellikle kavramsal bir çatı kurulması gerektiğini düşünüyor. Modernleşme ile birlikte bir çok batılı kavramın ithal edildiğini, milliyetçilik kavramının da bunlardan biri olduğunu görmekteyiz. Milliyet kavramının, Fransızca ‘nation’ deyiminin Türkçe’ye yanlış tercüme edilmesinden dolayı, bu gün kavramsal bir kargaşa yaşanmaktadır. Yıldız’a göre, ‘nation’un tam karşılığı millet değil, ümmettir. Bu yanlış tercümeden dolayı, dini ve Kur’ani bir kavram olan millet kelimesinin anlamı dönüşmüş ve bu gün ‘ulus’ şeklinde ifade ettiğimiz kelimenin muhtevası, millet kavramına yüklenmiştir.

Görüldüğü gibi burada, millet ve ulus kelimesinin basitçe bir yer değişmesinden çok, dini bir bilinç olan ‘millet’ yerine, modern bir bilinç olan ‘ulus’ bilinci ikame olmuştur.

Bu yanlış tercümenin bir başka sonucu da ümmet kavramında yaşanmıştır. Bu gün ‘ulus’ diye kullandığımız kavram, aslında ‘ümmet’ anlamını taşımaktadır. Ahmet Yıldız, ‘İslam milleti’nin tek bir millet olduğunu, bunun da Kur’anda 16 yerde geçen ve bütün bir İslam tarihinin pratiğinde var olan ‘millet-i ibrahim’ olduğunu iddia etmektedir. Ümmet kavramı ise, farklı kavimleri ifade etmektedir.

Buna göre, bu günkü İslam toplumlarının(uluslarının/etnik yapılarının) her biri ayrı bir ümmettir. Dolayısıyla tek bir İslam milleti içinde farklı ümmetlerden söz etmek doğru bir ifade iken, tek bir İslam ümmeti içinde farklı milletlerin varlığından söz etmek yanlış bir kullanımdır.

Bu yanlış algılama sonucu, Hucurat suresinde ‘Sizi kabileler ve şubeler şeklinde yarattım…’(49,13) mealinde geçen ‘şube ve kavim’ kelimelerinin de millet şeklinde yanlış anlaşılmasına yol açmıştır.

Yıldız, bu ayetten yola çıkarak ‘tanıma/tanıtma’ ve ‘tanımlama’ biçiminde ifade edilebilecek önümüzde iki yol olduğunu, ayetin ‘tanıma/tanıtma’ya izin verdiğini, ancak ‘tanımlama’ya izin vermediğini ifade etmektedir. Birincisinde, Said Nursi’nin anladığı biçimde bir tanıma/tanışma/muarefe zinciri yer almaktadır. İkincisinde ise, farklılıklara göre tanımlama yapılamayacağını anlamamız gerekir. Birincisine göre, Allah, herkesi farklı kavimler içinde yaratmıştır ve bu farklılık O’nun ayetlerindendir. Bu farklılığı inkar, O’nun ayetlerini inkar anlamını taşır. Dolayısıyle, yekdiğerimizi tanımazlıktan gelmemiz, inkar etmemiz(tenakür), O’nun ayetlerini inkar manasına gelebileceğini hesaba katmamız gerekir.

İkinci yol olan ‘tanımlama’da ise, Kur’anın kişiyi tanımlamasının dışında bir tanımlama biçimini kabul etmememiz, mü’min olmanın şiarıdır. Kur’an insanları, ‘mü’minler ve diğerleri’ biçiminde tanımlamıştır. İnsanı, etnik yapılarına göre yapılan tanımlamalar ise, Kur’anın bu tanımlamasına uymuyor. ‘Mü’min’ kelimesi, Allah’ın kulu olmasının dışında bir aidiyet ve tanımlama kabul etmez.

Bu durumda, ‘Ben Türküm veya ben Kürdüm veya Arabım’ şeklindeki ifadeler, eğer bir tanıma, tanıtma veya tanışma anlamında kullanılıyor ve bu manalar doğrultusunda bir sonuca bizi götürüyorsa, burada bir sorun bulunmamaktadır. Ancak, bu ifadeler eğer bir tanımlama içeriyorsa burada bir sorundan söz etmemiz mümkündür. Özetle insanı tanıtan kavramlarda bir sorun bulunmamakta, ancak bir tanımlamayı içerdiği taktirde bir sorunla karşı karşıyayız ve bu tür bir kullanımdan kaçınmamız gerekir.

Özetle, Ahmet Yıldız’a göre, tanımlayıcılık, insanın Yaratıcı ile bağlantı kurulmasını sağlar ve bu asli olarak Yaratıcı ile irtibatlıdır. Diğer bağlantılar ise bu bağlantının yanında talidir ve Yaratıcı ile olan münasebette bir anlam taşımamaktadır.

Etnisite ile ulusçuluk arasında bir fark olmadığını iddia eden Yıldız, her bir etnik yapının aslında bir ulus olduğuna dikkati çekmektedir. Ona göre, bazı sosyal bilimcilerin ulusu, ‘devleti olan bir topluluk’ şeklinde ifade etmesi anlamsızdır. Zira devleti olan bir etnik yapıda var olduğu iddia edilen ulus bilinci, etnik yapılarda da görülmektedir. Bu yüzden ‘etnik ulusçuluk’ zaid bir kavramdır ve iki kavram da eş anlamlıdır.

Osmanlıcılık da bir etnik milliyetçilik değildir, çünkü bu tanımlayıcı değildi. Bütün etnik yapıları bir üst yapıda buluşturan millet kavramına daha yakın duran bir kavramdır Osmanlıcılık.

Tanımlayıcılık, çelişkili de olsa bazı kavramları bir araya getirmekte bir beis görmez. İslami demokrasi ve islami milliyetçilik kavramları, özünde birbirine aykırı unsurlar barındırdığı için, problemlidir. Birisi kelama ait bir kavram, diğeri topluma ait olan bir kavramdır.

‘Topluma ait kavramlar, kelama ait kavramlarla çatışırsa ne olur?’ Yıldız’a göre, İran ve Pakistan’da olduğu gibi çelişkili yapıların ortaya çıkmasına sebep olur. Bütün milliyetçilikler, tarihi kurgularken, yeni bir tarih anlayışı inşa ederken, türdeştirler ve geçişlidirler.

Forum, konuşmaların bitmesinden sonra, soru cevap faslıyla devam etmekteydi. Önemine binaen bazı soruları ve cevapları da aktarmak istiyorum.

Soru: S. Nursi’nin ifade biçimlerinden, müsbet milliyetçilik manası çıkabilir

Cevap: Nursi’nin, ‘hamiyet-i milliye mi, hamiyet-i diniye mi?’ sorusuna verdiği cevabı açık ve nettir. Bediüzzaman, hamiyet-i diniye tarafında duruyor. Ayrıca, S. Nursi, toplumun çeşitli tabakalardan oluştuğunu ifade etmektedir. Bunlar, hastalar, yaşlılar, musibetzedeler, çocuklar ve gençler gibi tabakalardır. Bu tabakaların içinde en farlı duran gençlerdir. Gençleri, milliyetçi güdülerle bir nebze harekete geçirebilirsiniz, ama, diğer tabakaların milliyetçi güdülerle harekete geçiremezsiniz. Söz gelimi Milliyetçilik, hasta birine ne verecektir? Yaşlı birisi, milliyetçilik ideolojisinden ne umabilir? Ahiret hayatının varlığına inanan bir mü’min yaşlının, öteki dünyası ile ilgili olarak, milliyetçiliğin vereceği ne olabilir ki? Hesap gününde, milliyetçiliğin, bize katkısı ne olabilir?

Soruları çoğaltabiliriz. Ancak, burada önemli olan, toplumu ve insanları bir araya getiren bir çok bağ vardır. Milliyetçilik bu bağlardan sadece bir tanesidir. Din, toplumun devamlılığı için, bir stepne olarak kullanılmamalıdır. (Ahmet Yıldız)

Soru: İslamiyet, toplumun refahı için bir stepne olarak kullanılmayacaksa, sosyal barış için, islamıyet ne olarak kullanılmalıdır?

Cevap: Türk milliyetçiliği, eğer islamiyeti bir stepne olarak kullanırsa, kürt milliyetçiliği de, devletin bunu, asimilasyon amacıyla kullandığı algısına sahiptir. Hangi milliyetçilik, dini kullanırsa, bu, dinin milliyetçi bir yorumu olarak algılanır. (Ahmet Yıldız)

Soru: Risale-i Nurda Milliyetçilik kavramı için, dayanaklar var mıdır?

Cevap: S. Nursi, menfi milliyetçilikten bahsettiğine göre, bunun müsbeti de olmalıdır. Evet, Risalelerde müsbet milliyetçilik diye açıkça bir terkip yoktur. Ancak, müsbet milliyet kavramı vardır. Ve S. Nursi, müsbet milliyet kavramını olumsuzlamıyor.(Eyüp Gökhan)

Cevap: Müsbet milliyet terkiplerinin geçtiği yerlere bakarsak, Risalelerde müsbet milliyet kavramına da olumlu bir anlam yüklenmemektedir. Yani, risalelerde sadece müsbet milliyetçilik terkibinin olmadığını vurguluyor değilim. Aynı zamanda, S. Nursi’nin, müsbet milliyet terkibine de olumlu bakmadığını görüyoruz. S. Nursi’ye göre, müsbet de olsa menfi de olsa, milliyet fikrinde nefsani bir hazz bulunduğunu, bunun ise ideal bir mü’min portresiyle bağdaşmadığını söylüyor. Bazı muhatapların milliyetçi olmasından dolayı, S. Nursi’nin onları dışlayıcı bir dil geliştirmemesini tebliğin bir gereği olarak okumak gerekir. Yoksa onları olumlu baktığı şeklinde bir yorum geliştirilemez.(Metin Karabaşoğlu)

Forumun soru cevap faslından sonra, Ö. Faruk Uysal, Murat Çiftkaya, A.Samet Demir ve Nuri Çakır da hem konuşmacıların fikirlerini hem de kendi değerlendirmelerini sundular. Aslında bu değerlendirmelerin de muhteva olarak çok zengin olduğunu, ancak forumun ilerleyen saatlerinde olması ve zihinlerimizin yorgun olmasından dolayı notlarımı alamadığım için sizinle paylaşamıyorum.

Profesyonel anlamda bir forum olmasa da, Risale zemininde, milliyetçilik konusunda her görüş kendisini ifade etme imkanı bulduğundan dolayı, iyi bir beyin fırtınası yaşadığımızı söylemeden geçemeyeceğim.

Dileğim o ki, yıllardır milliyetçiliği tartışmadan kabul edenler, bir elli yılı daha yitirmesin. Türk milliyeçiliği gibi, kürt milliyetçiliği de kendisini yenilesin. Ve Müslüman evladının kanı, milliyetçi ve ideolojik fikirler uğruna heder olmasın.

Hiç kimse, tanınmadığı için yok olmadı; hiç kimse de asimilasyon politikaları ile bir yere varamadı. Ulus-devlet modeli, kutsal bir model değil ki, bir kutsalı olanlar, onu eleştirmesin. Kutsal olan, Allah’ın herkesi farklı yaratmasıdır. Bu farklılığı anlamak, hepimizin borcudur.

Son sözüm Üç kelimeden ibarettir:

1- Tanıma (inkar etmeme)

2- Tanışma (Muarefe)

3- Sivil Düşünme (Devletin politikalarını eksene almadan, bağımsız ve tarafsız düşünme)

  13.11.2006

© 2021 karakalem.net, Ahmet Nazlı