“Yaşa 23 Ekim”

Metin Karabaşoğlu

ÜÇ HAFTA KADAR ÖNCEYDİ.

ODASINDA ödev yapıyor olan kızımın davetine uyup, öğle namazını kılmak üzere onun odasına girmiş, seccademi sermiştim.

Elimi başlama tekbiri için yukarı kaldırmak üzereydim ki, karşımdaki duvara yapıştırılmış bir kağıt parçası dikkatimi çekti.

Dört köşeden, dört yapışkan şirin ayıcıkla duvara yapıştırılmış, dosya kağıdı ebadında bir kağıt...

Ve büyük harflerle yazılmış, ilk anda çözemediğim bir yazı: “Yaşa 23 Ekim.”

Kağıt parçasında bu yazı vardı ve başka hiçbir şey yoktu.

İlkokul birinci sınıfta okuyan kızımın, müfredat içinde özellikle belletilen iki ulusal bayramın gün ve aylarını karıştırdığını düşündüm önce. 23 Nisan’ı henüz geçmiş sayılırdık. 23 Nisan için birşey yazacaktı da, yanlışlıkla “29 Ekim”le karıştırıp “23 Ekim” diye mi yazmıştı? Yoksa “29 Ekim”le ilgili birşey yazacaktı da, onu mu “23 Nisan”la karıştırmıştı.

Düğümü, ancak namazdan yarım saat kadar sonra, mutfakta çözebildim.

İkisi de değildi.

Ortada bir karışıklık, bir karıştırma, şaşırma filan da yoktu zaten.

Kızım, bilerek, doğrudan bu tarihi kastederek “Yaşa 23 Ekim” yazmıştı.

Çünkü, bu tarih, onun hayatının en önemli tarihiydi.

Onun koskoca bir varoluş gerçeğine doğduğu tarihti bu.

Hayatında ne varsa, hepsi gelip, toplanıp işte o tarihe bağlanıyordu...

Yedi yaşındaki bir kız çocuğu, doğduğu günün hatırına duvara “Yaşa 23 Ekim” yazıyorsa, bu varoluştan, hayattan, kâinattan memnuniyetin bir nişanesi; dolayısıyla, onu ve herşeyi Var Edene bir şükran ifadesiydi.

Bir coşku ifadesi idi aynı zamanda.

23 Ekim günü doğmuş yedi yaşında bir kız çocuğu kağıda “Yaşa 23 Ekim” yazıp bunu süs niyetine duvara asıyorsa, demek ki, yaşadıkları, gördükleri, hissettikleri ile hayat o derece harikulâde, o derece yaşanası geliyordu ona...

O gün de, sonraki günlerde de, aklıma geldikçe, hep kızımın, yedi yaşındaki büyük ruhlu kızımın duvarındaki o güzelim yazıyı hatırladım hep.

Bir çocuğun varoluş karşısında duyduğu hayreti, sevinci, memnuniyeti, coşkuyu ve Var Edene karşı şükran hissini...

Biz büyüklerin varoluşun, var kılınışın, var edilmeye lâyık görülüşün kıymetini bilemeyişimizi de...

Var edilişin tadına varamayışımızı da...

Hiç var olmayabilirdik. Hiç olabilirdik. Ama var edildik, varlığa buyur edildik, dolayısıyla yokluktan ve hiçlikten ebediyyen azad edildik.

Farkında mıyız başka herşeyin; dilimize, gözümüze, kalbimize, ruhumuza değen bütün nimetlerin ‘varediliş’ nimetine bağlı olduğunun?

Farkında mıyız, var edilişimizin, bu bakımdan, bütün nimetlerin başı, şahı ve padişahı olduğunun?

Sehle yedi yaşında ve farkında...

  25.05.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu