Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Bir ‘bildiri’nin perde arkası

TÜRKİYE’NİN SON dört ayı, hayat boyu unutamayacağım dersler saklıydı benim için. Doğru zamanda doğru yerde durabilmenin değerini, bu dört ay herkese, ama özellikle siyasîlere gösterdi. Zahirde siyasî rakibi aleyhine de gözükse gerçekte siyasete dışarıdan müdahale anlamını taşıyan bir süreçte dik durabilenler kazandı, dik duramayanlar kaybetti.

Bu süreçte, birkaç cesur genç dahi “Genç Siviller Rahatsız” ironisi etrafında kümelenen bir oluşumla ülkenin demokratik kültürüne pozitif bir katkıda bulunurken, daha 1909’da siyasete asker müdahalesine tavır koyabilmiş ve 1911’de dayatmacı zihniyetlere karşı bir ‘özgürlük manifestosu’ anlamını da taşıyan Münazarat’ı yazabilmiş Bediüzzaman Said Nursî’nin talebeleri olarak sergilediğimiz suskunluk, “Utandım, utanıyorum...” yazısında belirttiğim gibi, ruhumda müthiş bir feveran uyandırdı. Suskunluğumuz, seyirci kalmakla yetinişimiz, ‘Genç Siviller’ kadar bile olamayışımız, her hatırlayışımda, beni bir kez daha utandırıyor.

Hele bir de siyasete yapılan bu müdahaleye ‘ilkesel’ bir karşı çıkış gerekirken, Risale-i Nur câmiasının bir kolunun kendi siyasî tercihinde ‘istikrar’ adına ‘dayatmacı’dan ziyade ‘kendisine dayatma yapılan’a yüklenme gibi bir tutuma yönelmesi, ruhumdaki bu feveranı ziyadeleştiren bir unsurdu benim için.

Böyle bir hengâmda konuştuğum bir hukukçu arkadaşımla bu ızdırabı paylaştığımda, yalnız olmadığımı gördüm.

Hayatını iman hizmete üzere teksif etmiş olan ve bilfiil siyasetten ictinab eden, ama sosyal ve siyasal alanda bir mü’min olarak şartlar ve zemin mucibince alması gereken ‘ilkesel’ duruşu almaktan ve ifade etmekten de asla çekinmemiş olan Bediüzzaman’dan ders alan insanlar olarak, kritik sosyal ve siyasal meseleler karşısında ‘bireysel’ ifadelerin ötesinde ‘kollektif’ surette de tavrımızı ve düşüncelerimizi ifade etme lüzumunu tesbit ettik.

Risale-i Nur câmiasının farklı kollarını temsil eden cemaatlerin, kurumsal kaygılar, daha önce almış oldukları pozisyonlar vs. ile bu noktada gereken cevvaliyet ve esnekliği gösteremedikleri yönünde de bir kanaat vardı her birimizde.

Biraz daha kalabalık bir arkadaş ortamında da bu hususları müzakere ederken, bir Risale-i Nur’dan beslenen bağımsız bireyler olarak, ‘katı bir cemaatçilik’ ile ‘katı bir bireycilik’ arasında bir denge noktası olarak esnek, serbest, fonksiyonel bir kollektivite ortaya koyma lüzumunu konuştuk. Herkesin düşüncesini serbestçe dile döktüğü ve ortaklaştığımız doğruların biraraya toplandığı bir sivil düşünce platformuna ihtiyacımız, ortadaydı.

Zahirde Ak Parti aleyhine de gözükse gerçekte siyasete dışarıdan müdahale anlamını taşıyan bir sürecin tetiklediği ilgili müzakerede, ‘ilkesel’ olarak sergilemesi gereken duruşu ‘pozisyonu’ dolayısıyla gereğince sergileyemeyen Yeni Asya’nın Ak Parti’ye karşı bu kadar yıpratıcı bir muhalefet sergilemesi ve Ak Parti’ye gösterilecek bir teveccühün neredeyse Risale-i Nur’un ölçülerine muaraza diye görülerek vicdanî baskı uygulanması karşısında bir duruş ifade etme lüzumu da konuşuldu.

Bildiri işte böyle doğdu. Hiç sakınmadan belirteyim, konuşulan hususları arkadaşların tensibiyle bir bildiri taslağına haline getiren, bendim. Yapılan sonraki müzakere sonrası bildiriye son şeklini ise, benim vaktimin müsaadesizliği sebebiyle, bir başka arkadaşımız verdi. Bu bildirinin bazı haber sitelerine aktarımı da bu çerçevede gerçekleşti.

Yazılarımız ve hayatımız ile çeyrek asırı aşkın bir süredir Risale-i Nur câmiasının içinde olduğumuz halde hakkımızda ‘ne idüğü belirsizlik’ten ‘kendini bilmez’liğe, ‘davaya ihanet’ten ‘dünya menfaati için yardakçılık’a, hatta ‘cemaati bölmek için dış güçlerin oyununa gelme’ye her türlü zincirinden boşanmış çirkin yakıştırmanın reva görüldüğü fırtınalı günler, işte böylece yaşanmış oldu.

1111.karakalem.net’te siyasete doğrudan temas eden yazılardan uzak durma gibi bir keyfiyet sergilemiş olmamla birlikte seçime üç gün kala doğrudan siyasete müteallik bir yazıya beni sevkeden ise, bildiride belirtilen hususların arkasında durduğumu açık bir şekilde belirtme ihtiyacı hissetmem oldu.

Unutmadan söyleyeyim, onca senedir tanıdığım kişilerden aldığım “Vicdanım başka türlü söylüyor. Ama bu partiye oy vermezsem, Allah indinde mesul olacağım, ‘meşveret kararını çiğnediğim için’ Hesap Günü zor durumda kalacağım söyleniyor. Ne yapacağımı bilemiyorum” şeklindeki telefonların bu ‘beklenmedik’ çıkışta bir etkisi olmadı değil.

Bildirinin benim açımdan ‘perde arkası’nı böylece ‘ifşa’ ettikten sonra, bildiri ve sitedeki yazım vesilesiyle dile getirilen eleştiri, yorum, tepki, hakaret ve iftiralar hakkında birkaç husus söyleyecek olursam:

  1. Bu bildiri, daha ilk cümlesinde ifade ettiği üzere, ‘altında imzası bulunanlar’ adına yazılmıştır. Bildirinin altına imza atmış isimler, Risale-i Nur’u ve Bediüzzaman’ın hayatını rehber ittihaz ettiklerini belirtmiş; ve bunu ‘kendileri adına’ yapmışlardır. Buna rağmen ‘kim adına bunu yaptınız?’ sorusuyla karşımıza çıkılması, bildirinin daha birinci satırının gereğince anlaşılmadığının nişanesidir. Kendi adımıza görüş ifade etmek ise, en temel insanî haklarımızdan biri olarak, anayasal teminat altındadır.

  2. Bildiri, Yeni Asya gazetesinin veya imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’ın siyasî tercih belirtme hakkını elbette tanıyarak yazılmış; ve belirtilen bu tercihe, ortaklaştığımız Risale-i Nur ölçüleri dahilinde, katılmadığımız ifade edilmiştir.

    Bu durum apaçık ortada iken, Yeni Asya gazetesinin veya imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’ın siyashi tercihini ifade etme hakkına karşı çıktığımız kabilinden bir yakıştırma, tek kelimeyle, mugalatadır.

    Karşı çıkılan husus, kendisi adına ve imtiyaz sahibi olduğu Yeni Asya gazetesi adına görüş ifade etme hakkına elbette sahip olan Mehmet Kutlular’ın bu tercihinin bütün Nur talebelerinin görüşünü temsil eder bir pozisyonda ve ‘Nurcuların lideri’ diye lânse edilerek sunulmasıdır. Bu, onun bu noktadaki hassasiyetine rağmen ilgili yayın organlarının ‘sansasyon’ refleksinden kaynaklanmışsa, elbette esasen ilgili yayın organlarını bağlar; ama her hâlükârda tavzih gerektirdiği için böyle bir bildiriye ihtiyaç duyulmuştur.

    Zira, Risale-i Nur câmiası Yeni Asya gazetesi etrafında kümelenen cemaatin yalnızca bir parçasını teşkil ettiği daha geniş bir kütleden teşekkül etmektedir. Bu kütlenin içinde farklı gruplar varolduğu gibi, bu satırların yazarı misali kendisini bir ‘grup’la tarif etmeyen ‘birey’ler de bulunmaktadır. Böyle bir durumda Mehmet Kutlular’ın ‘Risale-i Nur ve Nurcular adına’ konuştuğu söylenemez; en fazla, Nur talebelerinin bir grubu adına konuştuğu söylenebilir.

    Diğer taraftan, ‘Nurcuların lideri’ gibi tarifler, kim tarafından atfediliyor olursa olsun, peşinen red ve tekzip edilme durumundadır. Çünkü Risale-i Nur’un ihlas ve uhuvvet ölçülerine zıttır. Bir mektubunda “Said de bir talebedir” diyen Bediüzzaman’ın, İhlas risalesinde “Kardeş kardeşe peder olamaz, mürşid vaziyetini takınamaz” kaydını düştüğü unutulmamalıdır.

  3. Yeni Asya gazetesi imtiyaz sahibi Mehmet Kutlular’ın ‘şahsı adına’ değil de ‘Risale-i Nur’ adına açıklama yapması, ‘şahs-ı manevî’ tezine ve ‘meşveret’ iddiasına dayanılarak savunulmaktadır. Yukarıdaki hususla paralel olarak bir kez daha belirtelim ki, Mehmet Kutlular veya başka bir kişi, ‘Risale-i Nur câmiasının şahs-ı manevisi’ adına konuşamaz; çünkü ‘şahs-ı manevî’ tarifi, farklı şekilde yorumluyor olsa bile Risale-i Nur’u rehber ittihaz eden herkesi kapsar. Bu küllî şahs-ı manevî, belli bir gruba veya o grubun mümessiline hasredilemez, inhisar altına alınamaz, alınsa ihlas ve uhuvvet ölçüleri çiğnenmiş olur.

    ‘Meşveret’e gelince; bir kararın meşveretle alınmış olması, bu meşveretin meşru ve sahih bir zeminde gerçekleştiğini kabul ettiğimizde bile, o görüşe katılmayanları zorla o görüşe dahil olmaya zorlayamaz.

    Bediüzzaman Said Nursî “Tuluat”ın daha ilk paragrafında bu hususa dikkat çektiği halde, ‘meşveret kararı’ gerekçesiyle akılların ve vicdanların ipotek altına alınmak istenmesi anlaşılabilir bir tutum değildir.

    Der ki Bediüzzaman: “... Re’y-i cumhurdan maada olan akvâl, eğer hakikat ve mağzdan hâlî ve boş olmazsa, istidadâtın re’ylerine bırakılır. Tâ her bir istidad, terbiyesine münasip gördüğünü intihab etsin.”

    “Hakta ittifak, ehakta ihtilaftır” tesbitiyle de desteklediği bu ‘demokrat,’ ‘çoğulcu,’ farklı düşünce ve yorumlara hayat hakkı tanıyan ‘özgürlükçü’ duruşa karşı ‘çoğunluk görüşü’nün mutlak bağlayıcı bir surette dayatılması, otoriter zihniyete dair psiko-sosyal analizlerle açıklansa da, ama Risale-i Nur ölçüleriyle açıklanamaz.

  4. Bugün ‘meşveret kararı’ diyerek kişilerin vicdanlarına ve iradelerine ipotek koymaya çalışanların, 1982 yılında Risale-i Nur câmiası içinde bir ‘meşveret’ kararına muhalefet ettikleri için Risale-i Nur dairesi içindeki en büyük bölünmenin yaşandığı unutulmamalıdır. Meşveret kararına katılmamışlardır, çünkü meşveretten darbeci generallerin hazırlattığı 1982 Anayasasına ‘evet’ oyu verilmesi yönünde yanlış bir karar çıkmıştır. Mehmet Kutlular’ın ‘meşveret’le alınmış ama yanlış gördüğü bir kararı tanımama hakkı varsa, aynı hak Risale-i Nur dairesi içinde Mehmet Kutlular dışındaki insanlar için de vardır.

  5. Bildiriyi eleştirme sadedinde, bize “Fethullah Gülen ve Zaman gazetesini niye eleştirmiyorsunuz?” kabilinden sorular yöneltilmiştir. Bu soru anlamsızdır. Çünkü, Fethullah Gülen Hocaefendi herhangi bir zaman diliminde ‘Risale-i Nur adına’ veya ‘Nurcuların lideri’ sıfatıyla bir siyasî tercih belirtmiş değildir.

  6. Yayınlanan bildirinin haber sitelerinde veriliş biçiminden ve ilgili sitelerde okuyucuların yaptığı yorumlardan şahıslarımız sorumlu tutulmuştur. Haberin veriliş biçimi, haber sitesini bağlar. Aynı şekilde, kişilerin ve tüzel kişiliklerin ‘kişilik hakları’na saldıran, iftira ve hakaret içeren yorumlara izin verilmesi de, yine ilgili haber sitelerinin sorumluluğu altındadır. Ne bildirimizin içinde, ne 1111.karakalem.net’teki yazımda, ne de editörü olarak sorumlusu olduğum 1111.karakalem.net’teki yorumlarda herhangi bir hakaret ve iftiraya yer vermemiş olduğumuz ise ortadadır.

    Yayınlanan nazikâne eleştiriler yüklü bir ‘bildiri’yi bir sitenin yorumlar bölümünde varlığına izin verilen çirkin iftira ve hakaretlerden sorumlu tutmak, ormanı yakanlardan dolayı kibrit imalatçılarını suçlamak türünde bir insafsızlık ve mugalatadır.

  7. Kendi düşüncemizi ve kanaatimizi açıklamamıza bu hususa dikkat çekerek tahammülsüzlük gösterenler, Türkiye Cumhuriyetini kendi ideolojik saplantıları dahilinde yönlendirmek isteyen bürokratik elitlerin haklar ve özgürlükler karşısında sergiledikleri refleksin bir benzerini sergiliyor olduklarını umarız farkederler. Bu refleks, özellikle de ‘birlik-beraberlik’ söylemi ile kendini ifşa etmektedir.

    Oysa, bütün toplumu tek bir ideolojinin güdümüne sokacağım diye gayret edip siyaset ve toplum mühendisliğine soyunanların Türkiye’yi bir bölünme ve fay hattının eşiğine getirdiğine dikkat çekmek gerekir. Risale-i Nur câmiasındaki bölünmeler de, dikkat edilirse, tek görüşü dayatmakla, aynı çatı altında farklı görüş ve düşüncelere tahammül edememekle ilgilidir. Yani, bir ‘ayrılık’ varsa, sorumlusu bu çoğulculuk karşıtı, tekçi ‘birlik-beraberlik’ söylemidir.

  8. Kaldı ki, Mehmet Kutlular’ın şahsına hakaret içeren yorumlar, ilgili haber sitesinde, bizatihî Yeni Asya mahreçli, Mehmet Kutlular’ın yaz(dır)mış olduğu bir başyazıyı esas alan bir haberden dolayı da gerçekleşmiştir. İlgili site yöneticilerine o gün o yorumlarla ilgili ahlâkî duyarlılık çağrısında bulunmayıp, bugün bu hakaretlerin faturasını bize kesmek bir duygu sömürüsü ve hedef saptırmadır.

  9. Başkalarının yazdığı ve başkalarının neşrine izin verdiği hakaret ve iftira içeren yorumlardan dolayı bizi sorumlu tutmak kadar büyük bir insafsızlık ise, Mehmet Kutlular’a başkalarının yaptığı hakarete tahammül edemezken, bize taammüden hakaret ve iftira edebilmektir. Bu farklı eleştirel yazılarda, farklı ‘cemaat’ mensuplarında da gördüğümüz bir ahlâkî za’fiyettir. Mehmet Kutlular’a yapılan hakaretler konusunda duyarlılık dile getiren insanların bildirinin altında imzası bulunan kişilere hakaret etme konusunda kendilerini şâhâne serbest hissetmelerinin ahlâkî sorumluluğunu taşıyor olmaları gerekir.

  10. Bu kayıtları düştükten sonra, ilgili dehlizlere girmeden, hakaret ve iftiraya asla teşebbüs etmeden, bildirimizi ve sitedeki ilgili yazımı yayınlanma biçimi, içeriği, sergilediğimiz düşünce ve yorum, yayınlandığı zaman, yayınlandığı yer vs. açısından adabınca eleştiren, reddeden, karşı çıkan bütün iman kardeşlerimize teşekkürlerimi iletiyorum. Sergiledikleri düşüncesini mertçe açıklama yetenekleri ve eleştiri ahlâkı için...

  11. Son bir not, bildirinin kendisine izafe edildiği Demokrat Hukukçular Derneği için. Haber sitelerinin bildiriyi bu şekilde sunmalarının hangi yanlış anlamadan kaynaklandığını bilmiyorum, ama bildiride ilgili derneğe üye isimler de olmakla birlikte bu bildiri bu dernek adına değildir. Olması da beklenemez, zira içinde benim gibi ‘hukukçu’ olmayan bir dizi ismin imzası vardır.

    Bildirinin bu derneği temsil etmediğini kaydederken, içeriğine ilişkin bir eleştiri serdetmek yerine altındaki imzalara bakıp bildiriyi ‘birkaç kendini bilmez’ diyerek karalamaya çalışanlara söyleyelim. Bildirinin imza sayısı, belli mülahazalar dahilinde, özellikle sınırlı tutulmuştur. Buna karşılık, ‘kendini bilmez’lerin sayısının ‘birkaçı’ bir hayli geçtiği seçimlerle de görülmüş haldedir.

  25.07.2007

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut