Risale’nin şerefi ve sorumluluğumuz

İnci Şirvan

BİR ESERİN KIYMETİ ONDAN BESLENEN insanların hayat içerisindeki duruşlarından anlaşılır. Hayata, insana ve kâinata ilişkin düşünceler içeren bir eser, ancak onu rehber edinenler bulundukları zaman ve zemin ne olursa olsun o zaman ve zemine uygun bir söylem geliştirebiliyor ve beslendikleri kaynağın mesajını o zaman ve zeminin içerisinde bir anlam ifade edebilecek, bir çözüm üretebilecek şekilde dillendirebiliyorlarsa değer kazanır. Bir anlamda, böylesi bir eserin değeri onu ellerinde taşıyanların elindedir. Bir eser, ne kadar kıymetli olursa olsun, muhatapları bunu ifade edemiyorlarsa, ifade edenler bulununcaya kadar kıymeti anlaşılamayacaktır demektir. Elbette ki, kastım zaten takip edenler değildir. Bu eseri kıymetine layık olacak tarzda umumun istifadesine sunabilmeyi ve ‘zaten takip ediyor olanlar’ ve ‘ne olursa olsun takip edecekler’ dışında bir kitleye de değerini ifade edebilmeyi kastediyorum.

Eğer bir eser takipçileri tarafından bu şekilde ifade ve temsil edilemiyorsa, bundan zarar gören, takipçilerinden daha da fazlasıyla, ellerindeki eser olmaktadır. Dolayısıyla bir yolda giderken, bir rehber edinmişken, elimizde bir eseri referans kaynağı görür ve gösterirken iki sorumluluk taşıyoruz demektir. Birincisi kendimiz, diğeri ise yolumuz, rehberimiz veya referans kaynağımızın sorumluluğu... Ağzımızdan çıkanlar, hareketlerimiz ve yaşayış ve algılayış biçimimiz, kendimizin olduğu kadar yolumuzun da bizim dışımızdakiler tarafından bir değerlendirmeye tâbi tutulacağı anlamına gelecektir. Hal böyle olunca insan kendisini bir intisab ile tanımlıyorsa, bir söz sarfetmeden veya bir duruş belirlemeden önce iki kere düşünmesi gerekmektedir. Bu söz ve duruşla kendinden çok referans kaynağına takılacak etiketi...

Elinizdeki bir harika olabilir. Ama sonuçta sizin ellerinizde yükselecek veya batacaktır. Sizin aklınız ve çapınız kadar değer görecektir. Bir muhatabın elindekinin değerini ifade edebilmesi için de ilk ve öncelikli şart, onu doğru okuyabilmesidir. Doğru okuyabilmek için ise onun derinliğinin farkına varabilmelidir. Derinliğini farkedebilmek ise o eserin değindiği meselelerin geçmişte ve bugün insanları nasıl meşgul ettiğinden, hangi yollara götürdüğünden, neleri söylettiğinden haberdar olmakla mümkün olacaktır. Bu şartlar gerçekleştirilemezse ifade üstadı dahi olsanız gerekeni zamanınızın ve zemininizin gerektirdiği şekilde dillendirmeniz mümkün olamayacağından belki şatafatlı ama netice itibarıyla içi boş güzel sözlerden öteye gitmeyecektir söyledikleriniz. Sözleriniz boşa gittiği kadar, elinizdeki eser de havada kalacaktır.

Kendi payıma bugün Risale-i Nurları ellerinde tutanların, üstelik de bunların ileri gelenlerinin, önde gidenlerinin hep bu durumda olduklarını düşünegeldim. Sadece zamanı ile değil, geçmiş ve gelecek ile de düşünce bazında hesaplaşan, sadece zamanını değil, geçmişi ve geleceği de inceden inceye elemeden geçiren bir eserin değerini hakkıyla takdir edemediklerini gözlemledim maalesef. Hakkında konuşulanlara, ona dair meth ü senalara baksanız, daha fazla takdir olmaz dememek mümkün değil elbette. Ama ‘âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’ misali Risale-i Nurlar namına ortaya konan eserlere, söylenen sözlere, sivrilen simalara baktığımda, Risale dışında ortaya konulan nitelikli eserlerin yanında Risale adına ortaya konulan ürünlerin büyük kısmının Risalelere yakışmayacak derecede cılız kaldığını içim sızlayarak görüyorum. Onca eğitim görmüş insanın içinden elindeki eserin kıymetine layık entellektüellerin çıkamaması kendini öyle görenlerin nicesinin de bunun ancak kendilerinin ve etraflarındaki birkaç insanın tevehhümünden ibaret olduğunu düşündürecek kadar -bizim entellektüel camiada bile- esamelerinin dahi okunmayışı Risale-i Nur gibi bir eserin hak etmediği bir konumda görülmesine neden oluyor.

Bu manzaraları gördükçe, Bediüzzaman’ın “Bu risaleleri ve bu dersleri anlayarak ve kabul ederek okuyan bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi olabilir” ifadesi, Risale dairesi içinden zamanın mühim âlimlerini çıkaramamanın nedenini de aşikâr şekilde ortaya koyuyor diye düşünüyor. ‘Bu zamanın mühim, hakikatli bir âlimi’ denebilecek bir kıvama ulaşmış Risale müntesipleri neredeyse hemen hiç yok ise, demek ki, ortada Risale-i Nur’u ‘okuma,’ ‘kabullenme’ ve ‘anlama’ biçiminde ciddi bir problem var. Bu anlamama da bugünden ve islâmî birikimden, temellerinden, bağlamından ve tarihsel arka planından kopuk bir şekilde Risale-i Nurlara muhatabiyetten kaynaklanıyor. Kendi okumalarım ne kadar güncel ve tarihi olana doğru yayılırsa, risale okumalarım da o kadar istifadeli oluyor. İster düşünce tarihi bağlamında Batı ve Doğu veya İslam tarihi, ister bilimsel düzlemde bilim tarihi, değişen paradigmalar, bilim felsefesi, güncel bilim anlayışı Kur’ân’a ilişkin olarak tefsir, yine bununla alakalı biçimde hadis külliyatı fıkıh metodolojisi, sahabi hayatları her ne alanda bir derinleşme yaşarsak yaşayalım, hepsi de Risale’nin derinliğini anlamada yardımcı oluyor. Risaleleri daha iyi kavramak için ciltler dolusu okumak gereğinin ekmek, su kadar aciliyet gerektiren ihtiyaçlar olduğunu farkediyorum. ‘Risaleyi yine kendisi açar’ kabilinden sözleri tembellik gerekçesi kılarak onu anlamaya yönelik başkaca okumaların engellenmeye çalışıldığını duyunca da anlayışsızlığın bu kadarına pes doğrusu demekten başka söz bulamıyorum. Bütün tevazuuna karşılık ‘Bediüzzaman’ olan Said Nursi’nin yolunda neden bu zamanı doğru okuyan ve doğru çözümler sunan ‘mühim, hakikatli alim’ler çıkamayışının nedenini de anlayabiliyorum.

  10.02.2006

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan