Okumalar

Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Firavun’a Gideceksin!– II

MUSA ALEYHİSSELAMA ilk vahiy anında "Firavun'a git" emrinin verilişini, Musa aleyhisselam'ın Hârun'un da bu vazifeye dahil olması yönündeki duasını, bu duanın kabulü ile beraberce Firavun'a gitmelerin emredilişini ve bu beraberce gidişteki bize dönük ders ve hikmeti aynı başlığı taşıyan ilk yazımızda anladığımız kadarıyla anlatmaya çalışmıştık.

Bu "Firavun'a gidin!" ilâhî emrinin mütemmimi olan unsurlardan ikisi ise, Tâ-Hâ sûresinin 42. âyetinde belirtildiği üzere, 'Allah'ın âyetleriyle'; ve, 44. âyette belirtildiği üzere, 'kavl-i leyyin' ile gidiştir.

42. âyetteki 'âyetlerimizle' kaydı ile bildirilen, kevnî âyetler midir, vahiyle gelen âyetler midir, yoksa her ikisi midir; bilmiyorum. Her hâlükârda, 'âyetlerimizle' kaydı, net bir biçimde, Musa ve Hârun aleyhimesselam ile Firavun arasındaki diyalogu yatay düzlemde bir diyalog ve mücadele olmaktan çıkarıcı bir mahiyet taşır. Yani, Musa aleyhisselam, Firavun'a kendi adına ve kendi aklınca bulduğu tezler ve iddialar ile gidiyor değildir; kendisinin ve Firavun'un Rabbi olan Allah-ı Zülcelâl adına gitmektedir. Bu yönüyle, 'âyetlerimizle' kaydı, bizlere de, yatay düzlemde ve şahıslar düzeyinde kalabilecek bir mü'min-kâfir mücadelesinden öte, bir iman-küfür mücadelesini ders veriyor olsa gerektir. Yani, Musa ve Hârun ile Firavun (dolayısıyla Musa ve Hârun'un yolundakiler ile Firavun çizgisinde olanlar) arasındaki mücadele, bir sen-ben mücadelesi değildir, olmamalıdır. Mücadele, esasen, şahıslar arasında değil, fikirler arasında yürümektedir ve yürümelidir.

44. âyetteki 'kavl-i leyyin,' yani 'yumuşak bir söz' kaydı ise, son derece manidardır. Firavun, küfrün en uç derekesi olarak 'tuğyan'a sapmış, bu meyanda kendi ilahlığını ilan etmiş biridir. Fakat, o güne kadar bir vahye muhatap olmuş da değildir. Böyle bir durumda, Kadîr-i Rahîm, Firavun için, peşinen "Firavun adam olmaz" gibi bir hüküm vermekten öte, resûlü olan Musa ve nebîsi olan Hârun aleyhimesselam ile onun kalbinin vahye muhatap olması için en elverişli ortamı yaratmayı murad etmektedir. Firavun, ancak vahye muhatap olması için en elverişli zemin yaratıldığı halde küfür ve tuğyanında ayak dirediği zaman, mutlak anlamla mesuliyeti yüklenecektir. Diğer bir ifadeyle, Firavun-misal insanlara dahi, eğer doğrudan vahye muhatap olmadan bu duruma düşmüşse, vahye muhatap kılmak suretiyle-tabir yerindeyse-'son bir fırsat' sunulmaktadır.

Vahye muhatap kılmanın bu âyette gösterilen usul ve üslubu ise muazzam derecede manidardır. Zaten mücessem enaniyet olmuş, öyle ki kendini ilahlaştırmış bir insana, damarına basarak, kafasına vura vura, hiddetini celbeden bir üslupla vahyi iletmek, onu gerçekten 'vahye muhatap etmek' midir? yetten anlaşıldığına göre, hayır! Firavun, vahye muhatap kılınacaktır; Firavun'un durumundaki bir kişinin vahye muhatabiyeti ise, 'damarına basmak' suretiyle değil, 'kavl-i leyyin' ile, 'yumuşak bir söz' ile hakikatin ifade edilmesiyle mümkündür. Ki, maksadın Firavun'u tahkir ve tahrik etmek değil, tuğyana bırakıp imana gelme yönünde 'son bir fırsat' sağlamak olduğu, "Ona yumuşak bir söz söyleyin" emrinin hemen ardından gelen kayıtla anlaşılmaktadır: ". . . Ola ki, hatırlar veya korkar."

Demek ki, hakikati temsil ediyor olduktan, söylediği söz ve davet ettiği mesaj hakikat olduktan sonra, bunu dile getirmek için öfkeye ve hiddete hacet yoktur. Zâtında hakikat olmanın gücünü taşıyan bir sözün, gücünü ziyadeleştirmek için, hiddet ve öfke boyutu taşımasına hacet yoktur. Hakikat, zâtında güçlüdür; onun vakur ama yumuşak, yahut yumuşak ama vakur bir üslupla söylendiği takdirde, Firavun-misal kişilikler dahi, eğer imana gelecek bir potansiyeli gene de taşıyor iseler hakikat olup fıtratına dercedilmiş bulunanı 'hatırlama'; yok böyle bir potansiyeli hepten yitirmiş ise, kendi yoluna ve çizgisine dokunan bu sözün gücünü ve hakikatini içten içe sezip 'korkma' durumuna gelmektedir. Lâkin, sözün söylenişindeki 'kavl-i leyyin' ile, bu söz karşısında üretilebilecek dahilî ve haricî savunma düzenekleri yıkılmaktadır. Açıkçası, Firavun'a gidip kendisine hakikat söylendiğinde, ama hakikat hakikatlı bir üslupla-yani, kavl-i leyyinle-söylendiğinde, Firavun ne iç dünyasında 'damarıma dokunuldu' türünden inat ve ısrar gerekçeleri üretebilecektir; ne de dış dünyada inat ve ısrarını başkaları nezdinde haklılaştırabilme imkânı bulacaktır. Keza, hakikat hakikatli bir üslupla söylendikten sonra, Firavun'un ve de Firavun-misallerin, bu hakikati söyleyen ve temsil eden kişilere karşı girişecekleri zecrî tedbirleri mazur ve mâkul göstermeleri de mümkün olmayacaktır.

O yüzden, ehl-i imanın, Firavun-misal kişilere ve zümrelerin kendi akıllarınca ürettikleri tezlere ve vehimlere karşı, ". . . âyetlerimizle gidin!" ilâhî fermanındaki ders mucibince, Rabb-ı Rahîm'in vahyinin rehberliğinde kavranan hakikatlerle muhatap olması icab etmektedir. Dahası, hakikatin bu tebliğinin, hakikatli bir biçimde-'kavl-i leyyin' ile, damara basmadan, tahrik etmeden, akla kapı açarak, nefse bahane bırakmayarak-yapılması icab etmektedir.

Evet, Firavun'a gidilecektir; ama, kendi aklımızca ürettiğimiz tezler ve usuller ile değil; vahiyde ve fıtratta yeri olan 'hakikat'ler ile gidilecektir, ve de hakikatli bir usulde gidilecektir.

Bu olmadan Firavun'a gidilmişse, aslında, "Firavun'a gidin!" emri yerine getirilmemiş demektir.

  19.05.2001

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu


  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut