Mevlânâ’nın başına gelenler ışığında...

Metin Karabaşoğlu

‘BU TOPRAKLAR’DAN SÖZ AÇAN BİR insanın, ya ilk, ya ikinci, yahut üçüncü cümlede sözü birkaç isme getireceğini ezbere biliriz.

Biliriz, çünkü sittin senedir bıkkınlığa yol açan bir sıklıkla duymuşuzdur bunu.

‘Bu topraklar’ der demez, Mevlânâ’yı ilk, Yunus Emre’yi ikinci sırada zikreder birileri. Lutfederlerse, üçüncü ve dördüncü sırada Hacı Bayram-ı Velî ve Hacı Bektaş-ı Velî’yi de kaydederler. Bazılarının, işi Anadolu sınırlarına çıkarıp Ahmed Yesevî’yi de hatırladığı olur.

İlk sırada Mevlânâ’nın zikredildiği bu ‘bu topraklarda İslâm,’ ‘bu toprakların maneviyat erlerinin insan sevgisi, engin tevazuu ve hoşgörüsü’ türünden söylemler, hepimizde bir yanılsama üretir.

Bu kadar çok adı anılıyorsa, bu kadar çok biliniyor sanırız.

Oysa hayır. Mevlânâ, sağdan-soldan duyulan, “Ne olursan ol yine gel!” gibi kimisinin ona ait olduğu meçhul, üstelik aslî mecraından saptırılmış birkaç söz ve birkaç mesel dışında, hiç mi hiç bilinmemektedir.

Bu ülkede, istendiğinde Mevlânâ’dan beş vecize aktarabilecek kadar Mevlânâ bilen çok az insan vardır.

Bakıyorum da, Mesnevî okumuşluğuma rağmen, hızlıca okumuşluğumdan olsa gerek, benim de aklıma bir çırpıda beş vecize gelmiyor Mevlânâ’dan.

Gerisini varın siz kendi âleminizde kıyas edin. İsterseniz, çevrenizde bir ‘mini-anket’ gerçekleştirin.

Hele bu satırları okuyanlar arasında ‘gazeteci milleti’nden biri varsa, onlara bir haber-araştırma malzemesi: Siyasetçiden medya vaizine, Mevlânâ’yı dillerinden düşürmeyenlere gidin, Mevlânâ’dan daha o an hatırlanıp zikredilmek üzere beş vecize isteyin.

Sonucun ne olacağını ben kendimden bilebiliyorum.

Mevlânâ, adı bilinen, kendisi bilinmeyen bir velîdir. Adı üzerinde durulmuş, eseri üzerinden geçilmiştir.

Mevlânâ, bilmediği halde bilmiş gibi yapanların elinde bir blöf malzemesidir.

Yahut, ‘gönlündeki İslâm’a—ki bu ‘gönüldeki’nin İslâm’la iler-tutar neresinin olduğu ayrı bir muammadır!—tarihsel bir zemin ayarlama ihtiyacı hissedenlerin elinde bir ‘âlet’tir.

Her hâlükârda, Mevlânâ bir tüketim malzemesidir.

‘Bu topraklarda,’ Mevlânâ, TÜKETİLMİŞTİR!

Evet, eğriye eğri; Mevlânâ tüketilmiştir!

Yoksa niye ortalık ‘Mevlânâ’dan aparmalar’ türü kitaplardan geçilmezken Mevlânâ bu kadar az bilinir olsun?

Niye ortalıkta doğru dürüst bir Mesnevî tercümesi ve şerhi olmasın; yahut bu bu kıvamdaki bir-iki örnek de ‘en çok satanlar’ arasında değil de ‘en çok depoda duranlar’ arasında yer alsın?

Niye Mesnevî’nin Farsça orijinali ve Türkçe tercümesini beraberce basmak bir yayıncıya nasip olmamış olsun?

Niye ‘bu topraklar’ın gözbebeği Mevlânâ’nın Mesnevî’sini yazıldığı dilden okuyup anlayacak çok az sayıda insan bulunsun ve onların da yarıdan çoğu bu işten ekmek yiyen uzmanlar olsun?

Ve niye, hepsini bilene yarım milyon YTL kazandıracak bir bilgi yarışmasında ‘kolay’ sorular sırasında yer aldığı halde Mevlânâ’nın başeseri Mesnevî’yi bilemeyenler çıksın, Mesnevî’nin yazıldığı dil sorulduğunda tökezleyenler çıksın?

Demek ki, çok konuşulmak her zaman hayra alâmet olmayabiliyor.

Çok konuşulmak, bir kullanma, hatta tüketme haline işaret edebiliyor.

• Çok konuşulup az okunduğu bir zeminde;

• Yazdıklarının ‘algının seçiciliği’ içinde çarpıtıldığı bir zeminde;

• Hayatını beş vakit namaz üzere ikame ettiği halde ‘namazsız-niyazsız Müslümanlık’ söylemine âlet edildiği bir zeminde;

• Mesnevî’sinin büyük kısmı doğrudan Kur’ân âyetlerinin izahı sadedinde olduğu, bir o kadar büyük kısmı da hadislere dayandığı halde Kur’ân’dan ve hadisten soyutlanarak anıldığı bir zeminde;

• Hatta birilerinin dillerinin ucunda olup da söyleyemedikleri üzere, Muhammed-i Arabî aleyhissalâtu vesselamın mümessili olduğu ‘Arap İslâmı’na karşı ‘Türk İslâmı’nın sancaktarı gibi sunulmak istendiği bir zeminde

Hayatımızda ‘Mevlânâ etkisi’nden, ‘Mevlânâ mührü’nden, ‘Mevlânâ ışığı’ndan bahsedebilir miyiz bugün?

Yoksa hoyratça kullanıp orta yerde bıraktığımız bir ‘Mevlânâ posası’ mıdır sözkonusu olan?

Paçavraya mı döndürülmüştür Mesnevî, bizim ‘keyfine göre İslâm’ üretmek isteyen hoyrat ellerimizde?

Bu ikiyüzlülüğe bir son verelim artık.

Mevlânâ değerliyse, değerini bilelim.

Ve ey Risale-i Nur’u ‘herkese mal etme’ derdinin mümessilleri!

Size de kıssadan hisse:

Herkes ondan bahsetsin diye, Bediüzzaman’ın o güzelim hayatından bir ‘pop ikonu’ üretmeye kalkışıp Bediüzzaman’ın akıbetini de Mevlânâ’nın akıbetine çevirmeyelim.

Bir ‘tüketim malzemesi’ haline getirerek Mevlânâ’ya veya Yunus Emre’ye yapılan terbiyesizlik yeter de artar bile.

Bu listeye bir de Bediüzzaman’ı ekletmeyelim.

  22.01.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu