Söylenmesi doğru olmayan doğrular

Metin Karabaşoğlu

RİSÂLE-İ NUR’UN AŞİNASI OLAN HERKES, “Her söylediğin hak olsun. Fakat, her hakkı söylemeye senin hakkın yoktur. Her dediğin doğru olmalı. Fakat, her doğruyu demek doğru değildir” sözünü bilir. Bu sözün hangi risâlede geçtiğini de.

Bu söz, Uhuvvet Risâlesi’nde geçer.

Bu sözün Uhuvvet Risâlesi’nde geçiyor olması, ‘her doğruyu demenin’ mü’minler arasında kardeşâne bir beraberliğin tesisine engel teşkil ettiğine işarettir. Bediüzzaman Said Nursî, Uhuvvet Risâlesi’nde bu hatırlatmayı yaptığına göre, görmüştür ki, mü’minler arasında kardeşliğe zarar veren unsurlardan biri, ‘her doğrunun söylenmesi’dir. Demek ki, doğru olduğu halde söylenmesi doğru olmayan doğrular vardır.

Nitekim, ilgili sözün hemen ardından gelen cümle, ‘doğru bir sözü söylemesi doğru olmayan’ kişilerin varlığına dikkat çeker. “Zira, senin gibi, niyeti hâlis olmayan bir adam, nasihatı bazan damara dokundurur, aksülamel yapar” kaydı gösterir ki, bazı kişilerin bazı doğruları söylemesi doğru değildir. Buna göre, bir kişi, bir doğruyu ‘damara dokundurma’ kasdıyla söylüyorsa; o kişi, o doğruyu söylemeye ehil değildir. Ki, Kastamonu Lâhikası’nda yer alan bir mektupta geçen “Risâle-i Nur tokatlarda istimal edilmez” sözü de, bu mânâda mütalâa edilmelidir.

Yine Bediüzzaman’ın mektuplarından çıkan bir diğer ders, söz doğru, söyleyecek kişi doğru, niyeti de halis olsa bile, ‘her doğrunun her yerde ve her zaman söylenmesinin doğru olmadığı’dır. Belâgatın Bediüzzaman tarafından ‘mukteza-yı hale mutabakat’ şeklinde yapılan kısa ama enfes tarifi de bu noktaya dikkat çekmektedir. Her doğru her yerde söylenmez. Bazı doğru sözlerin bazı yerlerde söylenmesi yanlıştır. Aynı şekilde, her doğru her zaman söylenmez. Bazı doğru sözlerin bazı zamanlarda söylenmesi de yanlıştır.

Bu yanlışlık ise, ya sözün kendisi ile ilgilidir; yahut sözün muhatabı olan kişilerle...

Birer örnekle açıklayacak olursak; doğru bir söz, belli kayıtlar altında ve belli şartlar dahilinde söylenmiş ise, o kayıtları gözardı ederek, o şartları görmezden gelerek bu sözü her hale ve her zamana olduğu gibi uyarlayıp söylemek, doğru bir sözün yanlış söylenmesinin örneğidir. Bediüzzaman’ın “Ata et, aslana ot atılmaz” veciz cümlesiyle özetlediği durumlar ise, sözün muhatabı olan kişilerle ilgili yanlışların örneği...

Mü’minler arasındaki gerilimlere baktığımızda ise, bu gerilimlerin büyük kısmının bu yöndeki dikkatsiz ve hikmetsiz söylemlerden, doğru zamanda doğru kişilere doğru biçimde söylendiğinde kabul göreceği halde yanlış bir üslûpla söylenmiş sözlerden kaynaklandığını görürüz. Nice doğru vardır ki, muhtevası doğru olmakla birlikte, yanlış cümlelerle söylenmiştir. Nice doğru söz vardır ki, yanlış yerde, yanlış zamanda, yanlış kişilere söylenmiştir.

Ve, nice kardeş kalbler, sırf bu yüzden; söylenmesi doğru olmayan doğrular yüzünden, yanlış yerde ve yanlış zamanda yanlış kişilere söylenen doğrular yüzünden birbirine karşı kırık ve kırgın haldedir.

Risâle-i Nur dairesindeki mü’minler ile tasavvuf yoluna sülûk etmiş mü’minler arasındaki gerilim örneğinde olduğu gibi...

Bir sonraki yazıda, Bediüzzaman Said Nursî’nin bu konudaki muhtelif mektuplarını beraberce mütalâa edelim; onun doğru sözlerini yanlış yer ve zamanda yanlış kişilere tatbikten dolayı kırdığımız birçok kalbi tamir için ilk adımı atalım inşaallah...

NOT: Mü’min ve müttaki şair Osman Sarı’nın tadı hep damağımda kalmış enfes bir şiiri vardır: “Önden Giden Atlılar.” Sahabiler başta olmak üzere, iman yolunun öncü simalarını anlatır bu şiir. “Ne güzel atlar bunlar / Bunca yol çiğnediler / Çiçek çiğnemediler / Önden giden atlılar” gibi nefis dizelerle...

Risâle-i Nur hizmetinin ‘saff-ı evvel’ini de, hep, ‘önden giden atlılar’ şiirinin gölgesinde düşünmüşümdür. Onlar, bu hizmetin ‘önden giden atlılar’ıdır ve ‘sonradan gelen atlılar’ her nereye giderlerse, bu yolculuğun sevap defterinden bir hisse de -Allah’ın lutfuyla- onlara yazılacaktır.

Dün gazetemizde, Risâle-i Nur hizmetinin ‘önden giden atlılar’ını sözleri ve resimleriyle görünce, ziyadesiyle memnun ve mesrur olduğumu belirtmeliyim. Kendileriyle yapılan söyleşileri sürur içinde okudum. En çok da, muhterem Abdullah Yeğin Ağabeyin şu dersi ve şu duâsı hâfızama yer etti: “Her nefis derse muhtaçtır. Başta nefsimizi ıslâh ile mükellefiz. Allah bizi kendine güvenenlerden etmesin. Allah’tan başka hiç kimseye güven yok.”

Bu duâya amin diyor, Rabb-ı Rahîm’in ‘önden giden atlılar’ı da, ‘sonradan gelen atlılar’ı da rızasına nail bir hayatla şereflendirmesini O’nun dergâh-ı izzetinden niyaz ve temenni ediyorum.




Yeni Asya Gazetesi, 24.03.2005

  30.03.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu