Arşiv

Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

 Ölümün anlamı

CELÂL YÜKLÜ bir sûre olarak Mülk sûresi, ikinci âyetinde Rabbimizi ‘ölümü ve hayatı yaratan’ olarak tarif eder. Kâinat adlı şu mülkün Malikini belâgat incisi âyetlerle bildiren sûrenin bu tarifi, genellikle ‘kronolojik’ düşünmeye alışkın bizlere ters gelen bir yön içerir. Âyet, mülkün Malikini, ‘hayatı ve ölümü yaratan’ olarak tarif etmemektedir çünkü; bilâkis, âyetin vurgusuyla, Allah ‘ölümü ve hayatı yaratan’dır.

Bu kısacık ifade, sonsuz hikmetler yüklü bir Kelâm-ı Ezelî olarak Kur’ân’ın her bir cümlesinde, hatta her bir kelimesinde ne derece hikmetler ve hakikatler taşıdığına dair parlak bir örnek hükmündedir.

Bir kere, âyet, ölümün de, hayat gibi, ‘yaratıldığı’na dikkat çekmektedir. Demek ki, ölüm ‘hayatın sona ermesi’nden öte birşeydir. Demek ki, ölümü hayatın sona ermesi şeklinde açıklayan yaklaşım, kuru bir totolojiden ibarettir. Demek ki, yaratılan ve bir ‘yaratma fiili’ olarak dikkat gerektiren şey, yalnızca hayat değildir. Ölüm de bir ‘yaratma fiili’ olarak aynı derecede dikkat istemektedir. Ve, demek ki, ‘hayat sahibi’ kılınan insanın yavaş yavaş ölüme gitmesi, Kadîr-i Zülcelâl’in kudret ve iradesinin mani olamadığı ‘doğal bir süreç’ değildir. Bilâkis, O’nun kudret ve iradesi, havl ve kuvveti altında gerçekleşen bir yaratma eylemidir.

Diğer taraftan, bu âyet, ‘ölüm’ü ‘hayat’tan da önce zikrederek, sûreye ismini veren nokta, yani Hâlık-ı Zülcelâl’i ‘mülkün Maliki’ olarak tanıma noktası itibarıyla da ölümün kritik önemine dikkat çekmektedir. Mülkün Malikini tanıma noktasında ölüm hayattan da kritik bir önem arzediyor olmalı ki, ‘hayattan sonra’ gerçekleşiyor olmasına rağmen, âyette hayattan önce zikredilmektedir.

Vâkıa, öyledir de. Hayata anlamını veren şey, gerçekte, ölümdür. İnsanoğlu şu dünyada hiç ölmeden yaşıyor olsaydı, herhalde, bu hayatın bir ‘emanet’ olduğunu, emanetin kendisine verilmiş olduğunu hiç mi hiç düşünemeyecek; peygamberler gelip bunun böyle olduğunu söyleseler dahi onları ciddiye alıp dinlemeyecekti. Hayatın bitmeksizin devamı, şu ölümlü dünyada dahi kendisinde sonsuz güç vehmedebilen insanoğluna, hayatının kendi elinde olduğunu, onu kimseden emanet almadığını, dolayısıyla kimseye de borçlu olmadığını düşündürecekti.

Oysa, ‘ölümlü dünya’da yaşıyoruz. Ölümlüyüz, faniyiz. Ve her gün duyduğumuz ölüm haberleri, her şehirde gördüğümüz kabristan ve mezarlıklar sayesinde ölüm gerçeğiyle içiçe yaşıyoruz. Ölümlü olmak ve ölümle içiçe yaşamak, bize yaşadığımız hayatın kendi eserimiz olmadığını, bizatihî hayy ve diri olmadığımızı öğretiyor. Var olmak ve varlığını devam ettirmek için başka hiçbir şeye muhtaç olmayan bir Hayy-ı Kayyûm’un eliyle hayat sahibi kılındığımızı, O’nun bize bu hayatı emaneten vermesinin de bir hikmeti ve anlamı olduğunu kavramamız, bu sayede mümkün oluyor. Ölüm, hayatın içyüzünü kavramamızı sağlıyor. Hayatlarımız, ölüm gerçeğiyle anlam kazanıyor.

Gelin görün ki, hayatı yolda bulup aldığı değersiz bir mal gibi kullanıp tüketmeye kalkışan nefsimiz, bizi ölüm gerçeğinden uzak tutmayı tercih ediyor. Dünyanın fani yüzünde yaşadığımız aldanışlar bir tiryakiliğe dönüşmüşse, hayatın emanet olduğunu ve emaneti Sahibinin rızasınca kullanmak gerektiğini ders veren ölümle yüzleşmek pek tercih edilmiyor. Onun yerine, kendimizi kandırıp ölümü görmezden gelmeye çalışıyoruz.

Buna karşılık, hayatın emanet olduğu dersini tam almış ve emaneti Sahibinin istediği şekilde kullanma lüzumuna tastamam inanmış dillerde, ölümden söz etmenin, bir dosttan söz etmek kadar rahat ve o kadar da huzur verici olduğunu gözlemliyoruz. Ölümü düşünmeyi hayata dair tefekkürün ayrılmaz bir parçası kılmış olan, ölümü düşünerek bir mezarlıkta dolaşmayı bir bahar ülkesinde dolaşmak kadar zevkli bulan insanlar da var aramızda.

Rabbimizi, ‘ölümü ve hayatı yaratan’ olarak tanımak... Hayata anlamını veren ölüme, hayata ve ölüm ötesine dair dersler çıkararak bakmak...

Hayatımız da bunu yapabildiğimiz ölçüde güzelleşecek, ölümümüz de...

  19.07.2005

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu


Ama

Kayıpları kazanca çevirmek

Korku filmi ne söyler?

Şişeyi taşa çalmak

İmtisal

Şöhret neden riyadır?

Kazananlar, kaybedenler

Yüzler

‘Çırak’ın düşündürdükleri

Ölümün anlamı

Uğursuz bir düşünce: uğursuzluk!

Nereye yönelmeli?

İmanın asgarî şartı

İstenmeyen şahitlikler

Yüz aç adamın huzurunda

İhlâs ve iktisat

Bir haksızlık karşısında

Tektipleşmede son adım

Ne insan bu kadar basit, ne de hayat sıradan

Tutunamayanlar için

İki yanlış arasında

‘İslâm sanatı’nın söylediği

İnsancıl ve tepkisiz

Kırılma noktası

Namaz ve tesettür

Görüntünün iktidarı

Yarına hazır mıyız?

Tesettür karşıtlığı üzerine bir psikanaliz

Firavun sarayındaki mü’min

Dünü ve bugünüyle İstanbul’un söylediği

Öngörüler ve sonra görülenler

Başka bir açıdan Pakistan tecrübesi

Tarih okuyanlar, tarihin canına okuyanlar

‘Kamusal alan’ kimin alanı?

Milliyetçiliklerin milletlere ettiği kötülükler

Anneler, eşler

Sevgi tüketimi

“Bediüzzaman’ı anlamak”, ama nasıl?

Alenîlik

Şehit olsanız bile...

‘Mikro iktidar’ üzerine

Özenmek, imrenmek...

Bir göz hatırı için

Ehakkı ararken

Mâruf ve münker

Mü’minler nasıl kardeş olur?

Fakihlere övgü

Genişlik, derinlik

Yüzleşme noktası

Abdülhakim Murad’ı okurken

Ezber bozmak, oyun bozmak

‘Diyalog’a evet, ama kimlerle?

‘Ene’ üzerine bir hasbihal

Başka bir açıdan toptancılık

Bir bomba, bir Müslümanın elinde ise, ‘İslâmî’ midir?

Diyaloğun adresi!

Fazla mı temiziz sahi?

İçe dönük diyalog

Masumiyet, silâhtan daha güçlüdür

O yağmuru beklerken

Risale-i Nur ve tasavvuf: Doğru sözler, yanlış anlamalar

Risâle-i Nur ve tasavvuf: Hak yolda iki şerit

Söylenmesi doğru olmayan doğrular

Toptancılık kime yarar?

Üzülebilmek

  1.  Bu yazının geçtiği eseri incelemek -veya satın almak- istiyorum.



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut