Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Yetti artık!

BEDİÜZZAMAN SAİD Nursî, Risale-i Nur’a giden yolun zeminini ihzar eden Muhakemat adlı muhakeme şaheserinde, dün-bugün-yarın, mazi-hal-müstakbel üzerine tahlillerde bulunur. ‘Mariz bir asrın, hasta bir unsurun, alil bir uzvun reçetesi’ olarak ‘veyahut saykalü’l-İslâmiyet’ olarak yazdığını belirttiği bu eserinde, İslâm adlı o muhteşem kudsî hazinenin üzerine biriktirilmiş toz ve tortuları temizleyip İslâm’ın güzelliğini bütün parlaklığıyla sunabilmenin yolunu yordamını araştırır. “Vâ esefâ, İslâmiyetin mağz ve lübbünü terkederek kışrına ve zahirine vakf-ı nazar ettik ve aldandık... Ve su-i fehm ve su-i edeb ile İslâmiyetin hakkını ve müstehak olduğu hürmeti ifa edemedik. Tâ, o da bizden nefret ederek evham ve hayâlâtın bulutlarıyla sarılıp tesettür eyledi... Hem de hakkı var” diye başlayan bu eser, takip eden sayfalar boyu bizi keskin, sert ve bir o kadar gerekli yüzleştirmelerle karşı karşıya bırakır. Bu arada, bu celâlli diline dair vâki veya muhtemel bir itiraza şu karşılığı verir:

“Bu hal büyük bir derstir. Beni ikaz etti ki: Cahil dost, düşman kadar zarar verebilir. Öyle ise: Şimdiye kadar yalnız düşmanın tarafına bakıp eldeki elmas kılınçla onların tefritlerini kırardım; fakat şimdi mecburum: Öyle dostların terbiyeleri için, onların avamperestâne ve ifratkârâne olan hayâlâtlarına, o kılıncı bir derece iliştireceğim.”

Bunu yaptığı dakikada kendisine yönelecek eleştiri ve itirazların da farkındadır Bediüzzaman. “Kişilerle uğraşmayalım” diyenler olacaktır. “İyi niyetli mü’min insanlar; yıpratmayalım birbirimizi” diyenler olacak; “Ama bu gıybet olmuyor mu?” diyenler çıkacak; “Ortada bunca mesele varken, böyle şahsî meselelerle uğraşmak doğru mu?” diye onu itham edenler bulunacaktır.

O yüzden, ilgili cümlelerin hemen devamında kendisi bu itiraza cevap getirir:

“Eğer çendan böyle şahsî şeylerin böyle mebahisatta zikirleri lâzım değildir [derseniz], fakat şahsiyatta kalmadı, medreselerin hayatlarına taallûk eder bir mes’ele-i umumî hükmüne geçti. O zâhirperestler emin olsunlar ki; sa’yleri beyhudedir. Şimdiye kadar böyle avamperestâne safsatalar ile bizi cahil bıraktılar. Bundan sonra bizi cahil bırakmakla cehlimizden istifade etmek istiyorlar. Olmaz ve olamaz.”

Allah ondan ebeden razı olsun, işte bu mertlik ve bu keskinlik içinde hadisat-ı âleme ve ehl-i İslâm’ın durumuna bakıp tabloyu bu derece berrak okuyup onun bunun arkasından nelere kalkışacağına aldırmadan ‘olması gereken’i aradığı içindir ki, bu basiretin, bu ferasetin, bu basiret ve ferasetten beslenen ızdırap, hasbîlik ve feragatin meyvesi, Risale-i Nur olmuştur.

Diğer bir deyişle, Risale-i Nur, o zaman ve zeminde ehl-i dine arız olan ve gerçekte asırların birikimini ifade eden ‘evham, su-i fehm, avamperestâne ve ifratkârâne hayâlât, avamperestâne safsatalar ve cehalet’i görüp bütün bunlara karşı “Olmaz ve olamaz” itirazını yöneltip ‘olması gereken’in peşine düşen bir insana nasip olmuştur. Bütün bu birikimi görmezden gelen, üstünü örten ve bu yorganın altında uykuya dalmış Müslüman aklın sırtını sıvazlayıp uykusunu derinleştiren birine değil...

O Bediüzzaman ki, Muhakemat’ının başından sonuna, İslâm’ın o parlak asırlarından sonra Müslümanları hayatın ve tarihin dışına iten en temel unsur olarak, ‘taklid’in ‘tahkik’in yerini alması, ‘duygular’ın ‘düşünme’nin, ‘hissiyat’ın ‘akl’ın önüne geçmesini zikreder. Dolayısıyla, düştüğü yerden kalkacaktır ehl-i İslâm. Taklide bedel tahkik, hissiyata bedel akıl, duygusallığa bedel tefekkür galip geldiğinde İslâm ‘mağz ve lübbü’nü tekrar bize açacaktır.

Bediüzzaman’ın bütün bir hayatı, Risale-i Nur ile taçlanan böylesi bir ‘tahkik’ ve ‘hakikat’ cehdi içinde geçmişken; açık ve net söyleme durumundayım ki, bugün ehl-i Risale’nin çizdiği tablo, bana onun ‘olması gereken’ olarak koyduğu tabloya değil, ‘aşılması gereken’ olarak koyduğu tabloya daha yakın gözüküyor. Arkamdan şimdiye kadar edilen iftiraların ve ‘sansürleme’ gayretlerinin bir yenisine maruz kalma gibi bir bedele şimdiden razı olarak söyleyeyim ki, bu âlemde bilginin peşinde olmak ‘felsefe yapma suçu’yla tarif edilirken, kimi ağızlardan çıkıp da kulaklarımızdan girene—velev ki vâkıaya tamıtamına muhalif olsun—itibar ‘sadakat’ sayılıyor. Risale-i Nur müellifi “Mihenge vurmadan almayınız” dediği ve kendisi için dahi “Benim sözümü de ben söylediğim için hüsnüzan edip tamamını kabul etmeyiniz (...) Her söylenen sözün kalbe girmesine yol vermeyiniz (...) Mihenge vurunuz. Eğer altın çıktı ise kalbde saklayınız; bakır çıktı ise, çok gıybeti üstüne ve bedduayı arkasına takınız, bana reddediniz, gönderiniz” dediği halde, ‘mihenge vurma’nın bedeli ‘ihlassızlık’ ve ‘fitne’ ithamı dahilinde gıybete ve iftiraya uğramak şeklinde tecelli ediyor.

Açık ve net biçimde söyleyelim: “Risale-i Nur’u gazete gibi okumayın” diyen bir Bediüzzaman’ın bugünkü nice takipçileri şu veya bu gazeteyi ‘Risale-i Nur’ gibi okurken, Risale-i Nur’u gazete gibi okuyor!

“Hakkı tanıyan, hakkın hatırıni hiçbir hatıra feda etmez. Zira hakkın hatırı âlîdir, hiçbir hatıra feda edilmemek gerektir” diyen Üstadıma ittibaen bunu söylemeye mecburum.

Bir sonraki yazımda, bu dediklerimin isbatı sadedinde, tek bir cümleyi doğru okuma acziyetinin felâketlerini yazacağım biiznillah.

“Böyle şahsî şeylerin böyle mebahisatta zikirleri lâzım değildir” diyecek olanlara cevabımı ise şimdiden ve Muhakemat’a atfen verelim: (1) Cahil dost, düşman kadar zarar verebilir ve veriyor. (2) Fakat şahsiyatta kalmadı, bütün ehl-i Risale’nin hayatlarına taallûk eder bir mes’ele-i umumî hükmüne geçti. Olmaz ve olamaz.

  07.02.2006

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut