Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Olgunlaşmadan koparılan meyveler

HAYAT ÇOK hızlandı bu yüzyılda..Bana öyle geliyor..Pek çok örnekle, hayata yetişemeyen insan profilleri canlanıyor zihnimde..

Henüz hayatın anlamını kucaklamadan, yaşamı anlamlandıramadan, evlatlarını kucaklayan “anneler” coğrafyasında yaşıyoruz.. Hayatın nasıl geçtiğini bilemeden, çocuğunun birden büyüyüp, bir yetişkin olarak karşısında durduğunu fark ettiğinde, anneler için, çocuklarına gereken eğitimi vermeleri “geç” oluyor haliyle...

Henüz, gayesini bilmeden, ne olduğunu anlamadan ve bir karar vermeden, başlarına örtülerini alanları görüyoruz..Sonra, örtünün ancak bir dekor olarak kalmasına, akabinde, toplumsal sorunları beraberinde getirdiğine şahit olabiliyoruz..

İnsanlık, ahlak, vicdan nedir öğrenmeden, test kitaplarının arasından meslek yaşantısına fırlamış gençler biliyoruz, ahlakın “zorla” öğretildiğini ve de.. Kurumlarda iş ahlakının bu nedenle yüksek(!) kalite olduğunu da biliyoruz..

Biz bu ülkede, meyveleri-sebzeleri olgunlaşmadan kamyonlara atıyor, yolda sararmaları için bir takım ilaçlar kullanıyoruz..Bunun için de hiçbir şeyin tadı-tuzu olmuyor..

Hayat sanki bir yarışmışcasına, bir kademeden bir kademeye uçuşlar gerçekleşip duruyor.. Önemli olan, maratonda yerini alıp, kesikli çizgilerin arasından yola devam etmek sanki..

Ne için koştuğunu bilmeyen yarışçının bütün performansı heba olacağı gibi, nereye ve ne için koşup durduğunu bilmeyen insanoğlunun da, bütün çabaları, çalışıp didinmeleri, ordan oraya koşuşturmaları kaybolup gitmeyecek mi?...

Biz, çocuklara sürekli “büyüyünce ne olacaklarından” söz edip dururken, psikiyatrlar da insanların “çocukluğuna” inmeye çalışıyorlar..Çocukların anneleri, babaları, hatta sair akrabaları, çocuğu gelecekte bir yere oturtmaya çalışırken, henüz kimliği ve kişiliği oluşmamış çocuklar hayatın ne yöne doğru aktığını nasıl anlayabilirler ki?..

“Hayat nedir” sorusuna verecekleri en güzel cevabın “koşturmak” olduğunu fark etmek yalnızca psikologların işi mi?

Geçen yıllar itibariyle “yetişkin” sınıfına dahil olan, ancak düşünceleriyle, geçmişiyle, yaptıklarıyla, bir türlü hayatın gidişatına yetişemeyen yetişkinler ne olacak peki?..

Nereye yetişmeye çalışıyoruz ki böylece, hem de hep birlikte?

Yaşadığımız mevsimi hissetmeden, sonraki mevsimlerin meyvelerini seralardan getirterek tattığımızda, evimizin plastik çerçeveleriyle dış ortamdan “izole” olduğumuzda, klimamızla “her mevsimin aynı hissi vermesi” lüksünü yaşadığımızda, farklı olup, hayata yetişmiş mi oluyoruz biz?.. Yahut, hayatı kaçırmış mı oluyoruz?...

Kimlikler kaybediledursun, henüz kimliği oluşmamış, çekirdek hükmündeki küçük yavrucukların “ele geçirilmesi” ileride oluşacak ormanların ve oluşacak meyvelerin şimdiden budanıyor olmasına benziyor..

Gelecekte meyve verebilecek olanların da çağın şartlarına uyum sağlayarak meyvelerinin hamken koparılıp, kimyasal maddelerle sarartılma işlemine başvurulacağı ihtimali var..

Psikiyatri servislerinin çoğunun, dini öğeleri benimseyememiş insanlardan müteşekkil olmasında yine bu merdiven çıkarken, bir basamağa basmadan diğerine atlama çabasının yer aldığını düşünüyorum..

Her basamağın ayrı bir anlamı, öğretisi, getirisi olmalı..

Tam meyve vereceği yaşta, meyveden de, köklerden de, gövdeden de bir şeyler anlamayan bir düşünce yapısı neden belirebilir?..Çünkü bir şeyler eksik kalmıştır geride.. Bu bir şeyler de, küçümsenecek şeyler değildir…

Ama insanlarda ahlak gelişiminin es geçildiği bir eğitim sistemi, ahlaka ve vicdana taban tabana zıt yayınlar sürecinin dünyayı kuşatıyor olması hep bu basamakların atlanmasına neden oluyor ve kim bilir kaç yıl daha böyle sürüp gidecek..

Tüm bu olumsuzluklar içinde, hala tutunacak sağlam bir dal elbette vardır. İşte bunun için, hayatın nasıl akıp gittiğini, neleri tutup neleri kaçırdığımızı sorgulamanın faydalı olacağı kanaatindeyim..

Sorguladığımızda, istemediğimiz gibi bir çizgiyle karşılaşıyorsak eğer, bir müdahalede bulunmalıyız kendi “basamaklarımıza” ve takip ettiğimiz hayat çizgisine..

Herkesin ben merkezci olduğunu düşündüğümüzde, başka insanlar için bir şeyler yapabilme kabiliyetimizi çalıştırabilmek bir yol olabilir. Hem de, herkes gittikçe bencilleşip, bir şeylerden eksik kalacağı düşüncesiyle kardeşine “yol vermez” iken…Birileri, bir lira fazla kazanabilmek uğruna, hakka girebilecekken..

Hatta, Rabbinin tüm kusurları “örtücü” olmasına, ve tüm hatalara rağmen “affedici” olmasına rağmen, herkesin en ince kusurlarını bulup etiketlemeyi marifet sanan insanlar çoğalırken..Hatta, affetmenin “büyüklükten” değil, olsa olsa birine yaranmaktan olduğunu düşünenler olabilecekken ve affetmez gururlu benlikler çoğalabilecekken..

İşte tüm bunlar olurken, sadece bir ışığı takip ederek bile, bu karmaşaların çıkmazların korkutuculuğundan sıyrılabiliyor insan, formülü buluyor, İşte eksiklik burada diyor :“Kur’an ahlakı ile ahlaklanmak”…

Çünkü, Kur’an’da “hayır” ahlakı işlenir.. Çünkü o ahlak, bütün insanların faydasını gözetmiştir. İnsanlar arasında olabilecek fitneyi, nefsin zevk ve arzularına uymayı önleyecek niteliktedir..[1] Bir bireyin yaşantısını ve bir toplumun gidişatını düzenleyecek anahtar hükümler oradadır..

Her şeyden önce, Kur’an, insana, sorumluluklarını bildirmektedir..Rabbine ve insanlara karşı olan sorumluluklarını bilen bir insan, elbette ne yaptığını bilecektir..

Bilmek, belki de hayat basamaklarında hep ihmal edildi çoğu zaman..

İnsanlar, bilmesindi, “bildirilenler” nelerine yetmiyordu ki, basın ve yayınlar herkesi yeterince(!) hatta fazlasıyla bilgilendiriyordu..

İşte bu bilgi mahrumiyetleri çağında, en fazla muhtaç olduğumuz hükümlere, Kur’ana kalbimizi ve hayatımızı açtığımızda, bilgilerin en mühimiyle yaptıklarımıza yön verdiğimizde, hayatın aslında bizleri “yetiştirdiği” yer olan ölüm ötesi hayata hazırlanmak gibi bir “yaşam biçimi” ile karşılaşıp, hayatı “es geçmemiş” olacağımızı düşünüyorum..

Hem böylece, meyveler de henüz ham iken dalından koparılmamış olacak, ve Rabbimizin izniyle inşallah “olgunlaşacak” diye ümit ediyorum..




[1] Mü’minun,23/71, A’raf, 7/33,157, Kasas, 28/47

  30.10.2006

© 2021 karakalem.net, Rabia Nazik Kaya



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut