Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Ülker, Godiva, Migros:
kapitalizmin dini

GALİBA İKİ ay kadar önceydi. Koç grubunun en uygun fiyata satmaya hazırlandığı Migros için, Ülker grubunun bir beyanatını okudum bir haber kanalının altyazı çubuğunda. Ülker grubu, bir milyar doların epey üzerinde bir fiyatla satılması planlanan Migros’u alacak olan konsorsiyuma, yüzde 10 civarında bir payla katılmayı düşündüğünü açıklamıştı.

Bu haber, bana iki farklı şeyi düşündürdü.

Çıkardığım birinci ders, tamamen ‘ekonomi’yle sınırlıydı. Son on yıllar içinde dünyanın ekonomik düzlemde ‘sanayi’ çağından yeni bir çağa doğru evriliyor olduğunu öne sürenleri haklı çıkaran bir tarafı vardı bu haberin. ‘Üretim’in artık tek başına çok fazla bir anlamı olmadığını; üreten ile nihai alıcı arasındaki zincirin, üretimden de önemli hale geldiğini bir kez daha belgeleyen bir haberdi bu. Türkiye’nin, ve sanırım Orta Doğu ve Balkanların en büyük gıda firmalarından biri, bisküvi ve çikolata alanında ise herhalde bir numaralı ismi dahi, ‘pazarlama’ya dayalı bir yayılma-genişleme-büyüme stratejisi izliyordu. Alışveriş, Batıdan başlayarak bütün dünyada, bu arada Türkiye’de büyük sermayeler gerektiren zincir mağazalar yoluyla gerçekleşir hale geldiğine göre, pazarda yerini koruyup bir de büyümenin yolu, ‘üretim’ alanında büyük olmanın yanısıra nihai üreticiye ulaşmanın en güçlü yolu olan zincir mağazalarda daha da etkin hale gelmekten geçiyordu. Migros’u alacak konsorsiyumda yer almayı düşünüyoruz duyurusu, bu gerçeğin teyidiydi.

İkincisi derste ise, birincinin aksine ‘ekonomik gerçekler’ güme gidiyordu. Migros, raflarında alkollü içecek; özellikle de bira, rakı ve şarap bulundurmayı bir vazgeçilmezi olarak gören zincir mağazaların en önde geleniydi; ve bu yüzden, bizim gibilerin bazı şeylerin orada daha ucuz olduğu durumlarda dahi tercih etmekten kaçındığı bir büyük markaydı. Migros ve alkollü içecek ilişkisini dikkate alarak düşündüğümde ise, Ülker grubunun Migros’a yüzde 10 hisseyle dahil olma düşüncesi, bir kova helal sütü veya suyu bir damla şarap damlatarak tastamam haram hale getirmek gibi saçma ve anlamsız bir davranış olarak gözüküyordu. Şu ana kadar kazandıkları değil yedi, yediyüz cedlerine zaten fazlasıyla yetebilir durumdaki insanlar, şu an kazandıklarını biraz daha arttırmak pahasına, ‘alkollü içecek’ ısrarını değiştir(e)meyecekleri bir zincir mağazaya ortak olup milyar dolarlık servetlerine rakı ve şarap damlatıp bir bakıma murdar etmiş olacaklardı.

Ticarî açıdan akıllıca görünen, dinî açıdan ne kadar da saçma; dünyevî açıdan gerekli görünen, uhrevî açıdan ne derece sakıncalıydı?

Bu haberin zihnimde uyandırdığı düşünce ve sorgulamalar bitmemişti ki, bayram öncesi milletçe yeni bir ‘Ülker haberi’yle karşılaştık. Dinî hassasiyet taşıması beklenen haber sitelerinden aynı durumdaki gazetelere, her tarafta neredeyse ümmete ‘bayram müjdesi’ gibi sunulan bir haber: Ülker grubu, dünyanın en güçlü ve kaliteli çikolata firması Godiva’yı almıştı!

Bu haber ise, Amerikan diyarında birşey alıp yemeden önce, ufacık ‘içindekiler’ kısmını dikkatlice okuma mecburiyetimizi düşündürdü bana. Çikolata dediğimiz şeyde bile, şarap, şampanya vs. kullanılabildiğini, bu vesileyle öğrenmiştik. Yanlış anlaşılmasın; ‘içindekiler’ bilgisinde domuz, alkol vs. içermediği anlaşılan gıdalara dahi ‘söylemiyorlar ama katıyorlardır’ diye bakanlardan biri değilim; ama bu haberi aktardığımda eşim, bir keresinde bir misafirimizin getirdiği bu markayı taşıyan çikolatayı çok da güzel gözüktüğü halde ‘içindekiler’e bakıp üretiminde alkollü içki kullanıldığını anlayarak çöpe attığımızı hatırladı.

Gelin görün ki, bu haberi ‘bayram müjdesi’ olarak sunan mevkutelerimizde—reklamı veren düdüğü çalar gibi bir kural olduğundan mıdır bilmiyorum—bunca yıldır ‘dinde hassas’lık intibaının verdiği itimadla büyümüş firmanın bu markayı alışının ‘dinî hassasiyet’ açısından sorgulandığını izlediğim kadarıyla ben göremedim. Bilakis, bu mevkutelerden birinde bir ekonomi yazarının ‘mass market, premium, super premium’ gibi kelimeleri Türkçe karşılığını verme gibi bir çaba sergilemeden kullandığı bir yazı okudum; ve meseleye hep ‘ekonomi’ açısından bakılıp müthiş övgüler düzüldüğünü gördüm. Gariptir, tersinden okununca ‘namaz’ı hatırlattığını hep duyduğumuz mevkutenin yazarının hiç değinmediği ‘şampanyalı, likörlü çikolata’ gerçeğini Radikal’de Nuray Mert’in ehl-i dinin son dönemde küresel kapitalizmle ‘kanka olma’ sürecini bu vesileyle bir kez daha haklı surette eleştirdiği yazısında okudum.

‘Maslahat’ sihirli kelime haline gelince, mü’min insanlar karar alıp verirken, birşey alıp satarken, birşeyi yorumlayıp değerlendirirken, ‘ekonomik gerçekler’e kilitlenip ‘ilâhî gerçekler’e pekâlâ yabancılaşabiliyor. Türkiye şartlarında ‘ekonomik-politik’ gerçekleri gözönüne alarak suların tersine aktığı bir zeminde 28 Şubat’taki gibi bir durumu bir daha yaşamamak üzere, İslâm adlı ‘tehlikenin farkında’ tek gazete Cumhuriyet’i reklamlarıyla bolca besleyen Ülker grubunun, içinde şarap damlası, likör lekesi taşıyan ‘ekonomik’ tercihleri, sizi bilmem ama, bana çok öğretici geliyor.

Ülker grubu, en göze çarpan örnek; başka nice örnek de belgeliyor ki, dünyalık itibarıyla yükünü almış olmak, sizi dünyadan azade kılmıyor, bilakis hırsınızı arttırıyor. Niceler gördüm ki, fakir hallerinde zengin olan kalbleri, zengin hallerinde kalb fakirliğine, hasisliğe, daha da çok mal-mülk tamahına inkılab ediveriyor.

Bediüzzaman’ın Haşir Risalesi’ndeki o nefis duasında o nefis cümle, ne kadar da anlamlı. “Burada tattırdığın leziz nimetleri orada yedir” diyordu Bediüzzaman. Burada ‘tatmak’tan öte ‘doyma’yı hayal edince, hem ‘orası’ unutuluyor, hem de ‘dünyayı da yutsanız’ tok olunmuyor.

Allah gözümüzü kanaatle, gönlümüzü emirlerine teslimiyetle doldursun...

  29.12.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut