Bırakıp Gitmek

Mevlude Meriç

ANNELER VE ÇOCUKLARI ARASINDAKİ DUYGUSAL ilişki, anne olmadan önce bana “fazla romantik” gelirdi, filmlerde coşkuyla çocuğuna sarılan, öpüp koklayan anneler “aşırı” davranıyor gibime gelirdi. Annelerin bir çok yoğun hissiyatı hakkında “hadi canım o kadar da değildir” diye düşünürdüm, bazen bunu ifade de ederdim. Anneler de hep “anne olunca anlarsın” derlerdi. Anne olunca neyi anlayacağımı bilmediğim için bu cümle de çok tatmin etmezdi beni, ama annelik tecrübesini yaşayıp görmeden bu cümleyi olumsuzlamam da mümkün olmadığı için, kabul etmek durumunda kalırdım.

Artık bu cümlenin olumsuzlanabileceğini düşünmüyorum elbette. Anne olunca anladığım duyguların yaşayışıma ve tefekkürüme olan katkısı tahmin edemeyeceğim kadar değişik oldu. Ve bir çoğu da olumlu oldu, mutlu etti beni. Ancak annelik duygusunun deştiği, daha çok kanattığı bir yara var ki yakın zamanda yaşadığım ufak bir tecrübe, eskiden sadece fikren bildiğim o yaranın dehşetini duygusal olarak da görmeme sebep oldu.

Geçtiğimiz beraat kandilinde arkadaşlarla Kuran okuduğumuz bir meclise gidecektim. Evden çıkmadan önce annem geldi. Bebeği bana bırak istersen dedi. Karnı toktu zaten. Olur dedim, ağlarsa veya acıkırsa beni ararsın gelirim dedim.

Kapıdan çıkarken annemin kucağındaydı, bana bakıyordu ve hüzünlü gibi görünüyordu. Biraz aklı erse gittiğime üzülüyor diye düşünebilirdim ama henüz 3,5 aylıktı. Gittiğimi anlamasına imkan yoktu. Merdivenden inerken bir daha dönüp baktım, hala bana bakıyordu ve çok mahzundu.

O benim gittiğimi anlamıyordu, ben de onu değmeyecek bir şey için bırakıp gidiyor değildim ama vicdan azabıyla karışık bir suçluluk duygusu hissetmeye başladım. Gideceğim yere vardım, Kuran okumalarımız çok güzel gidiyordu ama benim aklım evde kalmıştı. Acaba uyandı mı? Annem çocuk hemen uyanırsa ben rahat olayım diye bir süre aramayıp çocuğu oyalamaya çalışır mı? O sırada iyice acıkır mı? Kötü bir şeyler sezer mi, kendini terkedilmiş gibi hisseder mi? Beynimin içinde bunun gibi bir sürü soru ardı arkası kesilmeden yanıp sönüyordu. Hani insan bir şeyi çok yoğun ve stresli bir şekilde sürekli düşününce beyni sulanır ya, o safhaya gelmiştim. Düşünmekten başım ağrıyacaktı neredeyse.

En sonunda “yahu evde miyim burda mıyım belli değil, böyle canım çıkacakmış gibi burada oturacağıma gidip evde ne yapacaksam yapayım paşa paşa” diye düşündüm. Annem aramadan erkenden eve geldim. Uyuyordu bebek, ağlamamıştı da. Ben geldikten sonra da iki saat boyunca uyudu. İki saat daha gelmesem olacakmış diye düşündüm, ama yine de geldiğime pişman olmadım.

Ona baktım, bir an için onu her gün bırakıp gitmek zorunda olduğumu ve onun da bunu anlayacak kadar büyüdüğünü farz ettim. Acaba neler olurdu? Bazı annelerin yaptığı gibi, ben doktora gidiyorum bana “cısss” yapıcak, sen gelirsen sana da yapar masalıyla kandırmaya mı çalışırdım? Yoksa her gün bırakıp gittiğimi bildiği için gözünü benden ayırmayan çocuğun bir gaflet anını yakalayıp, kaçıvermeyi mi denerdim? Gittiğimi fark edince avazı çıktığı kadar bağırıp bir sürü gözyaşı döken çocuğu yanında kimi bıraktıysam o teselli etmeye çalışırken, ben işime mi koyulmuş olurdum çoktan…

Bir an aklımdan geçirdiklerime baktım da ne kadar korkunç, tüyler ürpertici şeylerdi. Artık annelerin hissettiği şefkati tatmış biri olarak daha büyük bir şaşkınlıkla sordum: yaşamayan hiç kimseye tarif edilemeyen o harika şefkate rağmen, çocuğunu her gün bırakıp gitmeye bir anneyi razı eden ne acaba? O şefkatten baskın çıkan duygu ne ki, anneyi o şefkatin gereğini yapmaktan alıkoyuyor?

Uyandığında annesini yanında bulamayan çocuğun halini hiç gördüyseniz bilirsiniz. Bir büyüğümün evinde misafirken şahit olduğumda çok etkilenmiştim. Anneleri çalıştığı için iki çocuğa yaşlı bir teyze bakıyordu. İki buçuk yaşındaki küçük kızı uyutan yaşlı teyze, bir işi görmeye koyulmuş çocuk uyandığında sesini duymamıştı. Ben de diğer bir odada bebeğimle ilgileniyordum. Çocuğun sesini duydum ama teyze hemen bakar nasılsa duyunca diye hemen koşmadım. Baktım ki ağlaması kesilmedi, koştum koridora vardım çocuk yataktan kalkmış koridora çıkmış “anne, anne” diye bir o tarafa bir bu tarafa bakınıyor, nereye gideceğini bilemez bir halde ağlıyor. “ah yavrum, ben senin annen değilim ama ben de anneyim” deyip çömeldim, çocuğa kucağımı açtım “gel” dedim. Çocuğun kucağıma fırlar gibi bir atlayışı vardı ki görmeliydiniz. Sımsıkı sarıldı bana..

Bu şefkati, o çocuğun annesi de hissetmiyor değildi ama ona bırakıp gitmeyi tercih ettiren şey neydi? Hiçbir annenin şefkatini unutup sadece “para”yı esas alarak çalışabileceğini gönlüme anlatamıyordum. Ne olabilirdi onlara, çocuklarını bıraktıran?

Bu soruları, kadınların çalışmasına tamamen karşı bir duruşla sormuyordum. Anne olmuş olanların çalışma konusunda biraz daha hassas olmalarını bekler bir tutumla soruyordum. Ve özellikle de eşlerinin geliri yetebilecekken, bir zaruret söz konusu olmadan çalışan “kadın”lardan çok “anneleri” kast ediyordum.

Düşünürken bir ara “Biz gidiyoruz çalışmaya ama kendimiz için değil ki, yine onların geleceğini kazanmak için..” şeklindeki cümleler yankılandı zihnimde. Bunu birçok anneden duymuştum. “Evet tabi ya” dedim, anneye çocuğunu bıraktırabilen yine şefkatiydi, başka bir şey olamazdı.

Bu şefkat şunları söylüyordu: çocuğum herkesin alabildiği şeyleri alsın, herkesin giyebildiği şeyleri giysin, herkesin yiyebildiği şeyleri yesin, şunları da olsun bunları da, kaykayları da olsun, her şeyi olsun benim çocuğumun her şeyi! Yeter ki o sıkıntı çekmesin!

Bu şefkatin açıkça söyledikleri bunlardı. Ama gizliden söylediği de şuydu: Her şeyi olsun yeter ki, annesi olmasa da olur…!

Halbuki ne kadar açıktı, her şeyi olan ama annesi olmayan çocukların toplumdaki ilişkileri, ruh durumları. Bütün çocuk eğitim kitapları sayfa sayfa bunları yazıyordu. Dinlediğim bir sürü radyo televizyon programları bangır bangır annesiz büyüyen çocukların hallerini çığırıyordu. Çocuğun gerçekten annesi olmasa iyi, zor bir durum da olsa mutlak bir şey olduğu için bunu kabullenebilirdi çocuk. Ama annesinin varken yok olmasını, yanında olmamasını çocuk nasıl anlayabilirdi? “Yavrum senin geleceğin için” deseniz gelecek ne demek bilir miydi o yaşta? Sadece o yaşta değil, büyüyünce de anlar mıydı acaba? “Annem çalıştı ama bizim geleceğimizi kazandı, bizi rahat yaşatıyor, iyi ki çalıştı” diyen bir çocuğa rastlamayışımızın sebebi neydi?

Etrafımdaki örneklerden görüyordum ki, annelerinin çalışmasıyla sahip oldukları maddi şartlar çocuklara fevkalade gelmiyordu. Anne sırf çocuğunu memnun etmek için çalıştığından, “bunun için çalıştım bari değsin” diye çocuğu oyuncaklara, elbiselere boğuyordu. Oyuncakların, elbiselerin, kalem, defterlerin içinde boğulan çocuk onların çokluğuna alışıyor, onlara sahip olmanın bir ayrıcalık olduğunu düşünmüyordu. Sahip oldukları ona kıymetli gelmediği için, annesinin kendisini bunları almak için bırakması çocuğa acaip saçma geliyordu. İşte sanırım bu yüzden, “annem iyi ki çalıştı, bizim geleceğimizi kazandı, çalışmasaydı bana bu bebekleri bu arabaları alamazdı diyen çocuk” yoktu ortada.

Ama şunları diyen bir hayli çocuk vardı:“Küçükken annem beni bıraktığında kendimi bütün dünyada tek başıma gibi hissederdim, büyüklerim annemin bana bir sürü bebek almak için çalıştığını söylerlerdi. Ama ben keşke bir tane bebeğim olsa, ama annem de olsa beraber oynardık diye düşünürdüm. Annemin benim bebeklerim yüzünden beni terk etmesini hiç anlayamazdım…”

Bunları söyleyen çocuğun yaşadığı duyguların çocukluğunun o yıllarında kalmadığını, bütün hayatını etkilediğini söylemeye hacet yok. Çünkü insanın kişiliği, karakter özellikleri ve ruhî hassasiyet gelişimi neredeyse tamamen, çocuklukta yaşadığı duygulardan besleniyor. Bu kısa ve fani dünyadaki maddi geleceğini temin edeceğiz diye, dünyasını olduğu kadar ahiretini de etkileyecek ruh ve karakter gelişimini sabote etmeye hakkımız var mı?

  13.10.2005

© 2021 karakalem.net, Mevlude Meriç