Sivil Müslüman veya Bizim Apartman

Levent Bilgi

SOLCULUKTAN DİNDARLIĞI SEÇEN MEŞHUR BİR münevverimiz şikayet ediyor:

-Yahu insanlar benim ille de kendi apartmanlarında oturmamı istiyorlar. Filanca grup biraz benimle irtibat kuruyor, televizyonlarına, gazetelerine çıkarıyor. Karşılığında hemen kendi apartmanlarında bir daire teklif ediyorlar. ‘Eh artık bu kadar flörtten sonra bizim gibi düşünmelisin diyorlar.’ Dindar olabilmek için ille bir bedel mi ödemeliyim?

Bu söylem doğrusu beni oldukça etkiledi. Cemaatlerin, grupların kişileri kendilerine benzetme, kendi ritüellerini kabul ettirme gibi bir handikapları var hanidir. Bizimle beraber olmak için ille de ‘şu önceden belirlenmiş yapıya gireceksin’ diyorlar kişiye. Ama her kalıbın herkese uymayacağını göz ardı ediyorlar. Günümüz toplulukları bu anlamda hemen, ‘bizden’ veya ‘öteki’ ayrımına giriyorlar. Böylece bir toplulukta entelektüel olabilmek, farklı düşünebilmek, yeni yorumlar getirmek hemen hemen imkansızlaşıyor.

Geçenlerde İslami kesimden bir grubun bir konferansına katıldım. Pek çok dinleyici arasında başı örtülü hanımların yanı sıra birçok başı açık hanım da vardı. Konuşmacılar konu ile alakası olmamasına rağmen ısrarla konuyu başörtüsü meselesine getirip, açıkları aşağılayan, ötekileştiren konuşmalar yaptılar. Ben başı açık hanımlar adına utandım doğrusu. Tamam baş örtme emrinin faziletlerini, güzelliklerini anlatalım. Ama bu, başı açıkları ötekileştiriyor, alçak görmemize vesile oluyorsa düşünce yapımızda bir problem var demektir. Oysa başı örtülü hanımlar gibi, başı açık hanımlar da bizim kardeşlerimizdir, dini bir toplantıya geldiklerine göre takdire şayan, ilgili ve teşvik edilmesi gereken kişilerdir. Bizim, “Bizim apartmanda oturmayanlar” anlayışımız o kadar kuvvetli ki, müjdelemeye, sevgiye, dostluğa değil, nefrete ve düşmanlığa yatkınız.

Bu sürüleştirme politikası bilerek veya bilmeyerek o dereceye varıyor ki, bırakın asıl meseleleri, bulunduğunuz topluluğun tasvip ettiği bir parti dışında başka bir partiyi desteklemeniz, ona oy vermeniz bile hemen hemen imkansız hale geliyor.

İyi de kardeşim bir cemaat mensubu olmakla siyasi parti arasında ne gibi bir ilişki var? Siyaset biraz daha vicdani bir görevdir. Bediüzzaman muhalifin de mutabıkın da bu hakikatlere ihtiyacı olduğunu söyler. Dost, kardeş, talebe üçlemesinde dostu namaz şartı dahi aramayacak kadar geniş tutar. Risalelerle daha önce ilişkisi olan birini daha sonra ayrılsa bile daire içinde kabul eder.

Bütün bunlara rağmen birileri bulundukları grupları ille de kendileri gibi düşünmeye, kendileri gibi hissetmeye, kendi ritüellerine uymaya, kendi tuttukları partilere oy vermeye mecbur ediyorlar.

İyi de bir cemaatin içinde bulunmak, kendi şahsiyetimizi, kendi varlığımızı unutarak başkaları gibi olmak mı demektir?

İnsan çamur mudur ki hemen bulunduğu kabın şeklini alsın?

Bir yerlerde bir yanlışlık var gibi geliyor bana. Evet, zaman cemaat zamanıdır. Ama nedir cemaat? Niyedir, nasıldır, nice olmalıdır? Bir fabrikadan çıkan benzer ürünler mi imal etmelidir cemaatler? İnsanın şahsiyeti, istidatları, karakteri cemaat içinde nasıl belirlenecektir? Herkesi bir kalıba sokmaya çalışmak ne kadar fıtridir?

Öte yandan kişileri birilerine benzemeye, birileri gibi düşünmeye, birileri gibi olmaya zorlamak onları iyi bir riyakar yapacaktır. İnsanlar bulundukları grup içinde var olabilmek, bir yerlere gelebilmek için grubun naslarını son derece gönüllü ve coşkulu bir şekilde savunmak zorunda kalıyorlar. Böylece bu nasları beğenmediği halde uzun süre savunanlar bir müddet sonra o nasların önemli savunucuları haline geliyorlar.

Nasları tenkit edenler önce bir takım farklı metotlarla uyarılıyor, daha sonra da bir şekilde apartman dışına itiliyorlar.

Geçenlerde İsviçre’deki bir İslami cemaati inceleyen bir dostumuz buradaki birinci ve ikinci neslin, İstanbul’un bir varoşunda yaşayan gruplarından hiçbir farkları olmadığını söyledi. Öylesine içlerine kapalı ve dış etki korkusu ile yaşıyorlarmış ki sanki Avrupa ile hiçbir ilgileri yok. Ancak kendilerinin tüm katılıklarına rağmen üçüncü nesli bir türlü ellerinde tutamadıklarından, yeni gençlerin ise her şeyi reddettiklerinden bahsetti. Bir yanda ifrat, öte yanda tefrit.

Sivil Müslüman terimi bu anlamda bana çok şey anlatıyor. Cemaatlerin varlıklarını devam etmelerinin ve sürgit bölünme ve parçalanma yaşamamalarının tek yolunun sivil düşünceleri serbest bırakmak, insanları bir modele benzememeye zorlamamak, nasları sorgulamaya açık tutmaktan geçtiğini düşünüyorum. Cemaatler artık başlarındaki insanların fıtri yapılarıyla şekillenen, şahsiyetlerin silindiği bir organizma olmayıp, müntesiplerinin ortak meşveretinden doğan bir sivil toplum kuruluşu haline gelmelidirler.

Sivil cemaati toplum, elbette ki emir komuta zinciri içinde işlemeyen, fikir alışverişi, demokratik paylaşım ve istişare bağlamında faaliyet gösteren gönüllü, cehalet üzerine değil, marifet üzerine kurulan sivil Müslümanlar doğuracaktır. Ve apartmanımızı on katlı bir bina ile sınırlandırmayıp, kainat kadar genişletecektir…

  17.04.2006

© 2021 karakalem.net, Levent Bilgi