Yarına hazır mıyız?

Metin Karabaşoğlu

DÜŞÜNCE TARİHİNE VEYA MODERN DÖNEMLERE ilişkin çalışmalarda, modernite denilen olguyu tetikleyen unsurlar arasında Newton fiziğine özellikle dikkat çekilir. Kendisi inançlı bir insan olmakla birlikte, Newton’un kurduğu ‘makine gibi işleyen’ mekanik kâinat tasavvuru, son sözün bilimin elinde olduğu ve bilimin mutlak doğruyu bulacağı şeklinde bir anlayışı da tetiklemiştir. Aklı âdeta putlaştıran rasyonalist bir çizgiyi de besleyen bu mekanik kâinat tasavvurunun sosyal hayata yönelik yansıması, insanların da ‘makinenin dişlileri’ gibi algılandığı ‘sosyal mühendislik’ projeleridir.

Buna karşılık, yirminci yüzyılın ortalarından itibaren etkisini gitgide daha fazla hissettiren bir ‘paradigma kırılması’yla yüzyüze durumdayız. Kuantum fiziği ve bu çerçevede özellikle de Heisenberg’in belirsizlik prensibi, Newton’un mekanik kâinat tasavvurunu sarstı. Bu çerçevede, aklı mutlaklaştıran modern eğilim yara aldığı gibi, bilimin mutlak doğruyu bulacağı anlayışı da sarsıldı. Bunun insanların dünyasındaki bir diğer yansıması, ‘sosyal mühendislik’ projeleri içeren ideolojilerin çöküşü oldu.

Modernitenin dinin yerine bilimi ikame eden anlayışına karşı, kuantum fiziğiyle birlikte gelişen yeni paradigmanın, tabir yerindeyse, ‘düşmanımın düşmanı dostumdur’ anlayışı ekseninde, Müslüman zihinlerde gördüğü rağbeti anlamak hiç de zor değil. Aynı şey, nasıl Newton fiziği modernite denilen olgunun tetikleyicisi olmuş ise, kuantum fiziğinin tetiklediği bir olgu olarak postmodernite için de geçerli.

Oysa, üç yüzyıldır Batının hâkimiyetindeki dünya dün Batıdan başlayarak her coğrafyada ‘modernite’nin her alandaki tezahürlerine maruz kalmışsa, bugün de yine Batıdan başlayarak postmodern bir dalganın yayılmakta olduğunu; ne var ki, ‘modernite’ye yönelik eleştirisi itibarıyla ‘kullanışlı’ gözüken bu yeni dalganın yeni ve devâsâ sorunları beraberinde getirdiğini görüyoruz.

Bu yeni dalganın getirdiği sorunların en başta geleni ise, ‘madde’nin, özellikle de ‘madde’nin en küçük yapıtaşı olarak ‘atom’un üzerine temellendirilen modern kâinat tasavvuruna karşılık kuantum fiziği ile ‘madde’nin maddî planda sabit ve daimî bir temeli olmadığının idraki ile gelen nihilizm teşkil ediyor. Dünün bilimsel materyalizmine karşılık, bugün özellikle varoluşçuluk suretinde kendini belli eden nihilizm ise, temelsiz, amaçsız ve anlamsız bir kâinat tasavvuru eşliğinde insanın önüne yapabileceği tek bir şey koyuyor: yarınsız bir dünyada, bugünün tadını çıkarmak. Hedonizmin, yani zevkperestliğin, yani heva ve hissiyatını tatminin bu derece belirleyici oluşu; dün bâtıl da olsa bir amaç uğruna hayatını ortaya koyanlara karşı bugün ‘gününü gün etme’ sevdalısı yığınların ortaya çıkması, işte bu sebepten.

Açıkçası, Batı dünyasında hiç de hakikate doğru evrilmeyen bir ‘paradigma kırılması’ yaşanıyor; ve bu kırılma beraberinde insanlar, özellikle de genç kuşaklar, ‘materyalizm’den ‘nihilizm’e ve uzantısı olan hedonizme doğru salınıyor. Yaşanan ahlâk zaafları, cinselliğin bu derece öne çıkartılması, cinsel sapkınlıkların artış göstermesi, insanların kendilerini ‘yiyip içtikleri’ ile tanımlar hale gelmeleri, marka bağımlılığı ve benzeri olguların hepsinin bu salınmayla doğrudan bir ilgisi bulunuyor.

Böylesi bir zamanda, ‘kökü mazide’ olan ‘yeni bir dil’e ihtiyaç var. Bu yeni dilin bir ayağı kâinatın ve kâinat içinde insanın ‘anlamlılığı ve amaçlılığı’na dayanacaksa, diğer ayağı behimî lezzetler ile insanî lezzetler mukayesesine dayanacak.

Zaman, Risâle-i Nur’un ‘imandaki lezzet-inkârdaki elem’ denklemini; ‘imanın bu dünyada dahi bir manevî cennet, küfrün bu dünyada dahi bir manevî cehennem’ sunduğu tahlilini; ve ‘iman-ı billâh içindeki marifetullah ve muhabbetullahtan neş’et eden lezzet-i ruhaniye’yi özellikle vurgulamayı gerektiriyor.




Yeni Asya Gazetesi, 31.05.2005

  31.05.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu