Okumalar

Adınız soyadınız: 
E-mail adresiniz: 
Şehir / ülke: 

Başlık: 

Değerlendirmeniz: 

Türü

Yazarlarımıza gönderdiğiniz mesajlar,
site yönetiminin onayını müteakip kendilerine iletilmektedir.

Neden “Hayâ İmandandır”?

GEREK BUHÂRÎ'DE, gerek Müslim'de yer alan ve altı en muteber hadis kitabının beşinde yer alan bir hadisinde, "Hayâ imandandır" buyuruyor sevgili Peygamberimiz. Yine her iki Sahîh'te olan ve Kütüb-ü Sitte'nin tamamında bulunan bir başka hadisi ise "Hayâ imandan bir şubedir" şeklindedir. Yine Hz. Peygamber'in buyurduğu üzere, "Hayânın hepsi hayırdır" ve "Hayâ ancak hayır kazandırır."

Peki, hayâ ile iman arasındaki bu içiçeliğin sebebi nedir? Hayâ, yani utanma duygusu neden 'imandan'dır ve neden 'imanın bir şubesi'dir?

Bu sorulara cevap vermek için, herhalde şu iki sorunun izini sürmek gerekiyor: İnsan nasıl hayâ duyar? Yahut, hangi durumlarda daha hayâlı davranır?

Kendi hayatlarımız dahilinde tecrübe ettiğimiz üzere, hayâyı, yani utanma duygusunu en yoğun biçimde yaşadığımız haller, 'görüldüğümüzü' ve 'izlendiğimizi' bildiğimiz hallerdir. Yalnız kaldığımızda yapabildiğimiz çok şeyi, birisi tarafından izlendiğimizi biliyor isek, yapamayız. Ki bu hal, fıtraten kerih, insana sevdirilmemiş olan bazı şeyleri uluorta yapmaktan bizi alıkoyduğu gibi, günahtan da alıkoyar. Kişi, hayâsı ölçüsünde açıkça günah işlemekten sakınır ve hayâsızlığı ölçüsünde aleni günah işler. 'Bizi tanıyan birinin bizi o halde görmesi' endişesiyle gelen psikolojik utanç, çoğu kez, nefsin günaha davetine rağmen, bizi günahtan alıkoyar. Ancak, yine bu yüzden, tanındığı ortamlarda utanılası fiillerden uzak duran insanlar tanınmadığı ortamlarda günaha daha rahat düşebilirler. Ki, işte bundan dolayı, yanında bir tanıdığı olmadan tek başına yolculuktan insanı sakındıran, böyle bir durumda şeytanın insana yol arkadaşı olacağını bildiren hadisler vardır. Yine bu bâbdaki hadislere binaen, refakatinde bir başka mü'minin olduğu halde yolculuk, sünnet-i seniyyedendir.

Hayânın, günahtan sakınma noktasında, başka insanların olduğu durumlar ile yalnız başına kaldığımız durumlar arasında nasıl bir fark husule getirdiğini, kendi hayat tecrübemizle biliyoruz açıkçası. Peki, insan, yalnız iken, yanında başka bir insan yokken gerçekten yalnız mıdır?

Hayır. Yanında bir insan yokken de yalnız değildir insan. O'nun Semi', Basîr, Latîf, Habîr, Alîm bir Rabbi vardır. O'nun Rabbi, Semi', yani işitendir. Basîr, yani görendir. Latîf'tir, her yere nüfuz eder; Habîr'dir, herşeyden haberdardır; Alîm'dir, herşeyi bilir. Sem', basar ve kudret, yani görmek, bilmek ve işitmek, O'nun sıfatları arasındadır. Hem, Semîu'l-Basîr ve Alîmu'l-Habîr olan Rabbimizin, her işe müekkel melekleri olduğu gibi, insanın fillerini kaydeden melâikesi vardır.

Yani, insan her an Rabbinin huzurundadır ve melekler her an yanıbaşındadır. Allahu Teâlâ ve vazifeli melekleri insanla her an beraberdir.

İnsan, bu gerçeği kavradığı ölçüde, 'yalnız' iken de yalnız olmadığını bilir; ve, bu gerçek aklında kaldığı müddetçe, insanların yanında işlemeye utandığı günahtan yalnız iken de sakınır. Zira, bilir ki, etrafında insanlar yoksa dahi, kendisi Semî ve Basîr olan Rabbinin huzurundadır ve melekler yanıbaşındadır.

Böyle bakarsak, hayâ imandandır ve imandan bir şubedir gerçekten. Zira, hayâ duygusunun varlığı ve inkişafı, Allah'ı Basîr (herşeyi gören), Semi' (herşeyi işiten), Alîm (herşeyi bilen), Latîf (herşeye nüfuz eden), Habîr (herşeyden haberdar olan) gibi isimleriyle tanıyıp bilmeye, her an böyle bir Rabbin huzurunda olduğundan gaflet etmemeye, yani iman-ı Billaha ve iman-ı Billah içindeki marifetullaha; keza, melâikeye imana bakmaktadır.

Fıtratımıza konulmuş hayâ duygusu Semi' ve Basîr olan Allah'a ve meleklerine imandaki terakki sayesinde gelişmekte; hayâ duygusunun gelişmesiyle de insan takvâ zırhıyla donanıp pek çok günahtan ve pek çok çirkin halden sakınıp korunarak, Rabbinin hoşnut olup meleklerin takdir edeceği salih ameller işlemeye yönelmektedir.

Kısacası, hayâ sahibi olmak ve hele hayâda zirveye ulaşmak ne basit bir iştir, ne de kolay ve sıradan bir iş. Hayâ, imandandır ve imandaki terakki sayesinde hayâ duygusunda bir gelişme yaşanmaktadır. Ve, meselâ Hz. Osman, böylesi bir hayâ haline eriştiği içindir ki, ashabın Allah için giriştiği savaşlarda iz bırakan büyük bir kahramanlığı görülmese dahi, sahabilerin en üstünleri arasında yer almış, imandan bir şube olan hayâsıyla, sahabiler arasında sivrilip Hz. Ebubekir ve Ömer'den sonra üçüncü sıraya yükselmiştir.

Hz. Osman'ın bir zirvesi olduğu hayâ hali, günaha çağıran binbir kapıyla yüzyüze gelen şu zamanın biz mü'minleri için de bir kurtuluş reçetesi sunuyor olsa gerek. Bizler de, Allah'ı Basîr (Herşeyi Gören), Semi' (Herşeyi İşiten), Habîr (Herşeyden Haberdar Olan), Alîm (Herşeyi Bilen) gibi isim ve sıfatlarıyla tanır ve de bu isimlerden gafil olmaz isek, ayrıca hayatımızın her anında meleklerin bize yoldaş ve arkadaş olduğunu unutmaz isek, nefis ve şeytanın bizi günaha sevketmesi ne kolay, hatta ne de mümkün olacaktr.

  10.04.2001

© 2021 karakalem.net, Metin Karabaşoğlu



© 2000-2021 Karakalem Yayıncılık Ltd. Şti.
Tel: (0212) 511 7141  GSM: (0543) 904 6015
E-mail: karakalem@karakalem.net
Program & tasarım: Orhan Aykut