Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Acziyete düşmeden,
acziyet hissetmeden

MÜTEŞABİH BİR hadis-i nebevîde, “Allah’ın iki eli vardır. Allah’ın iki eli de hayırlıdır. Allah’ın sağ eli sol elinden daha hayırlıdır” buyurur Peygamber aleyhissalâtu vesselam.

Buradaki ‘iki el,’ bildiğimiz anlamda ‘iki el’ değildir elbette. El, bir temsil, bir mecazdır; ve âlimlerin isabetle dikkat çektikleri gibi, Cenab-ı Hakkın cemal ve celâl sıfatlarına, cemalî ve celâlî isimlerine işaret etmektedir. Ve son tahlilde, bu hadis, cemal vasfı daha öne çıkmak üzere, celâl ile cemalin birlikteliğini, kemal halinin celâl-cemal dengesi içinde zuhurunu bize bildirmektedir.

Bu hadis kadar, başka birçok hadiste de bildirilen bu denge halinin mü’minler dünyasındaki bir yansımasını başka bir hadis bize öğretir. Bu hadisin mü’minler nezdinde yalnızca yarısının biliniyor olması; hatta bir yarısını bazı mü’minlerin, diğer yarısını ise başka bazı mü’minlerin biliyor ve vurguluyor olması gibi vâkıa daha vardır ki, hâlihazırda ehl-i dinin yaşadığı dengeden savrulma ve ya celâl yahut cemal noktasında kutuplaşma halini de ele vermektedir.

“Düşmanla karşılaşmayı ummayın” cümlesiyle başlayıp “Cennet kılıçların gölgesi altındadır” cümlesiyle biten hadistir bu. Hadisin, çok bilinen cümlesi, son cümlesidir; ama gariptir, bu son cümleden haberdar olan mü’minlerin çok büyük kısmı hadisin başlangıç cümlesinden habersizdir. Hadisin ilk cümlesinden haberdar daha az sayıda mü’minin nazarında ise son cümle bilinse de biraz gölgede kalmış gibidir.

Oysa bu hadis, tam da her iki ucuyla bir denge halini bildirir bize. Hadisin bildirdiği üzere, mü’min çatışmacı bir ruh haliyle hareket etmemeli, düşünce ve duyguları kavgadan, çatışmadan, çarpışmadan beslenmemelidir. Aslolan, sulhtur, musalahadır, muarefedir. Hakkın hatırı için savaşmak üzere sefere çıkıldığında dahi, “Gidelim de günlerini gösterelim” gibi bir çatışmacı ruh halinden ziyade, “Umulur ki biz gidesiye kadar gerçeği görmüş olurlar, umulur ki akılları başlarına gelmiştir” gibi bir ruh halidir mü’minden istenen. Ama bu sulh umudu, gerektiğinde hak için mücadele edememe zaafiyetinden, korkudan, mücahede acziyetinden kaynaklanmamalıdır. Nitekim, bir sefer için yola koyulurken mü’minlere “Düşmanla karşılaşmayı temenni etmeyin” buyuran Hz. Peygamber, “Kılıçlarınızı evlerinizde bırakın” da dememiştir. Bu söz, kılıçlarını kuşanmış, gerektiğinde hak için mücahedeye hazır mü’minlere söylenmektedir. Bir yanda son şık olarak hak adına mücadele ve mücahedeye baştan karar verilmiş olup kılıçlar kuşanılmış olacaktır ki, ‘düşmanla karşılaşmayı temenni etmeme’ hali celâlsiz bir cemal dengesizliğinin değil, ‘celâl içinde cemal’ gibi bir denge ve kemal halinin tezahürü olsun. Öte yandan, kılıçları kuşanıp hak için gerekirse onları kınından çıkarmaya hazır iken dahi düşmanla karşılaşmak temenni edilmeyecektir ki, cemalsiz bir celâl dengesizliğinde de uzak durulsun.

Özetle, celâl-cemal dengesinin beliğ bir cilvesi olan bu Peygamber sözü, iki cümlesi birlikte ele alındığında kıvamını bulmaktadır. Ne bu hadisin sadece son cümlesini almak bizi dengeye ulaştırır, ne de son cümlesini unutarak ilk cümlesinde yoğunlaşmak.

Ve şu zamanın ‘kılıçların gölgesi’ni hatırlamaya yatkın mü’minleri için hadisin ilk cümlesini bilip onun dersine ittiba etmek bir zaruret olduğu gibi, hadisin ilk cümlesine takılıp kalmış ehl-i cemal mü’minler için de bu ‘temenni etmeme’ ikazının olabilecek en son ve en keskin sonucu görüp kabul ederek gerçekleştiğini bilmek bir zarurettir.

İlgili hadise bu açıdan baktığımızda, Bediüzzaman Said Nursî’nin ‘pasif’ (passive) değil ama ‘pasifist’ (pacifism, barışçı) duruşunu en net biçimde ifade eden mektuptaki bir cümle özellikle dikkat çeker. Şualar’da, “Onikinci Şua”nın son mektubu olarak yer alan bu mektupta, “Risale-i Nur’daki şefkat, hakikat, hak bizi siyasetten men’etmiş’ diyen ve bunun gerekçesini muazzam bir incelikle ortaya koyan Bediüzzaman, bu gerekçeyi zikrettikten hemen sonra, şu ifadeleri kullanır:

“İşte Kur’ân’ın emriyle, gayet şiddetle ve nefretle siyasetten ve idareye karışmaktan kaçındığımızın hakikî hikmeti ve sebebi budur. Yoksa bizde öyle bir hak kuvvet var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik.”

Ki, ilgili mektubun son cümlesi de şu şekildedir:

“...Değil böyle birkaç vehhamı, belki dünyayı aleyhimize sevketseler, Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inayetiyle kaçmayız. O irtidadkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silah etmeyiz!”

‘İki el’ hadisi ve ‘düşmanla karşılaşmayı temenni etmeme’ hadisiyle birlikte düşünüldüğünde, Bediüzzaman bu mektubunun gücünü nereden aldığı açıkça belli olur. Görülür ki, Bediüzzaman, ‘şefkat, hakikat, hak’ namına ‘siyasetten ve idareye karışmaktan’ kaçındığını belirtirken; bunun bir ‘acziyet,’ ‘vehim’ ve ‘korku’dan kaynaklanmadığını da açıkça belirtmekte; ölümden korkan biri olarak değil, bilakis iki hayatını ortaya koymuş biri olarak tercihini bu yönde kullandığını belirtmektedir.

Açıkçası, Bediüzzaman’ın ‘siyasetten’ ve ‘çatışma’dan kaçınmasının sıhhatı ve gücü, “Yoksa bizde öyle bir hak kuvvet var ki, hakkımızı tam ve mükemmel müdafaa edebilirdik” diyebilmesiyle, “Dünyayı aleyhimize sevketseler, Kur’ân’ın kuvvetiyle, Allah’ın inayetiyle kaçmayız” diyebilmesiyle, “O irtidadkâr küfr-ü mutlaka ve o zındıkaya teslim-i silah etmeyiz” dyebilmesiyle birebir ilgilidir. Ki, bu sözünün hedefi olan kişiler, hayatının şahitliğiyle, onun gerektiğinde hayatını ortaya koymaktan kaçmadığını, kaçmayacağını bilmektedirler zaten.

Benzer şekilde, Bediüzzaman Said Nursî, şu zamanda ‘Hıristiyanların dindar ruhanîleri ile medar-ı niza meseleleri muvakkaten medar-ı münakaşa etmemek’ten söz ediyor ve bir diyalog lüzumuna işaret ediyorsa, bunu İngilizler İstanbul’u işgal ettiğinde İstanbul’un orta yerinde işgalcilere karşı “Tükürün o zalim hayasızların yüzüne!” diye, “Ey ekpekü’l-küpekâdan tekekküp etmiş köpek!” diye matbuat lisanıyla haykırabilen ve tam o zamanda Anglikan Kilisesinin İslâm’a dair altı sorusuna cevabının ‘altı tükürük’ olduğunu söyleyebilen biri olarak bunu yapmaktadır.

Yani, Bediüzzaman, Yeni Said olarak, ‘sağ el’in, yani ‘cemal’in öne çıktığı bir hayat ve tavır sergilemiştir; ama bu onun ‘tek kollu’ olmasıyla ilgili değildir. O, gerektiğinde öbür kolunu da nasıl kullanabildiğini Eski Said’in hayatıyla ortaya koymuş olan ve gerekirse tekrar ortaya koymaktan çekinmeyen bir kararlılık, bir cesaret ve itminan içinde böyle bir hayat ve tavır sergilemiştir.

İki hadisin ve Bediüzzaman’ın bu iki hadisin dersine tıpatıp uyan duruşunu iyi kavramat, giderek şu ülkede bir ‘körler ve sağırlar diyalogu’na dönüşme riski taşıyan ‘dinlerarası diyalog’ tartışmalarında Risale cephesinin duruşunda zaaflar olup olmadığını tahlil açısından zarurettir.

Diyalog söylemi acziyete düşmeden ve acziyet hissetmeden dillendiriliyor olmalıdır ki, din düşmanı ‘ulusalcılar’ın gizli-açık yönlendirmeleri eşliğinde ‘diyalog’ söylemi üzerinden Risale cephesine kin kusanlar hakkıyla ilzam edilebilsin...

  26.02.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut