Bilginin Yaptırım Gücüne Ulaşması
Bilmekten, Amele Geçiş Mertebeleri - 4

Halil Köprücüoğlu

6- İLTIZAM, (SARıLMA,TARAF TUTMA,YAŞAR hale gelme):

Şimdi bu yeni müktesebatın

çok kıymetli ve uğrunda çok şeyler yapılabilecek şeyler olduğuna altı mertebenin ittifakıyla karar verilmiştir.

Dimağ, ona sahip çıkması gerektiğine, onunla kemale ereceğine kanaat getirmiş ve

tâbi olmaya meyletmiştir.

Artık İLTİZAM safhası başlamıştır.

Kuvve-i mütefekkire tetiklenlenmiş,

Müktesebat şuurdan zihnin laboratuarlarına ,

oradan tahlil ve tehlîl inbiklerine akmış,.

Son olarak da her şey sultanlar sultanına, Kalbe arz edilmiş,

Her şey orada da tasdike mahzar olmuştur.

Artık iradenin desenine göre latife-i rabbaniye şekillenmeye başlar.

Elbette Reşhalaşmış bir halde olanlar çok avantajlıdır.

Onlar için feyiz alması çok kolay ve alınan feyz de çok üstün kalitede olduğu için

her şey Reşhalaşabilenler için çok daha elverişli hale gelir.

Kibrit çakmak gibi bir kolaylıkla

bilinenler fiile, hâle, davranışa dönüşecek bir seviyeye gelir.

Artık bilgiler gibi, fikirler gibi şekillenilir, yaşanır; onlara iltizam edilir, teslimiyet tamamlanır.

Bu hale gelince müktesebat malımız olmuş,

yaptırım gücü olan tesirli bir hale gelmiştir.

Cahillikten, bilmemekten kurtulunmuş ;

Alim olunmuş ; ilmiyle amil olunmuş; ancak hala problem bitmemiştir. İhlaslı olmak gibi daha üst bir mesuliyet hala durmaktadır. Fakat samimi olarak çırpınanlar için

artık büyük ihtimalle ihlaslı amel etmek de gerçekleşmektedir.

Çünkü ilimde iz’an-ı kalp söz konusudur.

Toplanan bilgiler muhabbeti doğurur;

sever, çok sever; Yaratanı bulmuştur ve O’nu aşktan öte sever.

Tabi ki lezzetler ve zevkler; hem de maddî ve manevî si ile zevkler,

bu hallerle, bu hallerden sonra başlar; artar da artar.

Hatta muhatap olduklarının

nisbi hakikatler olduğunu anladığında

Hakaik’ul Hakaike şiddetle meyleder.

A’sardan, Ef’ale, Esmaya, Evsafa, Şuunata ve Zata gidiş

bunun ayrı bir ifadesidir.

Faniliği anlayıp, beka bulmak için

artık emaneti sahibine satmak gerekir; bu basamakta kolayca satılır. Her şey O’nun istediği gibi kullanılır, O’nun istediği gibi yaşanır.

Artık, 11.Sözde olduğu gibi,

nimetlendiren Sultanın Yaver-i Ekrem’ini, her şeyiyle dinlemek

zaruret haline gelmiştir;

ayni zamanda pek çok lezzetler de alınan bir mecburiyettir bu.

Tasdik ve iz’an diye ifade edilen, akıl ve kalbin kabulü gibi de söylenebilecek iki mertebeden sonra artık taraf tutma, o fikre sarılma gerçekleşir. Bilgiler kalıcı hale gelmiş gibidir. Bilgiye iyice yönelinmiş, davranışlar yoğunlaşmış, hatta kalıcı hale gelmiştir. Artık, iltizam, müktesebata sarılma vaki olur ve bilgilere uygun yaşamak gerçekleşir.

Bu beş mertebe aşılmadan bu basamağa gelinirse, diğer mertebelerden bir çoğunda olduğu gibi buradan da kötü sonuçlar çıkar; “TAASSUP {aşırı, ölçüsüz, ilmî tavırdan uzak bir bağlılık} hasıl olur.” Radikal davranışlar sergilenir. Şuurlu, dengeli bir hal yerine; itici, mantıkları zorlayan, intibakında zorluklar olan hareketler tezahür eder. Fakat, buraya, İLTİZAMA, fıtri olarak, basamaklar aşılarak gelindiğinde ise bilgili ve şuurlu bir tarafgirlik söz konusudur ki, bu gelinen seviye, oldukça kemalde bir merhaledir.

Genel olarak; düşüncelerin, davranışları etkilediği bilinirse de; dikkat edilirse burada, itikattan önce iltizam gelmektedir. Yani, B.S.Nursi’ye göre, davranışlar da düşünceleri, ciddi bir şekilde etkilemekte, kuvvetlendirmektedirler. Bu durum, şimdiye kadar pek duyulmayan, üzerinde fazla durulmayan, ancak Bediüzzamanlık, adeta O’na has önemli bir hakikattir. O’na göre: “Akâidî ve imanî meseleleri kavî ve sabit kılmakla meleke haline getiren ibadettir” (a.g.e. 2.C.-1188) İbadetle, inançlar gelişir, kemâle erer, karakter haline dönüşür.

İnsanda, bu tarzda, adeta inançlarını tesir altına alan, artık “Yaşadığı gibi düşünmeye başlar” diyebileceğimiz bir müspet etki oluşur.İltizamla gelinen basamakta, insan bütün lâtifeleriyle, iltizamın gereği olanları yaparken, diliyle bunu ifade ederken, hisleri bunları tezahür ettirirken, adeta şartlı reflekslerle vücudunda maddî ve manevî biyolojik saatler oluşur. Evet “Herkes müşahedatına tâbidir.” İltizam ettiği şeyler, onun davranışlarını, hatta karakterini oluşturur. Her şeyi oluşan halet-i rûhiyesine göre görür, algılar. İltizamıyla adeta bütünleşir. Böylece “İbadet eden, mahlukatın ibadetini görür.” mânâsı gerçekleşir. Tabi ki, ihlas düsturlarını ezberden sayan, fakat, tatbik edemeyen bir insan bu mertebeye gelememiştir.

İslâmiyet’i, Sünnet’e uygun, tam anlamıyla yaşamak, yaşayabilmek; İltizamın en iyi bir tezahürüdür.

7- İtikad (Samimi inanma, inanç halinin zihinde kesinleşmiş hali ):

En üst mertebedeki bilgi olan İtikat, en sonra gelir. Bu mertebede insan zirveye, kemale ulaşır. İnsan, tek başına İtikat ile, salabet’i {bilgiye uymada ciddiyet, sağlamlık} elde eder. Veysel Karani’nin, o harika duasında söyledikleri, bu mertebeye gelişin farklı ifadeleri olsa gerektir. (a.g.e.298)

Bilginin yaptırım gücüne ulaşması, davranış kalitesinin artması hep yukarıda anlatılan basamakların sıhhatli olarak aşılması, yaşanması ile alakalı ve doğru orantılıdır. Zihin önemli bir hazinedir. Ancak onun yapısında bu basamaklara riayetle ilgili zarurî bir usul vardır.

Bediüzzaman’ın “Niyet, bir cihetle fıtrî amelin ölümüdür.” fikrine burada yer vermek istiyorum. İnsanda İtikat haline gelmeyen, refleks şekline dönüşemeyen düşünceler; ancak niyetle davranışa dönüşebiliyor ise “Niyet, bir cihetle fıtrî amelin ölümüdür. “ sözü gerçek oluyor demektir.

Hâlâ İtikada dönüşememiş, derinleşememiş, ilgili basamakları massederek aşamamış bilgiler yaptırım gücü bakımından çok zayıftırlar. Bu sebeple İtikat seviyesindeki bir bilgi, en güçlü halde, yaptırım gücü en üst seviyede bulunmaktadır. Onun tezahürleri, reflekslerimiz gibi fıtrî haldedir. Tezahürü için ayrı bir düşünceye, niyete ihtiyaç yoktur.

Bu merhaledeki insan, Necip Fazıl’ın ifadesiyle: “Vazife, denince arkasına hiç bakmadan öne çıkıp vazifeye talip olur.” Düşünmeden, başkalarının vazifeye talip olup olmayacaklarına bakmadan, nefsinde bir çok mazeretler üretmeden hemen vazifeye talip olur.

Hz. Ebubekir’in, Miraç konusunda ASM.’ın söyledikleriyle ilgili olarak hiç düşünmeden, tetkik etmeden, adeta refleks olarak: ” O söylemişse öyledir, ben O’nunla ilgili olarak daha ötelerine de inanıyorum” mânâsında ifadeler kullanması, bu mânânın en güzel tezahürüdür denebilir. Fakat, bizler, çok delillere rağmen hâlâ tereddütler içindeysek, galiba biraz korkmamız lazım geldiğinin de farkında olmalıyız.

Bu mertebeleri başarıyla aşmak için:

• Her halükârda Sünnet-i Seniyyeye uymak, Feraizi yapmak,

• Bilhassa, namazı zamanında ve hatta vaktin evvelinde tadili erkânla kılıp, arkasından, Sünnet olan tesbihatı yapmak,

• Özellikle, 9.Söz/5.Nükteyi hatırlayarak namaz kılmak. “Akaidi ve imani hükümleri kavi ve sabit kılmakla meleke haline getiren ibadettir.” fikrini hiç unutmamak,

• Feraizi yapmak ve Kebâirden mutlaka kaçmak,

• Bediüzzaman’ın Sünnetten çıkardığı, Tesbihatın arkasında bulunan altı duayı (Mümkünse Akşam-Yatsı arası) okumak,

• Tahiyyatı okurken R.Nurda küllî hale getirilen selamı hatırlamak,

• Yatarken, Hizb’ül Hakaikteki tövbeyi Bediüzzaman gibi, Sünnet niyetiyle yapmak,

• Hayatımızın en büyük gayesini, R.Nur ile İman ve Kur’ana hizmet bilmek,

• Önceliklerimize dikkat ederek mesai tanzimi yapmak,

• Küllî akıl ve dehâ gibi olan, Ayetle emredilen, Sünnette önemli yeri bulunan meşvereti, hayatımızın her safhasına hakim kılmak,

• Muhakkak cemaatle hareket etmek, cemaate dahil olmak,

• Marifetullahta terakki verecek Nurlu Eserleri okuyup, sohbetlerine katılmak; şahsen ve grupla RN. dersleri yapmak, yapılan derslere dahil olmak,

• Rükuda, secdelerde ve tesbihattaki sözleri iyi tahattur ederek söylemek,

Allah’ı kusurlardan takdis edip kusurumuzu görebilmek,

Her şartta bunu kalpten söyleyebilmek, nefsimizi asla tezkiye etmemek,

• Acz , fakr, şefkat ve tefekkürü ana prensip edinip, şükür ehli olmak,

• İhlas Risalelerini sık sık okumak, düsturlarına sıkı sıkıya bağlanıp yaşamak,

• Haftanın belli günleri oruç tutmak, teheccüte kalkmak gibi hususlar ...vb

her halükârda düşünülmelidir.)




NOT: Uzun süre üzerinde çalıştığım ve aslında R.Nur’lardan mütemmim bir çok parçaların da beraber ortaya konulduğu bir seminerle ilgili bir sunumun, bu yazıya dönüşmesinde, hazırlanmasında, Sayın Prof. Dr. İbrahim Canan beyin, İstanbul İlim Kültür Vakfının düzenlediği Uluslararası Sempozyumda sunduğu Tebliğ’den; Sayın İsmail Benek Bey kardeşimin Köprü’de yayınlanan ayni konudaki bir makalesinden; F.Gülen Hocamın Sızıntı’da yayınlanan bir yazısından istifade edilmiştir. Kendilerine teşekkürü bir borç bilirim.

  16.08.2006

© 2021 karakalem.net, Halil Köprücüoğlu