Bir bomba, bir Müslümanın elinde ise, ‘İslâmî’ midir?

Metin Karabaşoğlu

BİR TARAFIN ÇOK AÇIK biçimde haksız olduğu tartışma ve gerilimlerden oldum olası korkmuşumdur. Zira, bu apaçık haksızlık gözümüze o kadar batar ki, diğer tarafın duruşunu irdelemeyi unuturuz. Ortadaki gerilim ve tartışmanın ana sebebini dışarıdan ve bir bütün olarak irdelemeyi de...

Dünyanın bir numaralı nükleer gücü ABD’nin ‘ileride bir nükleer silâh geliştirme’ ihtimali üzerinden İran hakkında geliştirmeye çalıştığı politika, sözünü ettiğim türde bir gerilim ve tartışmanın güncel bir örneği...

ABD, dünyanın ‘nükleer’ sicili en bozuk ülkesi. Bir savaşta masum insanlara atom bombası atmayı içine sindirebilmiş tek ülke. Hiroşima ve Nagazaki’de yaşananları, üzerinden altmış yıl geçtiği halde, insanlığın vicdanı unutmadı, unutması da pek mümkün değil. Aynı ABD, Soğuk Savaş döneminde geçen çocukluk yıllarımda fırsat bulup okuduğum gazetelerde beni dehşete düşüren ‘nükleer kâbus,’ ‘üçüncü dünya savaşı,’ ‘kıyamet senaryosu’ türü haberlerin baş müsebbiblerinden biri olageldi. Gençlik yıllarımda İngilizce kaynaklara da ulaşabilme imkânı bulduğumda ise, ABD’nin yeryüzündeki bütün canlıları öldürecek derecede bir ‘nükleer güç’ olduğunu gösteren yazılar, makaleler okudum. Gerçi, fakültede gördüğümüz ve zalimliğin diplomatik ifadesi olan ‘Realpolitik’in gölgesinde cereyan eden “Uluslararası İlişkiler” dersinde, ABD’nin, Rusya’nın, Fransa’nın, Çin’in ‘nükleer güç’ imkânlarından bir derece masum biçimde, ‘dehşet dengesi’ (the balance of terror) bağlamında söz ediliyordu... Dehşet! Ama, her nasılsa, dünyaya ‘denge’de tutan bir dehşet!

İşin Ortadoğu’ya bakan kısmı da, hepimizin mâlûmu. Bağımsız kaynaklar, Türkiye’deki üsleri dahil, ABD’nin Avrupa ve Ortadoğu’daki üslerinde yüzlerce nükleer başlıklı silâh olduğunu ileri sürüyorlar. Aralarındaki ilişkinin insana “İsrail mi ABD’nin güdümünde; yoksa, ABD mi İsrail’in güdümünde?” sorusunu sordurduğu İsrail’in sahip olduğu nükleer silâhlar, ABD’ye göre son derece ‘meşrû,’ dolayısıyla tartışmaya açılması dahi hoş karşılanmıyor. Buna karşılık, bugün Irak’ta yaşananlar, bu arada ‘zenginleştirilmiş uranyum’ içeren Amerikan bombalarının bu ülkenin masumlarına reva görülmesi, kendisine ‘meşruiyet gerekçesi’ olarak ‘Saddam’ın elinde bulunduğu iddia edilen nükleer silâhlar’ı seçmişti. Bu silâhlar hâlâ bulunamadı, ama Irak’ta yapılan ve yapılacak bütün zulümler için gerekçe buydu!

Şimdi de, aynı gerekçe üzerinden İran’a diş gösteriliyor ve İran halkı Irak’ın başına gelenleri gözden ırak tutmamaya dâvet ediliyor.

Üstelik, ABD’nin elinde dünyayı yerinden oynatacak kadar çok atom bombasının var olduğu ve İsrail’in de nükleer silâh ürettiği gerçeğine rağmen...

Ortadaki tablo bu iken, ABD-İran geriliminde insan taraflardan birine yönelmekte hiç zorlanmıyor. Menfaatini güçlünün yanında bulan, zulüm yalakası kuvvetperestler hariç, herkes, her vicdan İran’ın yanında hissediyor kendisini.

Ama işte tam da burada, en başta sözünü ettiğim yanılgıya duçar oluyoruz. Olayı ABD-İran gerilimi ekseninde irdelerken, bir bütün olarak ‘nükleer silâh’ olgusunu, hatta daha da genelde her türden ‘bomba’yı insanî ve imanî bir düzlemde irdeleme imkânını yitiriyoruz.

Halbuki, ‘topyekûn savaş’ mantığını, bu mantığın bir ürünü olarak ‘bomba’yı, hele hele ‘atom bombası’ gibi nükleer silâhları vicdanımız, kalbimiz ve—’reelpolitik’ iğvasına kapılmamışsa—aklımız kabul etmediği gibi, bunları Kur’ânî ve nebevî ölçülere sığdırmanın da imkânı bulunmuyor. Velev ki, bu topyekûn savaş, bu bombalar, bu atom bombası bir Müslümanın elinde olsun, bunu yapmayı ve kullanmayı savunmanın ‘reelpolitik’ bir izahı bulunsa bile, ‘İslâmî’ bir izahı bulunmuyor! (Söz nefretlerini frenleyen sahih hadislere gelip dayandığında ‘kaynak’ arayan radikal eğilimli kardeşlerimizin, okuduğum onlarca cilt hadis kitabında bulamadığım, ama sorgusuz sualsiz ezbere aldıkları “Düşmanın silâhıyla silahlanın!” rivayeti hariç!)

Oysa, Kur’ân, beş ayrı sûrede geçen aynı âyetiyle, “Hiçbir günahkâr başkasının günahını yüklenmez” buyurarak, “Birinin hatasıyla başkası mes’ul tutulamaz; birinin yaptığının faturası onun ailesine, şehrine, milletine, memleketine kesilemez” diye emrediyor. Ki, ‘rahmeten li’l-âlemîn’ olan kudsî nebînin savaşlarını hatırlayalım. Seferden önce yaptığı uyarıları: Çocuklara, kadınlara, yaşlılara, hastalara, mabedlerinde ibadetle meşgul olanlara, dükkânında veya tarlasında işiyle uğraşanlara; yani mü’minlere karşı eline silâh alıp savaşa tutuşmayanlara ilişilmeyecek. Ekinler yakılmayacak, ağaçlar kesilmeyecek, binalar yıkılmayacak, hayvanlar öldürülmeyecek...

Peki, bir atom bombası, velev ki bir Müslümanın elinde olsun, bu ince ayrımı yapabilecek midir? Bir bomba, hele bir atom bombası, bir ülkenin zalimleri ile mazlûmlarını, haksızları ile mağdurlarını, canileri ile masumlarını ayırabilme yeteneğine sahip midir?

Hayır!

‘Topyekûn savaş’ mantığı da, bu mantığın bir uzantısı olarak ‘bomba’ da, bu uzantının en uç noktası olarak ‘nükleer silâhlar’ da, İslâmî bir kılıfa yığdırılamaz, Kur’ânî ve nebevî bir çerçevede açıklanamaz.

Dolayısıyla, her üçü de, onu düşünen, yapan, uygulayan bir Müslüman olduğu halde dahi ‘İslâmî’ olmaz, olamaz.

Gelin görün ki, aklıyla birlikte gönlünü de ‘reelpolitik’e kaptırmış günümüz mü’minlerinin büyük kısmı, ‘zalimlerin satranç oyunu’na dalmışken, işin bu kısmını, yani ‘esas kısmı’nı atlıyor.

Nasipse, devam edelim.




Yeni Asya Gazetesi, 06.03.2005

  30.03.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu