‘Mikro iktidar’ üzerine

Metin Karabaşoğlu

İNSANLIK TARİHİNE BAKTIĞIMIZDA, YÜRÜTÜLEN ÖZGÜRLÜK mücadelelerinin birçoğunun hüsranla son bulduğu görülür. Mütegallibenin bu mücadeleyi bir şekilde bastırmasından dolayı değildir bu. Bilâkis, insanlık tarihinde hemen hiçbir özgürlük mücadelesi yoktur ki, günü geldiğinde sonuç almış olmasın.

Fakat, özgürlük mücadelesi verenler için, asıl ‘mücadele’ işte bundan sonra başlar. Kendi iradesini mutlaklaştırıp sair cüz’î iradeleri sıfırlayan, baskılayan; insanları ya şiddet kullanarak, ya beyin yıkayarak, ya para veya makam gibi yollarla satın alarak kendisine teslim olmaya zorlayan yapı çözülmüş yahut çökmüş; ve bu yapıya karşı haklı bir özgürlük mücadelesi verenler, asıl imtihanla işte şimdi yüzyüze gelmişlerdir: Bundan sonraki adımları, uğruna mücadele verdikleri özgürlük lehine mi olacaktır, yoksa iktidar bu kez onları da mı dönüştürecek, onları da bir ‘baskıcı güç’ haline getirecektir?

Hüsran, işte bu noktada gerçekleşir.

İnsanlık tarihinde, İslâm tarihinde, bu ülkenin son yüzyılında ve son on yıllarda dünya üzerinde gözlemlediğimiz özgürlük mücadelelerinde çoğunlukla bu hüsran geçerlidir.

Emevî zulmüne direnç Abbasî baskıcılığı ile neticelenmiş; Abdülhamid’in istibdadına direniş İttihad ve Terakki despotizmini getirmiş; otoriter ‘saltanat’ yönetiminin ilga edilmesinin karşılığı ‘halka rağmen halk için’i şiar edinen totaliter bir yönetim şeklinde gerçekleşmiştir.

Son yüzyılda, dünyanın değişik kısımlarında yürütülen pek çok özgürlük mücadelesinin akıbeti, bundan pek farklı değildir. Hatta, birçok kez, ‘gelenin gideni arattığı’ görülmüştür. Bir özgürlük mücadelesinin ardından bu kez ‘kurtarıcılardan kurtulmayı’ hedefleyen yeni bir özgürlük mücadelesine mecbur kalınmıştır.

Peki, bu nedendir? Bir özgürlük mücadelesinin yeni bir baskıcı yönetimle sonuçlanması, geri dönüşsüz bir yol mudur?

İşte burada, bu hüsranın sebepleri üzerine kafa yoran dimağların ürettiği bir kavram çıkıyor karşımıza: ‘mikro iktidar.’ Bu kavram eşliğinde, özgürlük mücadelesi yapanların kendi yapılanmaları içerisinde ‘özgürlük’le ilişkileri giriyor devreye. Daha geniş planda baskıcı bir iktidara karşı özgürlük isteyenler, kendilerinin ‘iktidar’ı temsil ettikleri yapılarda nasıl davranıyorlar? Oradaki tutumları ‘özgürlükçü’ bir nitelik mi arzediyor, yoksa ‘baskıcı’ bir nitelik mi?

‘Mikro iktidar’ kavramı işte bu noktada devreye giriyor ve bize ‘iktidar’ ilişkilerinin yalnızca ‘siyasî iktidar’a mahsus olmadığını; dolayısıyla, baskıcı bir siyasî iktidar karşısında özgürlük talep ediyor olmamızın ‘özgürlükçü’ olmamıza yetmediğini gösteriyor.

Çünkü, gündelik hayatın seyri içinde, velev ki siyasal planda ‘makro iktidar’ın bir parçası olmayalım, değişik ‘mikro iktidar’ ilişkileri içinde yaşıyoruz. Evde, işyerinde, arkadaşlar arası ilişkilerde, derneklerde, farklı sivil oluşumlarda... Siyasal planda ‘iktidar’ın uzağında olan nice insan, bu çerçevede bir ‘mikro iktidar’ odağı olabiliyor. Ve, gerçekten ‘özgürlükçü’ olup olmadığımızın sınaması, aslında, işte bu ‘mikro iktidar’ alanlarında gerçekleşiyor.

Meselâ, yaşadığımız ülkenin daha özgürlükçü bir yapıda olmasını istiyor olabiliriz; peki, kendi evimizde ne durumdayız? Bir eş olarak ‘dediğim dedik’çi miyiz, yoksa eşimizin, çocuklarımızın kendi düşüncelerini ifade etmelerine imkân tanıyor, onları dikkatle dinliyor ve bu farklı düşünceleri ‘müzakere’ edebiliyor muyuz?

Yanlış anlaşılmasın; bunu yalnızca ‘kocalar’ açısından dile getiriyor değilim. Hanımları ve çocukları da dahil ederek konuşuyorum. Zira, birçok ailede, yalnızca ‘kocalar’ değil, herkes ‘benim dediğim olacak’çı bir tutum sergiliyor. Koca da, kadın da, çocuk da herkesin kendi dediğine gelmesini istiyor. Kendisi için özgürlük isterken, ‘kendisi için istediğini başkası için de isteyememe’ çelişkisi sergiliyor.

Alın size bir ‘mikro iktidar’ örneği...

Gündelik hayatın farklı veçhelerinde, değişik ‘sosyal’ ve ‘sivil’ zeminlerde, benzer durumlar görüyor insan. ‘İktidar’ın baskıcı tutumundan yakınan nice kişi veya zümrenin iktidarı temsil ettiği ‘mikro’ alanlarda baskıcı bir çizgi tutturduğunu; meselâ siyasî iktidara karşı düşünce özgürlüğü ve düşüncesini ifade özgürlüğü mücadelesi verirken, kendisinin iktidarda olduğu daha dar zeminlerde düşünce özgürlüğünden ve farklı düşüncelerin kendisini ifade etmesinden pek hoşnut olmadığını görüyor.

Bunu siyasî partilerin kendi iç ilişkileri dahilinde berrak biçimde görmek de mümkün; kurumlarda, derneklerde, aile ve arkadaş çevrelerinde ve sair beraberliklerde de...

Ve o yüzden, sıklıkla hayal kırıklığı yaşıyoruz. ‘Özgürlükçü’ talepleri yüzünden ‘iktidar’a taşıdıklarımız, ‘iktidar’da bir dönüşüm geçiriyor, daha doğrusu makro planda özgürlük isterken ‘mikro iktidar’ alanlarında sergiledikleri tutumu bu kez ‘makro iktidar’ alanında dışa vuruyorlar; ve bize, bir hayal kırıklığı düşüyor.

Bu hayal kırıklıklarını ilânihâye yaşamak istemiyorsak, ‘iktidar’ın yozlaştırıcı etkisini her alanda analiz etmemiz ve uzağında durmamız gerekiyor.

Bir diğer deyişle, ortalık tertemiz olsun isterken, işe kendi hanemizden ve kendi kapımızın önünden başlamamız...




Yeni Asya Gazetesi, 24.04.2005

  24.04.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu