Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Densizliğin bu kadarı...

DÜN SABAH bir gazetenin internet sayfasında tüylerimi diken diken eden bir manşet haber gördüm.

Sonra, aynı yayın grubuna ait bir başka gazetenin de aynı haberi manşetine taşıdığını gördüm; kan beynime sıçradı.

Akşam yalnızca bir kanalın televizyon haberlerini görebildim. Gazetenin manşetine seçtiği başlıkla, bu kanalın haber için seçtiği başlık aynıydı: “Öldüren fetva.”

Sözünü ettiğim diğer gazetenin başlığı ise daha da çileden çıkarıcıydı: “Fetva cinayeti.”

Haberin ayrıntısını okumadım. Başlık ve altına yerleştirilen spot, devamını okunmayı gerektirmeyecek açık bir seviyesizliği zaten ele veriyordu.

Haddini bilmez, arsız bir gazeteciliğin ulaşabileceği densizliğin sınırları, seçilen başlık ve altına konulan spot ile zaten açığa çıkıyordu.

Ortada ne bir ölüm vardı gerçekte, ne de bir ‘ölüm’ fetvası...

Egeli, dahası Denizlili olduğunu kolayca belli eden tatlı bir aksan ile yaptığı sohbetleri birkaç kez dinlediğim güleç yüzlü bir âlimdi haberin hedefi.

Prof. Cevat Akşit’ti...

Halbuki Cevat Hoca ne bir kişinin ölümüne kasdetmiş, ne de bir cinayete fetva vermişti.

Bir konuda verdiği fetvayı, ‘öldüren fetva,’ hele ‘fetva cinayeti’ diye tanımlamak, Türkiye’de gazeteciliğin dayandığı arsızlığın, densizliğin ve seviyesizliğin müthiş bir göstergesi idi yalnızca...

“Bir fâsık bir haber getirirse, tahkik edin” âyetinin dersini akılda tutarak ve sırf spottan hareketle konuşacak olursak, olay kısaca şuydu: ‘Beyin ölümü’ gerçekleşen bir yakınları için ‘organ nakli’ istenen bir aile, habere göre, bunun caiz olup olmadığını Cevat Akşit Hocaya sormuş, o da caiz görmediğini belirtmişti.

Gazeteci aklı, bir fetvanın, daha doğrusu hakkında açık hükmün bulunmadığı bir hususta bir içtihadın nasıl, hangi kriterler gözetilerek, hangi karmaşık ve ince süreçlerden geçerek hüküm verildiğini asla ve asla bilmediği gibi buna dikkat de etmeden; akıllara ziyan bir akıl yürütmeyle, şu zincirleme düşünceyi sergiliyordu: Şimdi bu aile, bu hocaefendinin fetvası yüzünden, yakınlarının organlarını bağışlamayacak. Bağışlamadığı için de, bu organlar için sırada bekleyen beş hastanın tedavi umudu zayıflayacak, belki de ölümle daha erken tanışmış olacaklar. O halde, bu fetva bir ‘ölüm fetvası’dır, dahası ortada bir ‘fetva cinayeti’ vardır.

Halbuki, bu haber yazıldığında, ortada ne bir ölüm vardır, dahası bir cinayetten ise asla sözkonusu edilemez.

Ama olsun...

Gazetenin ‘nasıl adam olunacağı’ konusunda uzman yayın yönetmeni ‘nasıl ilahiyatçı olunur’u da çözmüş olmalı ki, gazete yönetimi gayet rahat, kendinden emin, o kadar ki haddini bilmez, densiz ve arsız bir şekilde manşeti yazmış: “Öldüren fetva...”

Böyle bir manşetin konusu olmak istemiyorsanız, yapacağınız iş belli...

İslâm fıkhının bindört yüz yıllık prensiplerini, yüzlerce yılda incelikle inşa edilmiş ‘usul-u fıkıh’ kaidelerini, ictihadın ince, karmaşık ve derin ölçülerini bir kenara bırakacaksınız; gerçekte usul-i fıkh mucibince fetva verme selahiyetine asla sahip olmayan Zekeriya Beyaz gibi yapacaksınız...

Size bir fetva sormak için gelecekler; bakacaksınız, nasıl fetva verse bu insanların hoşuna gider, gazetelerde nasıl bir fetva okunmak isteniyor, derin devletlûlar nasıl bir fetva duymak ister, nasıl bir fetvayla ‘aydın din adamı’ diye anılırsınız, nasıl bu muktedir ve seçkin zevatın gözüne girersiniz...

Bakacak; ve fetvayı buna göre vereceksiniz...

Açıkçası, onların gönlünden geçene, onların akıllarından geçene siz ‘Doğrusu budur’ diyerek onay vereceksiniz.

Aksi takdirde, verdiğiniz hüküm velev ki doğru içtihadı temsil ediyor olsun, hatta en azından usul-i fıkıh kaidelerine uyan savunulabilir bir hüküm suretinde bulunsun, bir âlimin ictihad hakkına gösterilmesi gereken ‘hürmet’ten nasibiniz olmaz, tam aksine arsız bir manşetle ‘cinayet’ suçlamasına konu olursunuz...

Bu satırların yazarını okuyanlar, onun fıkha verdiği değeri de, fakihlere olan övgüsünü de bilirler. Başka dinlerin başına gelen âkıbet bu ümmetin başına gelmediyse; İslâm’ın esasları zamana ve zemine göre eğilip bükülen, kaldırılıp konulan bir halden korundu ise; bu ümmet bindörtyüz yıldır farklı görüşlere hayat hakkı tanıyan bir içtihad alanı içerisinde hak yoldaki yürüyüşünü sapmadan sürdürebildi ise, bunda belki en büyük pay, müctehidlerindir, fakihlerindir...

İslâm’ın temel esasları bindörtyüz yıl önceki gibi ayakta duruyorsa; bindörtyüz yıl önce Kur’ân’ın haram kıldığı ve Peygamberimizin haramiyetini teyid ettiği şeyler hâlâ haram ise, helâller de aynen korunuyorsa, bunda fakihlerin günü geldiğinde muktedirlerin hışmını çekmek, hatta ölümle yüzyüze gelmek pahasına ilmin hatırını, ictihadın hakkını savunmalarının muhakkak bir rolü vardır.

Ama görün işte, bugün birileri arsızlığı o noktaya getirmişler ki, bir âlim onların düşündüğü şekilde düşünsün, onların görüşünü ‘fetva’ diye dillendirsin isteniyor.

Aksi halde, bu âlim velev ki ait olduğu ilmî alanın ölçüleri dahilinde hareket ediyor olsun, saygı görmüyor, göremiyor.

Bilakis, ihtisas gerektiren bir alanda, çalakalem bir manşet ve akıllara ziyan bir akıl yürütmeyle, iş bu âlimi ‘cinayet’le suçlamaya kadar vardırılıyor.

Bugün organ nakli için, dün tesettür için, yarın faiz için, ertesi gün içki yasağı için, beriki gün kurban için, üç gün önce de mirasta pay farkı için...

Öyle bir din istiyorlar ki, onlar istediği gibi biçim versin...

Öyle bir âlim istiyorlar ki, ilmini onların hevasına teslim etsin...

Bu yerel ve küresel arsızlığa karşı hem bir teyakkuz, hem bir direnç gerekiyor.

İlmin hatırı için...

İçtihadın selameti için...

Ümmetin istikameti için...

Fakihlere selam, arsızlara yazıklar olsun!

  04.06.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut