Yüzleşme noktası

Metin Karabaşoğlu

YAŞADIĞIMIZ GÜNLER, İNSANLIK TARİHİNDE BİR kırılma evresini temsil ediyor. Modernitenin yerleşik kabullerinin sarsıldığı bu evrede, postmodern bir anlayış her açıdan bizi kuşatıyor. Newton fiziğinin yerini kuantum fiziği alırken, ‘bilimin mutlak hakikate götüreceği’ düşüncesinin yerini aslında ‘mutlak hakikat’ diye birşeyin olmadığı düşüncesi almaya başladı bile. Mü’minler için dünün korkulu rüyası komünizmin yerinde ise şimdi nihilizm at oynatıyor.

Yaşanan değişim ve dönüşümün, düşünce ve yaşantı planında birçok göstergeleri mevcut.

Ve bütün bunlar, bir ezelî gerçeği değiştirmiyor. Hayata anlam arayışını; bu arayış ekseninde, hayatını Yaratıcı adına veya Yaratıcıyı kabul etmeyerek yaşama tercihleri arasındaki mücadeleyi, açıkçası iman-küfür mücahedesini...

Bu mücahedenin yaşadığımız dönemde iman lehinde cereyan etmesi ise, yaşadığımız çağı doğru okumayı ve doğru değerlendirmeyi gerektiriyor. Kabuğuna çekilmeden, kendini bir fânusa hapsetmeden, dünyayı ve gidişatı olduğu gibi okuyarak ve onunla yüzleşip dönüştürme cehdi ve cesareti sergileyerek varolmayı gerektiriyor.

Tıpkı, bir açıdan ‘münzevî’ bir hayat yaşar halde gözüken, ama hakikat-ı halde dünyanın gidişatını, hâkim eğilimleri, küfrün o çağda aldığı yeni sûretleri, imana yönelen yeni soru ve tehditleri dikkatle ve doğru biçimde okuyan Bediüzzaman Said Nursî’nin yaptığı gibi...

Buna karşılık, kendi fânusunda yaşayıp dünyada olup bitenleri iki basit formüle indirgeyen o kadar insan var ki ehl-i İslâm arasında. Oysa, Abdülhakim Murad’ın Postmodern Bir Dünyada Kıbleyi Bulmak adlı kitabının ilk bölümünde dediği gibi, “Çağın küresel trendlerinin bilincinde olmadıkça biz Müslümanlar kaybedenler olmaya devam edeceğiz.” Neden? “Şiddetli bir muhafazakârlığın getirdiği manevî avantajlar, mağlubiyet ve marjinallik tecrübesinin sebep olduğu manevî çöküntüyle çok kolay bozulur” çünkü. Nitekim, bugün, bu ülkede ve bir bütün olarak İslâm dünyasında bu iki uca da savrulanları görüyoruz. Bir yanda, ‘mağlubiyet’ psikolojisiyle İslâmı hâkim güçlerin istediği şekilde evirip çevirmeye çalışan ve kendi hayatını buna göre şekillendiren bir zümre var; diğer tarafta, yine ‘mağlubiyet’ psikolojisiyle, daha da içe kapanan, gerçek dünyayı kendi hayal dünyasının penceresinden okuyan, böylece marjinalleşen bir zümre. Bir grubu mağlubiyet utancı yönetiyor, diğerini mağlubiyet öfkesi. İkisi de vasatı temsil etmiyor; ikisi de gerçek bir yüzleşme cesaretinden uzak; ikisi de dönüştürme yeteneğinden mahrum.

İşte bu noktada, Abdülhakim Murad’ın sorduğu şu soruyu, çok ama çok önemli buluyorum: “Şunu sormalıyız,” diyor Abdülhakim Murad: “İslâm dünyasının çekirdek bölgesindeki dinî uyanış hareketlerine liderlik yapanların kaçı, moderniteyi temellendiren fikirleri gerçekten doğru olarak bilmektedir? Hatta, kaçı zamanımızın temel entelektüel sistemlerinin ismini bilmektedir?” Devamla, “Yapısalcılık, post-modernizm, analitik felsefe, eleştirel teori, ve diğerleri, onlar için kapalı kitaplardır” diyor Murad ve ekliyor: “Onlar, bunun yerine, ‘Uluslararası Siyonist Mason Entrikası’ veya ‘Yeni Haçlı İstilâsı’ ya da buna benzer kuruntuları mırıldanıyorlar. Eğer birçok İslâmî hareketin niçin başarısız olduğunu anlamak istiyorsak, belki de modern dünyayı entelektüel olarak kavrayamayan bu liderler hakkında bilgilenmekle işe başlamalıyız. Zira, sözünü ettiğim entelektüel kavrayış, İslâmî idarenin önündeki engellerin başarıyla aşılmasının ön şartıdır. Modernite ideolojilerinin isimlerini dahi bilmeyen bir İslâmî hareket liderinin bunların üstesinden gelebileceğini ummak, doğrusu hiç de gerçekçi değildir.”

Bu noktada, Abdülhakim Murad, özellikle gençler açısından, şu soruyu da gündeme getiriyor: “Geleneksel topraklarında yaşayan Müslümanlar kendi inanç ve düşünceleri itibarıyla emniyette olabilirler, ama ya gençlerin durumu? Bir Amerikan üniversitesinde okuyan genç Müslüman öğrencinin hali nedir?” İşte Abdülhakim Murad’ın cevabı: “Bu öğrenci, modern Batıda ve dolayısıyla modern küresel sistemde derin etkiye sahip ideolojileri, post-modernizmi ve post-yapısalcılığı öğreniyor. Sonra, doğal olarak, bunların İslâmî hareket liderleri tarafından çürütülmesini talep ediyor. Çürütemediklerinde, kafası karışıyor, ve zamanlar üstü bir hakikat olarak İslâma olan itimadı sarsılıyor. Bu şartlar altında, ancak nisbeten az zeki olanların Müslüman olarak kalması kaçınılmazdır. Bazı İslâmî hareketlerin içinde acı verici bir şekilde hâlâ mevcut olan kopuş sürecinin işaret ettiği de, işte budur.”

Abdülhakim Murad’a göre, “İşte, bu sebepledir ki etrafımızda bize rağmen büyük bir hızla güçlenmekte olan küresel süreçleri anlamak, dinî bir yükümlülük, bir farizadır.”

Abdülhakim Murad’ın bu sözlerinin bize de birşeyler söylediğini düşünüyorum.

Zor bir zamanda, kavî bir imanla ve mü’minâne bir ferasetle yaşadığı çağı doğru okuyan, okumakla kalmayıp cevaplar sunan ve o çağın çocuğu olan bizler gibi nice insanın imanının kurtulmasına vesile olan bir büyük insanın talebeleri olarak, bizim de yaşadığımız dönemi doğru okuyarak getirdiği soru ve sorunlarla yüzleşmemiz; ve bu şekilde, Risâle-i Nur’un uyandırıcı nefesini bugünlere taşımamız gerekiyor.




Yeni Asya Gazetesi, 05.04.2005

  5.04.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu