*Bu sayfa, değişik arkadaşlarımızın Risale-i Nur'dan aldıkları derslerden hareketle yazdıkları yazıları paylaşmak amacıyla tasarlanmıştır.

Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Tenkidler Karşısında

RİSALE-İ NUR gibi, hem nalına hem mıhına dokunan bir eserin tenkidlerden uzak kalması herhalde düşünülemez. Nitekim, Bediüzzaman’ın tarihçe-i hayatına baktığımızda, özellikle lâhikalarına nazar ettiğimizde, ona ve Risale-i Nur’a çift yönden tenkidin geldiğini rahatlıkla görürüz.

Münekkidlerin bir grubunu, Risale-i Nur’un izhar ettiği hakikat-ı İslâmiyete düşman ve muarız olanlar oluşturur.

İkinci münekkid grubunu ise, Risale-i Nur’un da hizmetkârı olduğu hakikat-ı İslâmiyete taraftar olan, ama ya tarafgirlik, ya haset, ya anlamama, ya yanlış anlama, yahut meslek ve üslub farklılığı gibi sebeplerle Risale-i Nur’un yanında durmayan ehl-i din teşkil eder.

Bu tenkidler karşısında, Bediüzzaman Said Nursî, hikmet ve rahmeti buluşturan sükûnetli, mutedil ve vakur bir duruş sergiler her keresinde. Bir tarafta, hakkın hatırını asla zayi etmez, ama öte tarafta hadiseyi bir şahsî veya cemaatî enaniyet veya taassup kalıbına da dökmez. Onun maksadı, bağcıyı dövmek değil, üzümü yemektir. Meşru ölçüler dahilinde sonuç alabilmektir onun için aslolan.

Bu çerçevede, Risale-i Nur’da tenkidler karşısında gördüğümüz öncelikli tavır, Bediüzzaman’ın şahsına yönelik tenkitler ile Risale-i Nur’a yönelik tenkitleri ayırmasıdır. Tabir yerindeyse, Risale-i Nur’a ilişmeyen ama Üstadın şahsına ilişen bir tenkide, Bediüzzaman bir bakıma ‘ehven-i şer’ olarak yaklaşır. Nitekim, gelen tenkidlere dair lâhikalarda, "Eğer bu benim şahsıma iseÖ" "Eğer Risale-i Nur’a iseÖ" gibi kayıtlar görürüz. Risale-i Nur’a gelen tenkid karşısında, Risale-i Nur’un taşıyıcısı olduğu iman hakikatlerinin izzet ve hukukunu müdafaa sadedinde, Bediüzzaman’ın mukabelesiótabir yerindeyseódaha sert, kesin ve keskindir. Hakikate asla leke sürdürmez.

Şahsına yönelik tenkidlerde ise, Bediüzzaman ikili bir ayrım sergiler. Gelen tenkid, bir insan olarak fani şahsına yönelik ise, Bediüzzaman orada zaten ‘lâyuhtî’lik iddiasında değildir. Yapılan tenkid yanlış dahi olsa, bunu nefis terbiyesinde nefsine karşı bir manevî silah ve bir terakki vesilesi olarak istimale yönelir; şöhretperest ve zahirperest nazarların aldatıcı iltifatından kurtulup ihlaslı kişilerin dostluğuna muhatap kalabilmek açısından bir imkân olarak görür; ve de, adil olan kader-i ilâhînin bunu bilmediği kusurlarına karşılık bir ‘keffareti’z-zünûb’ olarak gönderdiğini düşünür. Direkt şahsına yönelik tenkide karşı duruşu ile, Risale-i Nur’un müellifi oluşu itibarıyla şahsına yönelik tenkid karşısında duruşu kesinlikle farklıdır.

Bir bakıma, tenkidler karşısında Bediüzzaman’ın aldığı tavırları sıralayacak olursak, en kesin ve keskin tavrı Risale-i Nur’a ve Risale-i Nur’daki iman hakikatlerine yönelik tenkitlere karşı gösterir. Benzer bir tavrı, Risale-i Nur’un müellifi olarak kendisine yöneltilen tenkitler karşısında sergiler. Direkt şahsına yönelen tenkitler karşısında ise, daha sâkin bir tavır sergiler ve çoğunlukla bu tenkitlerin sahiplerineóucu hizmet-i imaniyeye dokunmuyorsaócevap bile vermez.

Bunun ötesinde, ‘empati’ denilen nimete ziyadesiyle mazhar olmuş bir mü’mindir Bediüzzaman. Gelen tenkidi, münekkidin durumu ve şartları açısından da değerlendirir. Meselâ, bir şeyh, müridlerinin kendisini bırakıp Risale-i Nur’a yönelmesi endişesiyle tenkid üretiyor diyelimóki, ehl-i tarikten Risale-i Nur’a gelen tenkidlerin büyük kısmı bu ve benzer endişelerin mahsulü olmuştur. Bediüzzaman’ın maksadı ise, ‘mürid’ ve ‘talebe’ çalıp sayı çoğaltmak değildir. Böylesi tenkidlere karşı Risale-i Nur’da gelen cevaplar, öncelikle, Risale-i Nur’u okumanın ehl-i tarik için kendi virdine, zikrine ve mürşidine karşı muhabbeti arttıracağı; zira edilen o zikirlerin derûnunu, esasını ve hakikatini beyan ediyor olmakla o zikirler yoluyla edinilecek terakkiyi hızlandırdığı, o hakikatli zikirleri müridlerinden isteyen biri olarak mürşide karşı da hürmeti ziyadeleştireceği şeklindedir. Bilvesile, doğrudan Risale-i Nur’la iman ve ubudiyet dairesine girmiş olmayıp meselâ tarikat yoluyla bu daireye girmiş bulunan kişiler için "Risale-i Nur’u okumak için, şeyhini terke hâcet olmadığı"nı beyan eder. Bu, gelen tenkidin derûnundaki sâiki, endişeyi veyahut hasedi tamir ve tedavi eden hikmetli ve şefkatli bir duruştur. Öte yandan, kendi talebelerine de, o şeyhle mücadele edip varolan menfi damarı kalınlaştırmak yerine, hürmet gösterip, elini öpüp, ‘ilişmeyip,’ mevcut gerilimi kırmalarını veya gevşetmelerini tavsiye eder.

Benzer bir durum, ulema grubu ve hocalar için de sözkonusudur. Risale-i Nur’dan, hususan lâhikalardan anladığımız üzere, âlimler ve hocalar zümresinde, "Bu işi en iyi ben biliyorum" yahut "Eh, bu işi biz de biliyoruz" kabilinden, farklı dozajlarda bir ‘ilmî enaniyet’in varlığı, Bediüzzaman’ın tesbitleri arasındadır. Kendi taraftar sayısını arttırmak yahut azaltmamak, kendi fikirlerinin ve kitaplarının rağbetine halel getirmemek gibi saiklerle Risale-i Nur’la muaraza yahut Risale-i Nur’u nazarlardan gizleme ve ‘görmezden gelme’ gibi hallerin varlığı da. Keza, özelde şöhret, makam, maddî imkân, zarar görme korkusu gibi değişik sebeplerle bid’alara ve bid’aların resmî uygulayıcılarına taraftarlık cihetinden veyahut Vehhabilik damarıyla, bazı hocaların ve alimlerin Risale-i Nur’a iliştiğini ve ilişeceğini de görmektedir. Asla bunları görememiş bir safdil olarak değil, bilakis bunları çok net görmüş bir hikmet ve dikkat timsali olarak Bediüzzamman’ın tavsiyesi, "Hocalara ilişmeyin"dir: Tenkid dahi etseler, Risale-i Nur’un hakkını ve hakikatini müdafaa edin, ama sakın sakın, enaniyetlerinin üstüne giderek, yangına körükle gitmeyin.

Bu noktada, Bediüzzaman’ın böylesi muarazaların hususî kalması, yayılmaması, bilhassa matbuat lisanına dökülmemesi, ilgili şahısların ortalıkla isimleriyle deşifre olmaması gibi hassasiyetleri de vardır.

Ki, bu hassasiyetlerin nereden kaynaklandığına bakarsak, elbette Hakîm ve Kerîm bir Rabbin bizatihî ‘Hakîm’ ve ‘Kerîm’ olarak tavsif ettiği (bkz. Yâsin ve Vâkıa sûreleri) Kur’ân-ı Azîmüşşan’dan ve onun mübelliği olan Resûl-i Ekrem aleyhissalâtu vesselâmın sünnetinden elbette! "Ve izâ merrû billağvi merrû kirâmen" ve "İdfa’ billetî hiye ahsen" âyetleri, niye hafız olmadığımız halde ezberimize kazınmış acaba? Risale-i Nur’da harice, hususan sair ehl-i dine karşı tavrımıza dönük bir tavsiye olarak tekrar tekrar okunduğundan değil mi?

Ki, bu son âyet ile Rabbimiz ne güzel buyuruyor:

"Sen en güzel yol ile sav! Bakarsın, senin ile arasında düşmanlık olan kişi, sanki sıcacık bir dost oluvermiştir."

‘Dost’ların sayısını arttırmalı...

  17.01.2004

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu


  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut