Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Aşk Bir İhtilalse, Evlilik Bir İnkılap

YILLARDIR VAR olan ama son günlerde biraz daha artan Amerika-İran gerginliği bana sürekli kavga eden eşleri hatırlatıyor. Bir tarafta erkek egemen, ataerkil bir anlayışın sonucu olarak hayvani güdüleri ile hareket eden bir eş, diğer tarafta zaman zaman yaptığı çıkışlarla güdüleri ile hareket eden adama kendisini darb etmesi için fırsat veren bir anlayışla hareket eden eş. Kendi çaplarında bir güç olan bu iki süper güçten kimin ne kadar haklı, ne kadar haksız olduğu zaten malumunuz. Fakat bizler Venizelos ile Enver Paşa’ya aynı anda tokat atmayan bir meşrepten geliyoruz. Onun için Amerika ile İran arasında illa da bir taraf olacaksak İran’ın/zayıfın yanında yer alacağız.

1980’li yıllar İran devriminin bütün dünyayı, özellikle de İslam dünyasını kasıp kavurduğu günlerdi. Başta Anadolu’da olmak üzere, bütün dünyada sessiz sedasız manevi bir inkılap yapan Risale-i Nur’un önerilerini dikkate almak yerine, İran İslam Devriminden medet uman bazı ehl-i iman sürekli İran devrimi üzerine vurgu yapıyor ve bunun Türkiye’de uygulanabilirliği üzerine kafa yoruyordu. İran rejimi ile ilgili çeviriler ve kitaplar yayımlıyordu. Bu dönemde İran’dan bir çok kavram ve tema TC’ye taşındı ve bir zaman tartışıldı. Türkiye’de gerçek anlamda kamuoyunda “radikal!” olarak bilinen hareketler ilk defa bu dönemde ortaya çıktı desek hata etmiş olmayız. Zamanla İran rejiminin Türkiye’nin sosyal, kültürel ve politik yapısına uyum sağlamayacağını öngören söz konusu radikal kesimin bir kısmı liberalleşerek iş hayatına atıldı. Az da olsa hala devrimin mümkün olduğunu düşünen radikal ehl-i iman var mıdır bilmiyorum. Varsa hiç olmazsa liberalleşmedikleri için onlara dua borcum olduğunu bilmelerini ve beni affetmelerini beklerim.

Gerek ABD ile İran arasındaki ilişki, gerekse de İran devrimi ile Türkiye’de devrime olumlu bakan kesimler arasındaki ilişki bana mutsuz bir evliği hatırlatıyor. Bir tarafta birbiriyle kanlı bıçaklı olan çift, öbür tarafta birbirinin beklentilerini karşılayamayıp birbirine küsen çift.

Bununla beraber İran devriminin kendisi bana bir başka şeyi hatırlatıyor: Sonuna kadar aşk...

Devrimin olduğu dönemde insanlar görev ve sorumluluk bilinciyle hareket ederek, yani aşkın hakkını vererek çalıştılar ve devrimi gerçekleştirdiler. Ama bu gün buradan bakılınca devriminin geri gittiği görülüyor. Vizyonsuz birinin Cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturması da bunu gösteriyor. Görünen o ki devrimi yapanlar bunca görev ve sorumluluktan sonra hak ve yetki istiyor. Ve görünen o ki İran’da işler iyi gitmiyor. Yine görünen o ki bu aşk bitecek. Aşk devrimdir, evlilik inkılaptır. Devrimi sürdürebilir kılmanın yolu inkılaptan geçer. Aşk bir devrim olduğu gibi, devrim de aşktır. Şu halde İran devrimi her halükarda inkılap etmelidir. Zira devrimcileri ayakta tutan şey devirme güdüsüdür. Bunun için devrim gücü ve güdüsü inkılap zevkine dönüştürülmelidir. Yoksa devrim yapanlar, bir gün kurdukları düzeni de devirmeye çalşıacakalardır.

O günler için devrimden Türkiye’deki ehl-i iman çevrelere taşınan en önemli temalardan biri belki de en önemlisi kadın-erkek eşitliği, kadın hakları, evlilik, aşk gibi “karşı cins” merkezli konulardı. Bu gün de aynı konular tartışılıyor. Ama bu günkü tartışmalar biraz daha seküler bir minvalde ilerliyor.

Türkiye toplumu geleneksel ata-erkil toplumun özelliklerini gösterdiği için hemen hiçbir zaman kadın ve erkek eşitliğini tartışma gereği duymadı. Ne zaman ki kendi kültür ve geleneğini üretemez hale geldi, o zaman karşı cinsi konuşmaya başladı. Toplum 1980 yılından bu yana yabancısı olduğu bir konuyu yoğun olarak tartışıyor. Ve bunu kendi coğrafyası dışından devşirdiği kavramlarla yapmaya çalışıyor. Bir kesim İran devrimi mantığından beslenmeye çalışıyor. Diğer taraf batı odaklı bir aşk ve evlilik üzerine odaklanıyor. Oysa Türkiye toplumu, bu toplumun bir kısmının kendisiyle sorunlu olduğu şarkıcının şarkısının tam içinde bulunuyor. “Görüyorsun ya aşkı beceremiyorum”. Dönüştürelim: Görüyorsun ya karşı cinsi tartışmayı beceremiyorum.

Gerek dünyada, gerekse de Türkiye de karşı cinsle olan ilişkiler, özellikle de aşk ve evlilik gündenim ilk maddesini işgal etmeye devam ediyor. Zira günümüz dünyasında her geçen gün aşıkların ve aşıkları ile evlenenlerin sayısı arttığı gibi, aşık olarak evlenenlerin arasında da boşanma hadiseleri sürekli artıyor. Ehl-i iman çevresinde de gerek aşk evlilikleri, gerekse de Allah’ın en sevmediği helallerden biri olan boşanmalar artıyor. Şüphesiz kimsenin aşk evliliklerinin olmasına bir şey diyeceği yok. Öte yandan artan boşanma hadiseleri de bizleri endişelendirmiyor değil.

Aşk ve ona bağlı evlilikleri takip eden boşanmaların artmasını, kısa yoldan “aşk artık ölmüştür!” şeklinde açıklamak işin kolayına ve toptancılığına kaçmaktan öte bir anlam taşımıyor. Şüphesiz günümüzde “aşk” dediğimiz olgunun içi boşaltılmıştır ve aşk insanları kendi yörüngelerinden çıkarıp başka birisi/birilerinin yörüngesine sokmuştur. Yine de biz bu konuda “aşk ölmüştür” şeklinde bir kolaycılığa gitmek yerine, esaslı bir değerlendirme yapmak durumundayız: Günümüzde niçin aşk evlilikleri de, boşanmalar da artıyor?

Aşk ve evlilik üzerine bir değerlendirmeye girmeden önce aşk ve evliliği yeniden ve gerçekçi bir şekilde, özellikle de günümüz koşullarında tanımlamak gerekiyor.

Aşkı insanın kendisini bir başka şey veya kişi ile ifade etmesi olarak ifade edebiliriz. Kişinin sevdiğini kendisinin aynası olarak görmesi olarak ifade edilebiliriz. Evlilik ise birbirine aşık iki insanın ruhlarında meydana getirdikleri izdivacı bedenlerindeki sınırları kaldırarak bir araya gelmeleri, bir mekanı/evi paylaşmalarıdır.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, aşk bir devrim ise, evlilik her halükarda inkılap olmalıdır. Zira devrimciyi ayakta tutan şey devirme güdüsüdür. Ve devrimcinin gücü ve güdüsü bir yerde tükenir. Oysa evlilik bir inkılaptır. Değişerek değiştirme, dönüşerek dönüştürmedir. Kemalde devamdır.

Aşk özünde bir güç ve kuvvettir. Evlilik ise kudrettir. Kontrolsüz güç ve kuvvet, güç ve kuvvet değildir. Kudret gücü ve kuvveti yönetebilme, evlilik de aşkı yönetebilme sanatıdır.

Günümüzdeki aşklar ve evlilikler için bu tanımların ve karşılaştırmaların ne kadar geçerli olduğu tartışılır. Yayımlanan aşk ve evlilik şiirleri, öyküleri, filmleri, mesajları bu tanımlar içinde ne kadar yer alabilir, yine tartışılır. Bu gün tartışılamayacak bir durum var ki, aşk da, aşk evlilikleri de, boşanmalar da artıyor.

Aşkın gerçekten “aşk” olduğu günlerde aşk tekil bir durumu ifade ediyordu. Aşk bir durumu, bir ruh halini anlatıyordu. Aşk düz bir çizgide ilerliyordu. İnsanlar nedensiz seviyordu ve nedensiz sevdiği için de sevdiğini/eşini kolay kolay terk edemiyordu.

Günümüzde durum biraz farklı. Şimdilerde aşk dört değişkenli bir “fonksiyon”. Fonksiyon güzellik/yakışıklılık, servet, soy ve takva değişkenlerinden oluşuyor. Bu dört değişkenin fonksiyon içindeki payı kişiden kişiye değişiyor. Örneğin zengin bir erkek için kadının serveti o fonksiyon içinde yüzde onu, soyu yüzde yirmiyi, takvası yüzde sıfırı, güzelliği yüzde yetmiş gibi bir oranı karşılıyor olabilir. Dediğimiz gibi bu durum kişiden kişiye değişebilir.

Seküler dünya görüşüne sahip kişinin içinde bulunduğu duruma ve fonksiyondaki şeylerden en çok hangisine ihtiyacı varsa ona göre bu oranlar değişir. Burada kişi en çok neye aşık ise (servet/güzellik/asalet) en yüksek yüzdeyi ona verecektir. Şüphesiz dışarıdan bakılınca da bunun adı aşk evliliği olacaktır. Oysa bu bir aşk evliliği değil mantık evliliğidir. (Aşk evliliği yapanların çoğu kere acılı ama huzurlu, mantık evliliği yapanların mutlu ama huzurlu olmadığını, mutluluğun maddi şeyler ile var olageldiğini, huzurun ise manevi şeyler ile kaim olduğunu hatırlatmaya zaten gerek yok.)

Takva değişkenin son sırada veya hiç yer almadığı bir aşk fonksiyonundan bahsediyorsak bu tür bir evlilikte iktisadi/rasyonel aklın kurallarının işlediğini kabul etmek zorundayız. İktisadi aklın olduğu yerde güç ve iktidar dengeleri vardır. Fakat bu güç ve iktidar kelimelerini kamufle etmek için üzerlerine aşk ve evlilik etiketleri yapıştırılacaktır. Evlilik aktinin imzalandığı andaki şartlar devam ettiği müddetçe denge sürecektir. Öyledir; insan “nedenli” sevdiği zaman, ne denli severse sevsin o “nedenler” ortadan kalkınca sevgisi de, aşkı da ortadan kalkar. Nedenlerin ortadan kalkma ihtimali belirmeye başladığı andan itibaren denge bozulmaya başlar. Mesela güzelliği nedeniyle evlendiği kişi çirkinleşirse veya o kişiden daha güzel bir kişi ile karşılaşırsa o kişiye meyletmeye başlar. Yine, sevdiğinden her bakımdan üstün olması bir tarafa, bir bakımdan bile üstün olan birisi ile karşılaştğında şartlar müsait ise hemen eşini terk etmeye kalkar. Değil mi ki “Allah-u Teala, şerefinden dolayı bir kadını nikah edenin zilletini, malından dolayı nikah edenin yoksulluğunu, asaletinden ötürü nikah edenin aşağılığını artırır.” İşte bu durumda zaten başlangıçtan beri bir dizi muhakemesiz muhasebenin içinde olan taraflar kısa zaman içinde bir maliyet muhasebesi yapıp, dönem sonu bilançosu çıkartırlar. Bu evliliğin bana getirisi ne, götürüsü ne? Zarar mı ediyorum, kar mı ediyorum? Yoksa ben iflas ettim de haberim mi yok, derler. Ve soluğu mahkemede alırlar.

Ehl-i imanın bir ferdi olarak ben kendi adıma evliliği görev ve sorumluluk, aşkı hak ve yetki olarak görüyorum. İnsanın aşka hakkı vardır. Ama aşığı olduğu kişi ile evlenene kadar. Zira aşık olduğu kişi ile evlendiği zaman sevdiği kişinin yükünü çekme görev ve sorumluluğu vardır. Evet insan aşkı ile aşık olarak evlenmeli ama aşık kalmamalı, aşkını şefkate ve merhamete dönüştürebilmeli. Zira evlilik birbirine merhamet ve şefkat duyularak sürdürülebilecek bir beraberlik. Değil mi ki aşk hak ve yetki, şefkat görev ve sorumluluk bilincidir. Değil mi ki görev ve sorumluluklarını yerine getirenler ancak hak ve yetkiler isteyebilirler.

Aşk birbirinin gözünün içine bakmak değil, aynı yere bakabilmektir. Birbirinin gözüne bakanlar bir noktadan sonra birbirinin kusurlarını görür hale gelirler. Sen onu niye öyle yaptın, bunu niye böyle yaptın, gibi şikayetler ve yakınmalar artar. Böylece kişi kendi hak ve yetkileri üzerinden eşinin görev ve sorumluluklarını sorgular hale gelir. Oysa eşler birbirinin gözleri yerine aynı yere bakabilmiş olsalardı, yani kendilerinin beraberce ürettiği şeylere, özellikle de kendilerinin seslerinin, suretlerin, siretlerinin bileşkesi olan çocuklarına bakabilselerdi, birbirlerinin kusurlarına ve eksikliklerine bakma ve hak ve yetkiler talep etme kolaycılığına düşmeyeceklerdir. Değil mi ki görevlerini ve sorumluluklarını yerine getirmek daha baştan karşıdakinin hak ve yetki taleplerine son verir.

Günümüzde aşk ile evlilik arasındaki süreç biraz ters işliyor. İnsanlar aşk döneminde öyle fedakarlıklarda bulunuyor, öyle görev ve sorumluluklar alıyorlar ki evlendiklerinde görev ve sorumluluklarını yerine getirecek gücü ve sabrı kendilerinde bulamıyorlar. Buna gereksiz yere yapılan masrafları ödeme yükümlüğü de eklenince huzursuzluk ve akabinde boşanma kaçınılmaz oluyor.

Aslında her Hatice, M. Mustafa’sını bulur. Her M. Mustafa Hatice’sini bulur. Yeter ki Haticeler Hatice (ra), M. Mustafalar M. Mustafa (sav) olabilsin. Yani görev ve sorumluluklarını bilsinler. Kendilerine karşı görev ve sorumluluklarını bildikleri kişi zaten ona karşı hak ve yetkilerini kullanma fırsatı verecektir. Bu yardımı ondan esirgemeyecektir. Değil mi ki “Kula dünyada verilen en hayırlı şey, kendisine imanında yardımcı olan imanlı bir hanımdır”. Değil mi ki bir kadına dünyada verilen en hayırlı şeylerden birisi, kendisine imanında yardımcı olan imanlı bir hanımdır.

Aslına bakarsanız bir evliliğin tarihi bir devletin tarihinden, bir aşkın tarihi bir devrimin tarihinden daha uzundur. Devletlerden ve devrimlerden kolayca vazgeçilebilir ama aşktan ve evlilikten kolay kolay vazgeçilmez, vazgeçilmemeli...

  25.07.2006

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut