İnsancıl ve tepkisiz

Metin Karabaşoğlu

SON ZAMANLARDA, GAZETE KÖŞELERİNDE, TV ekranlarında ya da kitapçı raflarında giderek öne çıkan bir ‘trend’ sözkonusu. Bazıları, duygusal, yer yer romantizm yüklü, sözümona insancıl temaları tutturmuş, gidiyorlar.

Yazılıp söylenenlere bakılsa, sanırsınız ki, kimsenin sevme potansiyeli bu kişiler kadar yüksek değil. İnsanî duyarlılık denildiğinde, kimse onlarla boy ölçüşemez. İnsana saygı denildiğinde, onlara yetişmek imkânsızdır. Onlar öyle ince, öyle hassas, öyle derinlikli insanlardır ki, en ince bir duygu, gündelik hayatta karşılaştıkları en küçük bir hak ihlâli bile yüreklerini sarsmaya yeter. Yolda geçerken gördükleri küçük bir haksızlık bile, onlara koskoca bir gazete yazısı yazdırır.

Ve, bu kadar ince, bu kadar duyarlı, bu kadar duygulu, bu kadar insancıl insanlara karşı tepkisi ne olur insanın? Ne olmalıdır?

Elbette, bize düşen, ‘hayran olmak’tır yalnızca. Hayran olurken, bizim öyle olamayışımıza da hayıflanmak ve öyle olmaya çalışmaktır.

(Öyle ki, bırakalım ortalama insanları, ehl-i din içerisinde bile, özellikle daha gençleri arasında bu yazarların özel hayranları vardır. Yine ehl-i din içerisinde, bu ‘trend’in farkına varıp, gazete yazısını, radyo programını, filan yerdeki konuşma metnini, feşmekân kitabını buna göre tasarlayan; sabah-akşam ‘sevginin herşeyi nasıl çözdüğü’nü yazıp anlatmaktan sıkılmayan ve hiçbir kritik meseleye çözüm sunamayan kalem ve söz erbabı zuhur etmiştir.)

Gelin görün ki, hayran olunan bu isimlerin ‘insancıl’lığı, iki noktada, iğne yemiş balon misali, sönüverir.

Birincisi, bu ‘duygu yüklü’ insanların, hallerini görüp de ‘duygulandıkları’ insan manzaralarını anlatırken kullandıkları dilin ardında gizledikleridir. Dikkatli bir kalb, bu ‘insancıl’ anlatımın ardında, kendisi ‘bu meseleleri aşmış’ bir insanın sırf insancıllığı için lutfedip bu insanların derdini dert edindiği gibi rahatsız edici bir tarz-ı ifadeyi hisseder. Dikkatle bakan herkes, ‘gerçekte çok üstümüzde birinin tenezzül edip bizim dünyamıza inip de gördükleri’ türünden bir anlatımı zorlanmadan fark eder. Ki, kendisini ‘hemdert’ olma iddiasındaki insanlara eşit değil, gerçekte onun üstünde hisseden/hissettiren bir insanın insancıllığı şüpheyi hak etmekte; ‘dertlendiği’ insanların bir insan olarak mı, bir ‘yazı malzemesi’ olarak mı onun gözünde değer taşıdığı sorusunu insana sordurmaktadır.

En az bunun kadar önemli diğer bir nokta, bazen gündelik hayatın içindeki küçük bir ayrıntı için koca bir yazı yazan bu insanların, yine gündelik hayatın içinde koskocaman haksızlıklara küçük bir paragraf bile ayırmayışlarıdır.

Meselâ, kimi ‘insancıl’ yazarlar vardır ki, sanki yüzbinlerce ailenin ‘başörtüsü mağduru’ olmadığı bir ülkede yaşıyorlardır; bu noktada yaşananlar, bir ‘hukuk ihlâli’ olarak gözlerine görünmez. Bilâkis, zaman zaman, ‘başörtüsü’ aleyhine, niyet okuyan, ama tesettürlü bir insanın iç dünyasını anlamak için asla çaba göstermeyen bir kendinden-menkul bilgelik sergilerler.

Aynı şekilde, zaman olur, bir fakir sofrasını ‘acımtrak’ bir yazı konusu yapar; ama aynı sütunda filan gün falan mekânda kaç türlü yemeği, kaç çeşit salatayı, kaç çeşit tatlıyı devirdiklerini yazmaktan da çekinmez; bedava reklâm niyetine kendilerine yedirilen bütün bu yemeklere ilişkin tariflerin kaç nefsi taciz ettiğini, kaç yüreği incittiğini düşünmezler.

Gelir eşitsizliği onları rahatsız eder, ama en büyükleri muhakkak birer banka sahibi olan holding patronlarının bu işteki payını yazmayı düşünmezler.

Dayatmalar onları rahatsız eder, ama eğitim müfredatının getirdiği dayatmaları yazmazlar; haydi bırakalım hepsini, her sabah çocuklara öğretilen ‘varlığını Türk varlığına armağan etme’ andının ardındaki psikanaliz gerektiren ruh halini hiç mi hiç irdelemezler.

Dayak aleyhine yazarken, hayallerde canlandırdıkları, karısını döven çember sakallı adamdır; asker dayağı üzerine bir köşe yazısı asla akıllarına gelmez.

Ortalama meselelerde insancıl, kritik meselelerde tepkisizdirler çünkü. ‘İnsancıl’lık üzerinden prim yapmaya itirazları yoktur; ama başkaları için kendi rahatlarını tehlikeye atacak halleri de yoktur.

Ey halkım! Daha ne kadar bu ‘insancıl’lığa alkış tutacaksın? İnsana sevginin, insana saygının yeri geldiğinde başkaları için kendine siper kılabilmek, başkalarının hukukunu müdafaa uğruna yeri geldiğinde muktedirlerin hışmını üzerine çekebilmek anlamını da içerdiğini onlara ne zaman haykıracaksın?




Yeni Asya Gazetesi, 12.06.2005

  12.06.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu