Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

İnsanı Harcamak / İnsana Harcamak
ya da Dördüncü Mesele

“MESELE” DEYİNCE benim aklıma ilk elden Meyve Risalesinin “Meseleleri” ile, İsmet Özel’in “Üç Mesele” isimli kitabının geldiğini hatırlatarak yazıya girelim...

Dünya kainat saksısına dikilen bir lale. İnsan dünya çiçekdanlığına ekilen bir gül. İnsan şu kainat bahçesinin nazik ve nazenin bir çiçeği. Rabbimiz bu nadide çiçeği eşref-i mahlukat olarak yaratmış. Necip Fazıl’ın ifadesiyle Allah alemi insan için yaratmış. Kainattaki her şey, her hali ile insanın kamil bir mümin olarak hayatını sürdürmesini sağlayan levha olarak onun nazarına sunulmuş. İnsanın yaratılış gayesi kulluk ve dua olduğu için, bu hal üzre olmasını temin edecek maddi ve manevi cihazat ve letaifle teçhiz edilmiş. Tabir yerinde ise her şey insana kul olmuş. İnsandan da Rabbine güzel bir kul olması beklenmiş...

Kainatta ya bizzat ya da neticeleri itibariyle güzellik ve hayır cereyan ediyor olsa da, zahir de başka bir serencam da devam ediyor. Hayır-şer, iyi-kötü, güzel-çirkin, sıdk-kizb gibi birbirine zıt haller de sürüyor. Beşerin kirli eli müdahale etmediği müddetçe, kainatta hemen her an hayır, güzel, sıdk gibi müsbet durumlar cereyan ederken, beşerin müdahil olduğu zaman ve mekanda zaman zaman şer, kötü, çirkin, kizb gibi menfi durumlar da görülüyor.

Bizim bir mümin olarak bütün gayemiz “insan olmak ve insan kalmak” paydasında birleşiyor. Allah bizi zaten “insan” olarak yaratmış. Mesele insan kalabilmekte. İşte tam burada önem kazanıyor Meyve Risale’sinin Dördüncü Mesele’si. Üstad burada insan kalabilmemizin ip uçlarını veriyor. İnsanı kuşatan dairelerden bahsediyor ve en geniş dairede insana en küçük vazifelerin düştüğünü, en dar dairede ise en mühim vazifelerin derc edildiğini ifade ediyor. Gerek afaki meselelerde, gerekse de enfüsi meselelerde insan kalabilmek için kendimizi harcamamamız, buna mukabil kendimize harcamamız gerektiği hatırlatıyor. Üstad gerek Dördüncü Mesele ile, gerekse de bütün Risale külliyatıyla, bilhassa kendi hayatıyla bize bu mesajı veriyor: insan ol! İnsan kal! İnsanı harcama! İnsana harca!....

İnsanı harcamak ne demek? İnsana harcamak ne demek?

“İnsanı harcamak” sonsuz bir denge içinde süregelen kainat içinde, insanın bu dengenin bir tarafında yer aldığını unutarak, onun fıtratına aykırı bir hayat tarzına onu endekslemek. Dünya-ahiret dengesinde ağırlığını bilerek veya bilmeyerek dünya lehinde kullanmak. Dershanelerde OSS sınavlarına şampiyon öğrenciler yetiştirirken, medreselerde Risale’den sınıfta kalmak. Yada “Oğlum paşa olsun” deyip, çocuğuna iki cihanın padişahlığını sağlayacak Hafızlık’tan muaf tutmak. Mümini muhafaza için siyaset sahnesine atılıp, kendini bile muhafaza edemeyerek, bir melek-i siyanet olan sahabe mesleğini terk etmek. İktisat fakültesine iyi bir gelecek için gidip de, İktisat Risale’sinin bir düsturunu bile hayatına uygulayamayarak ömrünü israf etmek. Kişisel gelişim seminerine katılmaya zaman bulmak, ama zaten haftada bir güne düşen Risale derslerine fırsat bulamamak. Örnekleri çoğaltabiliriz.

İnsana harcamak... İnsanın insan olarak kalabilmesi için insana harcamak. Tahmin edeceğiniz gibi “insana harcamak” demek, onun yaratılış gayesine uygun şekilde yaşayabileceği bir maddi ve manevi birikim ile onu donatmak demektir. Her ne kadar bunu bilmeyenimiz yoksa da, yine de biz çoğu kere kendimizi ve sevdiklerimizi harcamaktan alıkoyamayız kendimizi. Tersi de mümkün. Şu hayatta bazen insanı harcayan birisi olmuşuzdur, bazen harcanan birisi. Bunun örnekleriyle doludur hayatımız. Hayatlarını belirlediğimiz insanlar vardır. Hayatlarımızı belirleyen insanlar var.

Popüler kültürün hakim olduğu günümüzde insanları genel olarak ikiye ayırabiliriz. Harcayanlar (tüketenler) ve harcamayanlar (tüketmeyenler).... Diğer bir ayrım da şöyle olabilir: Harcayanlar ve harcananlar. Bir takım insanlar bir takım vasıtalarla bazı insanları sömürüp, harcarken; harcanan bu kişilerde kendi dünyalarına ait maddi ve manevi varlıklarını harcıyorlar. Konumuz bu insanlar değil.

Geçmişe dönüp, şöyle bir baktığımızda, bir zamanlar pek çok meşhur olan bir çok sporcu, sanatçı, siyasetçi ve yazarın insan kalamadıkları için, kendilerini harcadıkları ve harcattıkları için bu gün unutulup gittiğini görürüz. Bu insanların hayatlarını bir hiç uğruna harcadıklarını ve hayatın geniş dairesinde ömürlerini heder ettiklerini müşahede ederiz. Bir zamanlar alkışlanan bu insanların, şimdilerde taşlandığını, bir zamanlar el üstünde tutulan bu insanların şimdilerde ayaklar altına alındığını ibretle seyreder, hüzünleniriz. Bir zamanlar medyanın yoğun ilgisinden şikayet edip yalnızlık isteyen bu kişilerin, şimdilerde terk edilmiş bir ev gibi yapayalnız bir şekilde kapılarının çalınmasını beklediklerini görür, dertleniriz. Her ne kadar bu tür insanlar çevremizde çoksa da, bunlar da yazımızın konusunu oluşturmadığı için, mütebakisini sair yazılara havale edip, burada mücmelen geçelim.

Konumuz ülkemizin son seksen yılına damgasını vurmuş Risale-i Nur ile Nur talebelerinin bu “harcama” meselesinde nerede durdukları.

Risale “insan ol! İnsan kal! İnsana harca! İnsanı harcama!” diye dursun, Risale ile tanışıklığımın daha birinci yılında bir cemaat bölünmesine tanıklık ettim. Ağabeylerin bir kısmı “bizden” tarafta, kalanı da “karşı” tarafta kaldı. İktisadi kurallar cemaate uyarlandı ve cemaatin bir kısmı cemaat seviyesinden cemiyet seviyesine düşüverdi. İktisadi doktrinlerle birlikte cemaatlerin direği olan bazı ağabeyler harcanarak “Risale-i Nur” hizmetinden emekli (!) edildi. Bu olaylardan kısa süre sonra “bizim” tarafta bir kırılma daha yaşandı ve yine meşveretlerde en çok oy alan ağabeylerin bir kaçı diskalifiye edildi. Yani yine insan kalınamadı ve insan harcandı. Bu kadar büyük çaplı olmasa da zamanla küçük gruplar halinde kopma ve kırılmalar yaşandı ve hala da yaşanıyor. Bu gün bir çok kalem ve kelam erbabı nur talebesi “ölü ozanlar derneği”ne üyedir. Sesleri solukları çıkmaz. Bünyamin Ateş, Tahir Aka, Burhan Bozgeyik, Necmettin Şahiner... nerelerdedir şimdi.

Bunlar olurken, yani Risale-i Nur’un ruhuna uygun bir hayat ve tefekkür tarzını benimseyenler hayatın geniş dairelerinde değil de, cemaatin dar dairelerinde harcanırken, “insana harcama” yerleri olan nur medreselerinin sayısı gün geçtikçe azaldı. Buna mukabil dershanelerin (!) sayısı arttı. Buralarda matematik, biyoloji, fizik olimpiyatlarında derece alan gençler el üstünde tutulurken, Risale-i Nur’un şakirdi olmak için gayret gösteren çocuklar bu kadar ilgi görmediler. Bir tarafta dershanelerde gençler aşırı ilgi ile harcanırken, diğer taraftan gençlerin bazısı medreselerde ilgisizlikten ve dışlanmışlıktan harcandı.

Evet, bir yanda insana harcamaya davet eden bir Nur cereyanı, diğer tarafta bu cereyanla pek de bağdaşmayan bir takım “insanı harcama” hareketleri. Artık bu meseleye bir “çare bakmak” gerekiyor. Geçmişte zaman zaman yapıldığı gibi meselenin çaresine bakmamak, çareye bakmak gerekiyor. Evet ya insanı harcayacağız yada insana harcayacağız. Ya çareye bakacağız. Yada çareye bakmadığımız için birilerinin çaresine bakacağız (!) ve ölü ozanlar derneğine yeni yazarlar yetiştireceğiz. Elde kalan bir çok yazarın da darül aceze azası olduğunu hatırladığımızda meselenin çaresine bakmanın da çözüm olmadığı anlaşılıyor.

Evet bu gün vagonlar lokomotifliğe soyundurulmuş, lokomotifler vagon olmaya mahkum edilmiş. Vagon olmayı kabul etmeyen yada “bu raylar bize göre değil artık” diyen lokomotifler, ya kendi içlerinde bir yolculuğa çıkıyorlar veya sonu gelmez bir yalnızlığın içine kendilerini bırakıyorlar. Lokomotifler vagon yapılarak harcanırken, vagonlar da lokomotif yapılarak harcanıyor.

Kendi hayatıma baktığımda bazen insana harcayan biri olduğumu, bazen de insanı harcayan birisi olduğumu görüyorum. Bazen harcanan birisi olduğumu, diğer bazen de harcayan birisi olduğumu fark ediyorum. Bazen çaresine bakan bir insan, bazen de çaresine bakılan bir insan olduğumu hissediyorum. Bazen bir çare, bazen bir dert olduğumu da itiraf etmeliyim. O halde bize düşen şey ne? Galiba Meyvenin Dördüncü Meselesini kendimize “mesele” edinmek. Umur ki ne zulüm eden, ne de zulme uğrayan, ne harcayan, ne de harcanan oluruz...

Dönüp baktığımda geriye, insanı harcayanların, insana harcayanlardan daha çok olduğu görüyorum. Bunun kadim bir imtihan meselesi olduğunu biliyorum. Öte yandan tarihin azların tarihi olduğunu da. Yeter ki bir mümin olarak insan olalım, insan kalalım. İnsana harcayalım, insanı harcamayalım. Çareye bakmasını öğrenelim, “çaresine bakma (!) kolaycılığına düşmeyelim.

  21.02.2006

© 2021 karakalem.net, Mustafa Oral



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut