Genişlik, derinlik

Metin Karabaşoğlu

FRANSALI MÜSLÜMAN DÜŞÜNÜR RÉNE GUÉNON’A göre, yaşadığımız çağın en temel özelliği, ‘niceliğin egemenliği’dir. Onun baş eseri niteliğindeki Niceliğin Egemenliği ve Çağın Alâmetleri, baştan sona bu tema ekseninde gelişir.

Bugün, Guénon’un yarım asrı aşkın bir zaman önce ortaya koyduğu bu tesbitin vâkıaya ne kadar denk düştüğünü anlamak için, öyle uzun uzadıya bir tahlil gerekmiyor. Gündelik hayattaki sohbetlerden gazete sayfalarına ve televizyon ekranlarına kadar hemen her vesileyle, ‘niceliğin egemenliği’ bir vâkıa olarak kendisini açıkça belli ediyor. İnsanların servetleriyle, şirketlerin cirolarıyla, gazetelerin tirajlarıyla, kitapların baskı sayılarıyla değerlendirildiği; hanımların eşlerinin kendilerine verdiği değeri yapabildikleri aylık harcama üzerinden ölçme alışkanlığı edindikleri bir çağ, ‘niceliğin egemenliği’nden başka neyi gösterir ki?

Bu tablonun en hazin veçhesini ise, iç dünyasını ‘niteliğin egemenliği’ne göre kurması gereken ehl-i dinin durumu teşkil ediyor. Ehl-i din nezdinde dahi, ‘niceliğin egemenliği’ni ele veren nice gösterge gözümüze çarpıyor çünkü. Ehl-i din erkeklerin arabaları, kadınların ise evleri ve ev döşemi üzerinden kendilerini tarif ettiği; ehl-i dinin yönettiği şirketlerin ise—yapılan işe ‘haram’ bulaşmasından ne derece uzak durulduğuna bakılmaksızın—cirolarıyla ‘değer’lendiği bir ortamdayız artık. Bir kitabın değeri satış rakamına göre, bir yazarın değeri kitaplarının satış oranına göre, bir TV veya radyo programının değeri reytingine göre belirleniyor.

Maamafih, değeri ‘niceliğe’ endeksleyen bu anlayış, ‘İslâmî’ bir kılıftan mahrum da değil. Nicelik adına verdiğimiz tavizler ve nicelik adına aşındırdığımız ölçüler, bir ‘maslahat’ izahıyla meşruiyet bulmaya çalışıyor akıllarda: ‘daha fazla insana ulaşmak için...’

Ve işte böylece, başka her alanda, ama özellikle düşünce alanında, birbirinden mahiyetçe farklı, ama hepsi de tehlikeli gelişmeler yaşanıyor. Hakikati ‘magazinleştirme’ türünden teşebbüsler, ‘halka ulaşma’ adına popüler kültüre teslim olmuş söylemler de zuhur ediyor; kimliksizleşme ve kişiliksizleşme ile tarif etmenin maalesef uygun düştüğü söylemler de... ‘Tüketim kültürü,’ gariptir, nicelik adına niteliği de tüketiyor!

Açıkçası, ‘daha geniş kitleler’ adına yola koyulurken, çok önemli birşey gözardı ediliyor: derinlik.

Derinliği unutmanın getirdiği sonuç ise, aşikâr: genişlik adına, sığlaşma!

Oysa, genişlik, derinliğin rağmına olmadığı takdirde değerlidir. Tıpkı, niceliğin, niteliğin rağmına değil, niteliğin ardından geldiğinde değerli oluşu gibi...

Buna karşılık, derinliğin unutulduğu bir ‘genişleme’nin birşeyleri yitirme pahasına olduğuna şu yaşadığımız âlemde nice şahitler var.

Bir bardakta aynı miktar su ile, bir zemine yayılmış aynı miktarda su kıyaslandığında, ilki bardakta önemli oranda muhafaza olunurken ikincisinin hızla buharlaşması gibi...

Derinlere kök salmayan ağaçların ömrünün daha kısa olması gibi...

Sığ suların, hayatiyet ve çeşitlilik bakımından, derin sulara göre çok geride kalması gibi...

Derinliğin rağmına bir genişlik, uzun ömürlü olmadığı gibi, kalıcı sonuçlar da vermiyor.

Sahih bir derinlik ise, bugün dar bir mecraya sıkışmış gözükse bile, gün be gün genişliyor da!

1940 yılında Türkiye’de en çok satan kitaplar hangisiydi, bir düşünelim. 1940’ların ortasında Bediüzzaman Said Nursî Âyetü’l-Kübra’nın 500 adet basılmasını ‘büyük bir fütühat’ olarak görürken, onbinlerce satan kitaplar, romanlar vardı bu diyarda.

Bugün dönüp bakalım: O kitaplar, o romanlar bugün nerelerde, kaç kişi okuyor?

Ondan önce de, şunu soralım: O gün onları okuyan onbinlere ne verdi, nereden alıp nerelere ulaştırdı?

Ya o gün başka kitaplar onbinlerce satarken ‘500’ adet basılan Âyetü’l-Kübra—ve içinde bu risalenin de yer aldığı Risale-i Nur—açısından durum ne?

Bu mukayesenin bize birşeyi çok açık söylediği kanaatindeyim:

Genişliğe evet, ama derinliği unutmadan!




Yeni Asya Gazetesi, 07.04.2005

  7.04.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu