‘Yüz’süzlük

Metin Karabaşoğlu

MODERN ZAMANLARA DAİR EN YALIN ve en berrak tesbitlerden birini, bir açıdan bakınca isyancı, bir diğer açıdan bakınca kahraman olarak gözüken bir Anadolu yiğidinin yaptığına inanırım. Bolu Beyinin zulmüne direnen Köroğlu’nun, “Tüfek icad oldu, mertlik bozuldu!” sözü, gerçekte, modern zamanların ruhunu en iyi okuyan, tabir yerindeyse ‘röntgenini çeken’ bir sözdür bana göre.

Modern zamanlar, mertliğin yerini nâmertliğin aldığı zamanlardır.

Bu nâmertliğin görünür en önemli sebeplerinden biri, ortalıkta bu kadar çok dolaşan sûretlere; sûretlerin gazetelerde, televizyon ekranlarında, billboard’larda, başka nice yerde bu denli ziyadesiyle karşımıza çıkıyor olmasına rağmen, ‘yüz’süzlüktür. Modern zamanlar, ‘yüz’süz zamanlardır; arsızlığının, müstekreh suratsız çehresinin, bilinen anlamıyla yüzsüzlüğünün ardında da, mertliği bozan bu ‘yüz’süzlüğün kesin bir rolü vardır.

Nitekim, meselâ savaş sözkonusu olduğunda, tüfek icad olunup, topu, güllesi, mermisi, bombası icad olunup ‘yüz’ler savaştan çekildiğinde, mertliğin yerine nâmertlik, ‘delikanlılığın’ yerine kalleşlik alıp başını gitmiştir.

Hz. Ali’nin bir savaş esnasında sergilediği o destansı davranışı hatırlayın. Hani, kılıç tokuşturduğu kâfiri tam altettiği sırada kâfirin yüzüne tükürmesi üzerine kılıcını adamın üzerinden çekmesini; bunun üzerine adamın bu davranışın sebebini sormasını; “Sana kılıcı Allah için indirecektim, sen yüzüme tükürünce nefsim için indirmekten korktum ve indirmedim” cevabı alınca da adamın bir dakika öncesine kadar aleyhine savaştığı İslâm’a girmesini...

Benzer şekilde, ilim, takva ve cihadı mezceden bir şahsiyet olarak Abdullah b. Mübârek’in bir savaşta bir kâfirle olan ve yine kâfirin hidayetiyle sonuçlanan birebir mücadelesini hatırlayın.

Böylesi bir olay, tüfeğin icad edildiği zamanda olabilir miydi?

Bilakis, modern zamanlar, birebir ilişkiyi giderek azaltan, araya engeller koyan, giderek yüzleri yüzlerle değil, yüzleri nesnelerle buluşturan bir zamandır.

Dünün savaşçısı birebir savaşan ve gösterdiği yiğitlikle düşmanını ‘içten fethedip kazanan’ bir gönül kahramanı da olabilirken; bugünün en gözde savaşçısı ‘keskin nişancı’dır. Keskin nişancı. Olabildiğince uzaktan olabildiğince isabetle vurup öldürebilen adam yani. Mesafe o kadar uzaktır ki, karşınızdakiyle ne konuşabilme imkânınız vardır; ne de halini, yüzünü, gözünü görme ve ‘kalbin aynası’ olan gözleri üzerinden yüreğini okuma imkânınız.

O yüzden de, keskin nişancılar gencecik fidanları arsızca öldürür Bosna’da ve başka yerde.

O yüzden, Enola Gay pilotu arsızca indirir atom bombalarını Hiroşima ve Nagazaki’ye.

O yüzden, Amerikan pilotları evvelki gün Vietnam’a, dün Afganistan’a, bugün Irak’a indirir bombaları.

O yüzden, terörist, uzaktan kumandalı mekanizmayı yerleştirip patlatır bombasını.

Oysa yüzyüze gelseler, yaptıkları eylemin öldüreceği insanın yüzünü görebilmiş olsalar, aralarında yalnızca yüz görümlüğü kadar bir mesafe olsa, özellikle de öldürdükleri o çocuk yüzleri henüz hayatta iken seyredebilmiş olsalar, yine bu kadar arsız, bu kadar nâmert, bu kadar kalleş ve bu kadar gaddar olabilirler miydi?

Modern zamanların ‘savaş zayiatı’ rakamlarının, tarihin hiçbir dönemiyle karşılaştırılamayacak kadar kabarık; hele hele savaşlar dolayısıyla yol açtığı sivil ölümlerinin mutlak surette kabarık olması, bu ‘yüz’süzlükle; tüfeğin icad edilmesiyle ‘yüz’lerin birbirinden uzaklaşması ve böylece mertliğin bozulmasıyla ilgili değil midir?

Bu ‘yüz’süzlük, savaşlarla da sınırlı değil elbette.

Gitgide, hepimiz, farkına varmadan, bu ‘yüz’süzlüğün peşine takılıp gidiyoruz. Komşu yüzleri bile uzağımızda bizim. Otobüste, trende, tramvayda, yüzümüze değil, elimize bakıyor görevliler; bilet atıyor muyuz, jetonumuz var mı? Oysa yüzünü okusa, kimilerinin o bilet parasını bile zor bulduğunu görecek belki birileri; o gün jeton parasını zor denkleştirdiğini görebilecekler belki de.

Yahut, alışverişi marketlerde yapıyoruz artık. Süper’inin de yerini hiper’inin ve gross’unun aldığı marketlerde. Kasiyerler yüzünüze bakıyor mu sizin; ve siz hafızanıza yer etmiş bir kasiyer yüzü hatırlıyor musunuz?

Bir kasiyere, bir şoföre, bir gişe görevlisine, o gün ‘yüzyüze’ geldiği binlerce yüzden hatırladıklarını tarif etmesi istense, çıkacak sonuç ‘yüz’süzlük değil midir?

Aynı şekilde, bizden o gün ‘yüzyüze’ geldiğimiz kasiyerlerden, şoförlerden, gişe görevlilerinden hangilerinin yüzlerini hatırladığımız sorulsa ve tarif etmemiz istense, çıkacak sonuç yine ‘yüz’süzlük değil midir?

‘Yüz’ler yitip gidiyor hayatımızdan. Bir hadisin bildirdiği üzere, ‘sûret-i Rahmân’da yaratılmış, yani Rahmân-ı Rahîm’i en güzel biçimde tanıtır, bildirir sûrette var edilmiş yüzler.

‘Yüz’ler yitip gidince hayatımızdan, merhamet de, anlayış da, empati de, muhabbet de gidiyor aramızdan...

Onlar gidince, karz-ı hasen de, infak da gidiyor hayatlardan.

Yahut ‘yüzünü’ tanımadığı, dolayısıyla ‘ihtiyacını’ okuyamadığı yanıbaşındaki komşusu yerine uzaklara, yüzünü bile görmediği yerlere yolluyor infakını, fitresini, zekatını...

Bugünün şu çok konuşulan ‘kredi kartı çılgınlığı’nı bir de bu ‘yüz’üyle okumaya ne dersiniz?

  13.10.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu