Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Maksat üzüm yemekse...

BİR ÖMÜR boyu huzur ve mutluluk içerisinde sürüp giden evliliklere hep imrenmişimdir. Başlangıçta birbirlerine yabancı olan iki insanın yakınlaşıp birbirini tamamlaması ve bir bütünün ayrılmaz iki parçası haline dönüşebilmeleri, bir mucizeden başka birşey olmasa gerek. Biri diğerine akrabasından da daha yakın iki insana dönüşebilmek... Anasız-babasız, kardeşsiz yapabilen, ama biri diğerisiz yapamayan iki insan olabilmek...

Giderek yaygınlaşann boşanmaları gözönünde bulundurunca, böylesi evliliklerin nesli tükenen canlılar misali korunma altına alınası evlilikler olduğunu düşünüyorum. Böylesi eşlerin evliliğe ilişkin düşüncelerini öğrenmek, tecrübelerini dinlemek, hatta tavsiyelerini almak neredeyse zorunlu hale geliyor.

Gözlediğim kadarıyla şunu söyleyebilirim ki, bu imrenilesi evliliklerin hepsinde kadın başrolde. Bu mutlu evliliklerde önemli pay ve ilk adım kadına ait. Bir anlamda mutlu ve huzurlu evlilikler kadının başarısı.

Bu evliliklerdeki kadın figürüne baktığımda, hepsi kocasıyla ilişkisinde munis, eş kimliğini benlik iddiasıyla şekillendirmeyen ve son tahlilde itaatkâr insanlar. Yumuşak sözlü, itirazlarını ifade ederken dahi şefkatten uzaklaşmayan, sesini yükseltmeyen, kendini ifade etmeyi bir benlik iddiasına dönüştürmemeyi başarabilen kadınlar uzun evliliklerin altına imza atabiliyorlar.

‘Başarabilen’ diyorum; çünkü hakikaten de kocası karşısında ‘egosunu şişirmemek’ ve evliliği ‘kendini ispat meydanı’na dönüştürmemek, şeytanın aksi yöndeki çokça üflemelerine bakıldığında, büyük bir başarıdır.

Bununla birlikte, yanlış anlaşılmamalı ki, karşımızdaki kadın her daim ezilen ve horlanan bir kadın değildir. Öyle oluyor ki, böylesi kadınlar karşısında en sert, en maço erkekler bile zaman içerisinde yumuşuyor, nezaket kazanıyor ve karısının bir dediğini iki etmez hale geliyorlar.

Yani, böylesi bir evlilik sadece kadının anlayış gösterdiği, sürekli ve yalnızca onun fedakârlıkta bulunduğu bir durumda devam ediyor değil. Ama benlikten fedakarlığın ilk adımı kadına ait.

Zaten insan fıtratlara baktığında kadına yakışanın da böylesi bir şefkat ve yumuşaklık olduğunu anlayabiliyor. Yırtıcı, dediğim dedik, sert mizaçlı nâşize kadın tiplemeleri insana ‘kadınlığını bozmuş’ dedirtiyor. Hiç sıcak gelmiyor. Bu açıdan bakıldığında, bahsettiğim örnek evlilikler fıtratı keşif ve tescil anlamına da geliyorlar.

Kadının sertliğini muhafaza ettiği uzun evlilikler de yok değil. Ama erkeğin kadını idare etmek durumunda kaldığı böylesi evlilikler ancak idareten evlilikler olarak görünüyor. Mutluluk ve huzur içerisinde süregiden değil.

Fıtratın bu hakikati, Fâtır-ı Hakîm’in Habibinin sözleri ile de tescil olunuyor: “Şayet ben bir insanın başka bir insana secde etmesini emredecek olsaydım, kadına, kocasına secde etmesini emrederdim” (Tirmizî, Radâ 10).

Gerçi modern zamanların kadının zihnine, kalbine, duygularına nakşettiği kimlikle bakıldığında anlamak zorlaşsa da, fıtratın bu gerçeğini kavrayabildikten sonra Peygamber aleyhissalatu vesselamın bu sözü insanın dünyasında yerini buluyor. Ehl-i din nezdinde de artık daha sıkça duyulmaya başlanan anlaşmazlıkların, hatta boşanmaların çok önemli bir sebebinin mü’mine hanımların bu hadisin ve fıtratın bu gerçeğinin inadına, modernitenin icadı feminizme yaslanan davranışları olduğu görülüyor. Aklı başında lâdinî insanların dahi keşfettikleri bu gerçeği yolu Fâtır-ı Hakîm’in çizdiği ve O’nun Resûlünün işaret ettiği yönde gitmesi gereken mü’mine hanımların görememesi ise insanı ziyadesiyle incitiyor.

Üstelik evlilik ilişkisi içerisinde erkeğin ‘kavvâm,’ yani koruyup gözetici, çekip çevirici olduğunu, taşıdığı bu sorumluluk itibarıyla da kadına göre haklarının ‘bir derece daha fazla’ olduğunu belirten Rabbi’l–âlemîne karşı bir kafa tutma tavrından başka bir şekilde anlaşılması mümkün gözükmüyor. Bu ilişki içerisinde son sözü söyleyecek olan ile itaatle yükümlü olan belli iken mü’mine hanımlara düşen, kocasını kendisini ezeceği düşünülen bir hasım olarak belleyip benlik kalesini sonuna kadar savunma tavrı içerisine girmek değil, ona güzel bir istişare arkadaşı olmak, ama son tahlilde verdiği meşru kararlara emr-i ilâhî gereği itaat etmek olmalıdır.

İnsan şunu da düşünmeden edemiyor doğrusu: Evlilikten maksat nedir? Mutlu ve huzurlu yaşayacağı, kalbine mukabil bir kalb bulacağı bir dünya ve ahiret saadeti yaşamak mı? Yoksa kendini ispat derdine düşüp iki taraf için de hayatı zehir etmek mi?

Maksat üzüm yemekse, Fâtır-ı Hakîm ve Habib-i Ekrem’i bize bunun yolunu gösteriyorlar.

Biz hanımlara da, nefis ve şeytanın rağmına, bu yola girmek düşüyor.

Nefislerimiz çatlasa da, patlasa da bu böyle...

  06.01.2006

© 2021 karakalem.net, İnci Şirvan



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut