Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

BİRAZ IŞIK LÜTFEN!

Mona İslam

“Rabbim! Sıkıntı veren bir zarar ve saptırıcı bir fitne olmaksızın, senin vech-i kerimine daimi ve ebedi olarak bakmayı istiyorum.” Hadis-i şerif.

İNSAN HAYATININ karanlık ve aydınlık dönemleri oluyor. Bazen bu karanlık sadece zahirde, musibetlerle, meşakkatlerle, hastalıklarla meydana geliyor. Bazen de karanlık, günahlarla, gafletlerle, kalbi rabt ettiğimiz putlarla, kötü dürtü ve huylarla beliriyor. Varlıkta asıl olan nur. Öyle ki “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur 35) deniliyor. Gökler ulvi alemlere, batınımıza işaretse, yer süflî alemlere, zahirimize işaret olmalı. Öyle ise, her bir şey, ister zahirde ister batında olsun, yaradılış hali ile muhafaza edildiğinde nurlu, aydınlık. Ona ardını döndüğünde, göz kapadığında, kendine dayandığında ise karanlık. Kendilik adem olunca nasıl karanlık olmasın? ‘Adem üzerine hüküm bina etmek’ bir yönden kendi üzerine bir şey beyan etmek olmasın? Bu yüzden ‘ben’ diye başlayan her cümle tehlikeli ya!

Işığa muhtacım. Karanlıktan korkarım. İster evim ister içim kararsın bir titreme alır beni. Bu titremenin başgösterdiği hallerden birinde, Konevi’nin Kırk Hadis Şerhini okuma gayretindeyim. Aslına bakarsanız bir ışık arıyorum. Benliğin ademistanından varlığın ferahlığına çıkaracak bir nur. Konevi iki ışıktan söz ediyor: Namaz ve sabır.

Öncelikli ışık kaynağı namaz. Şöyle buyuruyor:

Hz. Peygamber’in “Namaz nurdur” ifadesindeki sır ise şudur: Namaz kılan kişi Rabbine yönelir ve Ona münacât eder. Nitekim Hz. Peygamber, “Kul namaz kılmak için ayağa kalktığında Allah ulaşması için vechini önüne diker” buyurmuştur. Allah nurdur, kulun hakikati ise, karanlıktır. Karanlık bir varlık aydınlık bir varlık ile karşı karşıya gelip, tam olarak paralel olurlarsa karanlık varlık aydınlık olandan ışık alır.

Görmüyor musun ki: Aslında karanlık, siyah, yoğun ve paslı bir cisim olan ay, aydınlık güneş ile karşılaştığında nasıl ışık almaktadır ve aydınlanma derecesi güneş karşısında bulunduğu konuma ve paralelliğine göre nasıl farklılaşmaktadır. Binaenaleyh, karşı karşıyalık tam olup, paralellik sahih ise, nur tam olarak elde edilebilir.

Buradan anlıyoruz ki, namaz cemali bir ışık kaynağı. Kulun namazdaki derecesine göre de hayatına aydınlık taşıyan bir unsur. Günde beş vakit hayatımızın gaflet karanlıklarından O’nun aydınlığına kaçıyoruz. Kendi kendimize yeteriz zannettiğimiz her an karanlık. Nefsimizin peşinden koşturduğumuz her an zulümat. Ancak o seccadenin üzerinize kendimizi sürükleyerek ‘Ben yenildim, sen gel ve yardım et” (Kamer 10) diyoruz. Kendi karanlığımızı itiraf, Onun aydınlığını sena ediyoruz. Her namaz “Bil ki ne şer varsa kendinden, ne hayır varsa O’ndandır” (Nisa 79) hakikatini bir tasdik. Her biri Allah’a firar etmek. (Zariat 50)Her biri nefsimizi O’na şikayet etmek. “Beni nefsimle baş başa bırakma” demek. Her bir namaz, dünya gecesinden ahiret gündüzüne bir pencere açmak, bir uykudan uyanış, bir ölmeden ölmek demek. Zira nefsine “çatlasan da patlasan da, ölürsen öl” demeden o seccadeye gelmek ne mümkün.

Konevi, marifetini nebiler serverinin ışığının önünde durmak suretiyle alıp , bize yansıtırken, ikinci bir ışık kaynağından daha söz ediyor. Bu ışık kaynağı ilki gibi cemalî değil, celalî bir kaynak. Işığının türü de farklı. Namaz nur iken, bu kaynaktan ziya çıkıyor. Ziyanın çıktığı yer sabır.

Hz.Peygamber’in “Sabır, ziyadır” ifadesindeki sır ise şudur: Sabır nefsi şikayetten alıkoymaktır. Şüphesiz ki, nefsi şikayetten alıkoymak, insana sıkıntı verir. Muhakkikler, müteaddid tecrübeler ve kesin bir bilgiyle şunu öğrenmişlerdir ki: Nefsin çektiği sıkıntılar, tabiî kuvvetlerin taşkınlığını söndürür ve bâtının nurlanmasına sebep olan ruhanî kuvvetleri güçlendirirler. Bu nedenle sabır, nurun zulmetle karışmasından ibaret olan “ziya”yı doğurur. Bu ziya, Hz. Peygamberin “Namaz nurdur” diye işaret ettiği, namazdaki durumunun aksinedir. Bu farklılığın nedeni ise, daha önce “karşı karşıyalık/mukabele”, “paralellik” ve “güneş-ay” ilişkisi hakkında açıkladığımız sırdır. Çünkü, ayda güneş ile karışıp böylelikle meydana gelen ürünün “ziya” diye isimlendirileceği bir şey yoktur.

Sabır hakkında söylenen şey, onun ruhani ve tabiî kuvvetlerin bir karışımı ve onların arasındaki baskınlık veya mağlubiyetlerinden doğan ve meydana gelen bir nurlanma olduğudur.

Sabır bir celalî ışık kaynağıdır. Çünkü sabır bir savaştan doğar. Ruh ve nefis iç alemde çarpıştıkça sabır ortaya çıkar. O adeta kılıçların çarpışmasından doğan bir ışıktır. Ruhun kuvvetleri galip geldikçe, şikayetten men edilerek geri çekilmeye zorlanan nefis, insan ülkesinin kontrolünü yitirmeye başlar. Ruh ise “Min ruhi” sırrıyla bu ülkeye asla bizzat sahip çıkmaz, bilakis onun tüm derdi ülkeyi işgalden kurtarıp gerçek sahibine, padişaha iade etmektir.

Sabrın celalî olduğunu itirafla birlikte “Sabır güzeldir” (fe sabrun cemil)(Yusuf 18) buyuran Yakub (as)’ı hatırlamamak mümkün mü? Benim için değil. O benim sabır kahramanım. O şikayetini sadece Rabbine arz eden (Yusuf 86) ve bu yüzden ruhu nefsine galip gelen, yıllarca kalbindeki sabır ateşini harlayan ve sabrın bugüne, ben biçare sabırsıza bile ışımasına vesile olan nebi. Celaldeki cemali görmüş nebi. Firaktaki visali görmüş nebi. Celal ile terbiye olurken cemali olan Yusuf’tan mahrumken sabrın içindeki cemali bulmuş, “Yusuf güzeldir” der gibi “sabır güzeldir” demiş nebi. İnanmamak mümkün mü? Yusuf güzelse sabır güzeldir. Aynı dil ikisine de güzel diyorsa, bila tereddüt, sabır güzeldir. Bana da sabrının ışığından yansıt ey Yakub nebi!

“Kahrı lütfu şey-i vahid bilmeyen çekti azap.

O azaptan kurtulup sultan olan anlar bizi ”

Dizelerinin sahibi Mısri’ye de celaldeki cemal, sabırdaki güzellik ve nur, kahırdaki lütuf gözükmüş olmalı.

Konevi’nin ziya ve nur kelimelerini izahını incelerken bir zamanlar “Madem Allah Işığın bizzat kaynağıdır, öyleyse kendini neden ‘yerlerin ve göklerin nuru’ diye tarif ediyor da ‘ziyası’ diye tarif etmiyor” diye düşünmüştüm. Bu benim için bilgide yeni bir adım. Denilen o ki ziya, karanlık ve aydınlığın karıştığı bir ışık. Karanlık ve aydınlığın çarpışmasından doğuyor. Bu yüzden güneşte patlamalar oluyor. Güneş lekeleri karanlık noktalar olarak kendini izhar ediyor. Ve böyle bir çarpışmadan doğan ışık, kuşkusuz ateş gibi yakıcı da oluyor. Sabır insanı bu yüzden yakıyor, çünkü ışığı ateş kaynaklı.

Rabbimizin isimlerinden birinin Nur olmasına ama ziya olmamasına gelince Onda karanlık yok ki, karanlık ve aydınlık çarpışsın. O katıkşıksız ışık, bu yüzden içinde hiçbir çatışmanın olmadığı bir ışıkla tarif ediliyor. Çatışma olmaması Onun nisbi bir hakikat değil, mutlak bir hakikat, diğer değişle Hak olmasından kaynaklanıyor. Üstelik Rabbimiz, kendisini göklerin ve yerin Nuru olarak tarif ederken, aleme göre tarif ediyor. Yani alemde yansıyan ışıktan söz ediyor. Biz yansıyan ışığa nur diyoruz. Nur ise çatışmadan değil, hüsn-ü kabulden ve huzurda durmaktan kaynaklanıyor. Bu yüzden insanı yormadan huzur veriyor.

Biri celalî biri cemalî iki ışık kaynağını, nuru ve ziyayı kuşanan bir eline namazı bir eline sabrı alan bir müminin karşısında nasıl bir karanlık durabilir? O “Sabır ve namazla yardım dileyen” dir. Bu dileği onu Velî’sine eriştirir. Çünkü o, hayat okulunda ne yapacağını bilemez küçük bir çocuk gibi, en küçük işini dahi Velî’sine havale etmiştir. Velîsi de onu karanlıklardan Nur’a çıkarır. Velî isminden imdad isteyen kendini Nur isminde bulur. Yüzünde nur gördüğünüz kim varsa, onda velayetten bir cüz bulunur. O kuvvetine göre bazen ism-i Nur’u fikreder, bazen Nur’u görür, bazen de Nur olur. Buna ism-i Nur’da tahakkuk denir. Bu insanın hatırına “Önüme bir nur ver, arkama bir nur ver, sağıma bir nur ver, soluma bir nur ver, altıma bir nur ver, üstüme bir nur ver, beni nur kıl” duasıyla Efendimiz’i hatırlatır. O Nur’un yanıbaşımızda tahakkuk etmiş halidir. El Hak, o yanıbaşımızdadır, aramızdadır.

Işığı bulmak sabır ve namazla olur. Sabır ve namaz evliyanın virdidir. Kim hangi yüce makama erdiyse sabır ve namazla ermiştir. Sabır ve namaz yol gösterir. Biri celalî biri cemalî, biri nur biri ateş olan iki ışık kaynağıdır onlar. Velayet basamakları onlarla çıkılır. İsm-i Velî’ye her basamakta artan bir tecelli ile ism-i Nur eşlik eder. Allah’ın Veli ismi ebediyyen mütecellidir. Öyleyse hepimiz hala bir nur umabiliriz. O isimleri madem ki söylüyoruz, onlar bizi çağırıyorlar, onları bulabiliriz. Dilerim el- Velî ve en-Nur bizde de tahakkuk eder.

Allah’ım, aradım taradım, alemde nefsimden daha çok şikayetçi olacağım başka bir şey bulamadım. Ben kendimden çok şikayetçiyim. Bu yaramaz çocuğu terbiye edemedim. Onu kulağından tutup senin Rabb ismine bırakıyorum. İster celalle, ister cemalle,hikmetin neyi icab ettiriyorsa onunla, ama illa onu terbiye eyle. Onu koruyup kollamayı, himaye etmeyi, aklayıp paklamayı, alem karşısında savunmayı da, senin Veli isminden rica ediyorum. Bizim çocuklarımızın her hacetine koşup onları her beladan kurtarmaya çalıştığımız, her ezene karşı savunduğumuz hal/ tecelli, senin Veli isminden başka nedir ki? Sen de bizim Veli’mizsin. Bizi bırakmazsın. Gözümüz o çocuk gibi pencerelerde hep seni arar. Her ağladığımızda çağırdığımız sensin. Meded!

Allah’ım Nur Nebi’nin elini tutan nur elleri tutuyorum, el ele, el sana ulaşır. Bundan hiç şüphe etmiyorum. Kendimden öyle korkuyorum ki, beni zulümlerimden halas eyle, önümü aydınlat ki, yanlış yere adım atmayayım, yanlış dala tutunmayayım, bana da nur ver, karanlıkta kalmayayım. Tüm velilerinin ardındaki el Veli’yi göster. Ellerini senin elin bilip tutayım. Kayboldum. Sana geldiğini umduklarımın ayak izlerini, yolladığın rüyaların sembollerini takip ediyorum. Onlara yetişmeme, peşlerinden gitmeme izin ver. Beni de bir nurani silsileye katıver. Fazlınla kereminle, ay gibi karanlık nefsimi ışığınla aydınlat, beni de Nur kıl!

Lütfen!

  15.11.2010

© 2021 karakalem.net, Mona İslam



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut