Sınırsızlık ve Sinirsizlik

Mehmed Boyacıoğlu

ŞU YERYÜZÜ, EHADİYET CİLVESİ OLARAK hadsiz çeşitlilikteki nimetleri sergileyen bir meşher olarak yaratılmıştır. Yine, yeryüzünün bazı yerleri bir takım Nimetler bakımından diğerlerinden üstün kılınmıştır. Mesela Çin kömürde zengindir. Orta Doğuya petrol verilmiştir. Güney Afrika’da elmas ve altın, Ekvator bölgesinde de devasa ağaçlar yaratılmıştır. Bazı bölgelerde de bereketli ovaların ortasından akan nehirler…

Bu durum, yeryüzündeki ulaşım ve ticaretin; insan ürünü hemen her şeyin insanlar arasında mübadelesinin en önemli zembereğidir. Bunun sonucu, insanlar bir yerden diğerine hep yer değiştirir olmuşlardır. He bir şeyleri bir yerlere götürüp bunun karşılığında diğer başka şeyleri satın almışlardır.

İnsanların taşıdıkları en önemli metalardan biri de haber ve bilgi olmuştur. Bu bazen bir nebinin haberi olur. Bazen onu takip eden bir evliyanın haberi… Bazen bir bilgenin sözü… Elbette bazen de bir şerlinin zehirli ok misali sözleri…

İnsan sözü ve haberi önceleri tabletlere, ağaç yapraklarına, kemiklere, sonra da kâğıda yazdı ve giderek hızı artan araçlarla taşıdı.

Günümüzde ise bu hız, bilgiyi bir yerden diğerine birkaç saniyede ulaştırabilecek kadar artmıştır. Bir gazete, dergi veya kitap aynı anda dünyanın birkaç yerinde basılabilir hale geldi. Artık, elektronik ortam sayesinde, basın çalışanlarının bir yazı işleri bürosunda bulunmaları da gerekmiyor. Uydular binlerce televizyon kanalının ses ve görüntüsünü dünyanın en ücra yerlerine kadar ulaştırabiliyor. İnsanlar birkaç tuşla sayısız denebilecek kadar çok bilgiye ulaşabiliyorlar.

Haberleşme veya daha moda deyimiyle iletişim sektöründeki baş döndürücü gelişmeler sayesinde millî sınırlar adeta kalkmış gibidir; dünya global bir köye dönüşmüştür. Elbette ki, her yerden her yere ulaşan bu enformasyon kaynakları içinde de “kir akıtanlar”, “nur akıtanlar”dan kat kat fazladır.

Bu gelişmeyi bizim için çok önemli hale getiren bir gerçek de şudur. Eskiden, ‘Kur’ân’ın etrafındaki surların’ yıkılmadığı zamanlarda, İslam beldelerinde, iyililiği teşvik yönünde bir gayret bulunduğu gibi, gerek dışarıdan gelen gerekse içeride işlenen kötülüklere karşı bir hassasiyet de var idi. Zaten, kötülüğe giden yollar da önemli ölçüde kapalıydı. Bir beldenin muhtesipleri kötülükleri işletmemek için ellerinden geleni yaparlardı. Topluluğun manevi sinirleri, bir kötülüğün ya tamamen bertaraf edilmesini, bu olmuyorsa en azından mevzii kalmasını sağlayacak; yaygınlaşmasını önleyecek güçte idi.

Şimdi ise laikliğin zedelenmesine yol açanları dışında, hiçbir faaliyete sinirlenmeyen, Ege deyişiyle “gayet geniş karınlı” devletlûlarımız var. Bir müminin bir kadınla basılmasını, malum nifak sürecinin gerekçelerinden biri yapacak kadar müsamahasız olanlar, aynı gün, bir gâvur ülkesinde, bir kadının iki erkekle evlenişini “kişisel tercihi” deyip es geçmişlerdir. Bir kısım “yerli” sermayenin çürük mallarını koruma saikasıyla gümrük duvarlarını hâlâ savunuyorlar, ama kaç nesli mahveden manevi kirlerin ülkeye girişi karşısında sessizdirler, tepkisizdirler.

Toplumun da iyilik yapma yönündeki coşkusu, kötülüğe karşı feveranı zayıflatılmıştır. İnsanların manevi sinirleri, bir üşüme travmasına maruz kalan kimselerde olduğu gibi, güçsüzleşmiştir. Durum öylesine korkunçtur ki… Geçen yaz, yıllık iznim dolayısıyla küçük bir Ege kasabasına gittiğimde tanıştığım bir gardiyan bana, kasabada işlenen öyle kötülüklerden söz etti ki… Anlatıp da okurun fikrini bulandırmak istemem. Yetkililerin çoğunun ciddi bir tedbir düşündüğü yoktur. İşte, sınırların kalktığı bir dünyada böylesi bir sinirsizlik hali ile karşıyayız.

Manevî sinirleri körelenlerden kötülüklere karşı bir reaksiyon göstermelerini beklemek yerine, bir yandan “nur akıtan” vasıtaları geliştirirken diğer yandan da kir akıtanlara karşı ciddi bir duyarlılık içinde olmak önem kazanıyor. Başta, âhiretlerini kurtarmaya çalışmakla mükellef olduğumuz hane halkımızla daha çok ilgilenmeli; onları hep müspet işlerle meşgul etmeli, sohbetlerimiz ile yalnız bırakmayarak zararlı alışkanlıklar edinmelerini önlemeye çalışmalıyız.

Kısacası, sınırsızlıktan değil sinirsizlikten korkmalıyız.

  14.12.2005

© 2021 karakalem.net, Mehmed Boyacıoğlu