Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Sözkonusu olan Kemalizm ise,
vatan teferruat mıdır?

YILLAR ÖNCE, hangi hamura su taşımak üzere yükselişe geçtiğini, daha doğrusu yükselişe geçirildiğini, süflî hesaplardan yakasını sıyırabilmiş idrak sahibi herkesin anlayabileceği ulusalcı-milliyetçi dalganın hamuru da, ayranı da iyice kabarmış halde bugün.

Bugünden geriye dönüp baktığımda, benim hâfızamdan sökün eden karelerde, tanıdık isimler de var.

Ulusalcı darbenin bezirgânı bir ismin sahibi olduğu bir televizyon kanalında kendisine zaman ve zemin verilirken, bunun sebebi üzerinde azıcık kafa yoramayan iktidar şehvetlisi bir isim meselâ…

Ulusalcı dalganın devşirdiği ganimetten kendisine de bir kemik düşeceğini uman, adı faşizmin yükselişi hengâmında maalesef iki karanlık cinayet ve bir dizi linç harekâtıyla anılan bir şehirde bilhassa etkili olduğu bilinen bir şeyh bozuntusu meselâ…

Yükselen bu ulusalcı-milliyetçi dalganın hedef tahtasına yerleştirdiği, en azından bu sebepten bu dalganın yol açacağı felâketleri daha önceden sezebilmeleri gerekirken bunu yapamayıp ‘milliyetçilik’ kokan kimi etkinliklerle ‘ortadan’ gitmeye çalışan kardeşlerimizin ikircikli duruşu ayrı bir husus.

Bu süreçte beni en ziyade sarsan bir tablo ise, Risale-i Nur’dan adalet-i mahzâ dersini çoktan almış olması gerekenlerin dahi bu ulusalcı-milliyetçi yükselişin etkisine kapılabilmiş olmaları…

Meselâ, Çanakkale üzerine bir belgeselin tanıtım repliği olarak, bu ulusalcı-milliyetçi yükseliş hengâmında dilden dile dolaşan bir arızalı sözün seçilebilmiş olması: “Sözkonusu olan vatansa, gerisi teferruattır.”

Arızalı bir söz dedim, evet…

Hem de, birçok açıdan arızalı.

Birincisi, bu sözün bu topraklarda kendisine atfedildiğinde her sözün anında ‘kutsallaştığı’ kişiye atfedilmekle birlikte; ‘araştırmadan yazar’ durumda olmayan konunun erbabı isimlerin yazdıklarına bakılırsa, bu aidiyet şüpheli.

Atfedildiği kaynağa aidiyetinin şüpheli olup olmaması bir yana, bu söz özünde ve zâtında problemli. Çünkü, bir toprağı vatan yapan en temel erdemleri dahi ‘sözkonusu olan vatandır’ gerekçesiyle ters yüz etmeye bizi çağırıyor:

Adalet iyi birşey, ama sözkonusu olan vatansa adalet teferruattır.

Merhamet iyi birşeydir ama, sözkonusu olan vatansa merhamet teferruattır.

Özgürlük iyi birşey ama, sözkonusu olan vatansa özgürlük teferruattır.

Vatan dahi insan içindir ama, sözkonusu olan vatansa insan teferruattır…

Bu sözün yol açabileceği felâketler, henüz yalnızca bir kısmı açılabilmiş Ergenekon kutusundan ortalığa saçılanlardan da mâlûm. Susurluk kutusundan ‘sözkonusu vatan ise’ ortalığa saçılan ‘teferruat’ları da elbette unutmadık!

Benim zihnimde ise, ilk gençlik zamanımdan, Bediüzzaman’ın o harikulâde ‘irtica’ tarifi silinmemek üzere nakşolmuş halde.

Bir mektubunda, “‘Selâmet-i millet için fertler feda edilir. Cemaatın selâmeti için eşhas kurban edilir. Vatan için herşey feda edilir’ diye; bütün nev’-i beşerdeki şimdiye kadar dehşetli cinayetler bu kanunun suiistimalinden neş’et ettiğini kat’iyyen bildim” diyor Bediüzzaman. Niye? “Bu kanun-u esasî-yi beşeriye, bir hadd-i muayyenesi olmadığı için çok suiistimale yol açmış.” Bu ‘gaddar kanun-u esasî’ye karşı, Kur’ân’ın mü’minlerden istediği adalet ölçüsü ise şu: “Bir adamın cinayetiyle başkalar mes’ul olmaz. Hem, bir masum, rızası olmadan, bütün insan(lığ)a da feda edilmez. Kendi ihtiyarıyla, kendi rızasıyla kendini feda etse, o fedakârlık bir şehaddettir ki, o başka meseledir.”

Bediüzzaman’ın, ‘adalet-i mahzâya dair ısrarı, tek bir mektubundaki bu ifadesi ile apaçık iken; ve bu ısrarını dile getirdiği başka nice mektup ve nice risale mevcut iken; ve bir mektubunda “Vatan için herşey feda edilir” mantığını, ‘çok suiistimale ve zulme medar olmuş’ iken, Risale-i Nur’dan ders almış insanların bir ulusalcı-milliyetçi yükselişin büyüsüne kapılıp “Sözkonusu olan vatansa, gerisi teferruattır” repliğini tekrar edebilmelerini benim aklım almıyor.

Hele ki, üstadlarının bir mektubunda, şu ifadeler de mevcut iken:

“Vahşet ve bedevîliğin dehşetli bir kanun-u esasîsi olarak kabul ettikleri şimdiki öylelerinin siyasetinin bir nokta-i istinadı şudur ki: ‘Cemaatin selameti için fert feda edilir. Vatanın selâmeti için eşhasın hukuku nazara alınmaz. Devletin siyasetinin selameti için cüz’î zulümler nazara alınmaz’ diye, bir tek cani yüzünden bir köyü mahvetmekle, bin masumun hakkını nazara almaz.”

Nitekim, işte bir zamanlar ‘yerli Pravda’ veya ‘yarı-resmî el-Ahram’ diye de anılan bir gazetenin başyazarından ve yazarlarından sadır olan satırlar irdeleniyor şu günlerde. “Ucunda yeter ki mevcut iktidardan kurtulmak olsun, iktisadî çöküşe de, dahilî kargaşaya da, darbeye de varız” anlamına gelen satırlar…

Birileri, “Vatan elden gidiyor” söylemiyle, “Topraklarımız yabancılara satılıyor. Misyonerler Müslümanlıklarına razı olamadığımız insanları Hıristiyan yapıyor” söylemiyle adım adım bir ulusalcı-milliyetçi yükseliş tezgâhlarken, “Sözkonusu olan vatansa, gerisi teferruattır” zihniyeti ulusalcı-milliyetçi yükselişin hedef tahtasındaki kişiler ve topluluklar arasında dahi en sık tekrarlanan bir replik haline gelebildi.

Oysa, gerçek şimdi iyice ortaya çıkmış halde. Sözkonusu olan vatan değil; sözkonusu olan, imparatorlukların çözüldüğü ve dağılan çok-uluslu yapılardan çok sayıda otoriter ulus-devletin zuhur ettiği 1920’li, 30’lu, 40’lı yılların dünyasında değiliz. Seksen yıldan bugüne, siyasetten ekonomiye, bilimden sanata, dünya baştan sona değişti.

Devir, otoriter cumhuriyetçi zihniyetin değil, çoğulcu demokrat zihniyetin ivme kazandığı devir. Bırakın Newton mekaniğini, Einstein’ın bile ‘demode’ kaldığı bir kuantum indeterminizmi hâkim bilim dünyasında. Pozitivizmin yerini relativizm almış. Batının sözümona ‘Aydınlanma’sının ne kadar aydın olduğu ve ‘Orta Çağ karanlığı’nın ne kadar ‘karanlık’ olduğu dahi sorgulanır halde şimdilerde. Sosyalizmin, nasyonal sosyalizmin ve faşizmin, yani otoriter yahut totaliter ideolojilerin ve tekçi siyasal yapıların yükseldiği 1930’lu yıllar çok gerilerde kaldı. ‘Modernite’ bile yerini ‘postmodern’ dünyaya bırakmaya hazırlanıyor.

Böylesi bir süreç, bize “Sözkonusu vatan ise, gerisi teferruattır” diye belletmeye çalışanları, ciddi bir yol ayrımında bırakıyor. Vatanı gerçekten seviyorlarsa, kendileri dışında herşeyin değiştiğini kabul edip, vatanın selâmeti için dünyaya hâlâ 1930 model gözlüklerle bakmaktan vazgeçecekler. Yok, hâlâ 1930 model gözlüklerle bakmakta ısrar ediyorlarsa—ki öyle gözüküyor—gözleri kararacak, bu gidişle bu vatanın da geleceğini karartacaklar.

Sözün kısası, bir karar vermeliler artık.

Dahası, açık konuşmalılar.

Ne diyorlar gerçekten? “Sözkonusu vatan ise, Kemalizm teferruattır” mı?

Yoksa, “Sözkonusu Kemalizm ise, vatan teferruattır” mı?

Bizim vatanseverliğimizi test eden vatandaşsevmezlerin vatanseverliğinin test edildiği sorular, işte bu sorulardır.

  02.04.2008

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut